Peugeot 504'ün gözleri

Bu kitap her şeyiyle estetik. Arvas’ın dili zarif, yetkin ve kunt. “Doğan Görünümlü Şahin”i ya da “Jaguar”ı; “Oto Hırsızı Engin”i veya “Oto-erotizm”i, “Susurluk Kamyonu”nu... öğrenirken her birinin ayrı tadına varabilirim.

Abone ol

"(...) -pardon! farları" diyor Tolga Arvas, o gözleri Tiffany’de Kahvaltı filmindeki Audrey Hepburn’ün gözlüklerine benzetiyor -farlar Peugeot 504'ün.

Tolga Arvas, 100 Otobiyografi

Ben bu kafeyi Doris Day’in gözlerine benzettim, adı Cassis -likör olsa Creme de Cassis olurmuş, kara frenküzümünden yapılanı yani. Sahi, aklıma geldi! Şu yeni çıkan likör kitabı da ne güzel hazırlanmıştı...

Güvenlik caddesinin Meclis tarafı bakirdi. Benim için kayda değer iki yer; Cat Hospital’la Ankara'nın ilk Liva pastanesi buradadır, gerisi şöyle böyle. Kuveyt’e yaklaştıkça başka hoş mekanlar da bu yıl açıldı. (“Küveyt” aslında, kefle yazılır çünkü, maalesef önce u transliterasyonu ile yanlış yazılmış ve o telaffuz yerleşip kalmış. Eski adamlardan görürseniz onlardır doğru söyleyen.)

Cassis

Biri Alman dili diğeri gastronomi okumuş iki kız arkadaş açmış Cassis’i. Tezgahları çok tatlı. İnce zevklerinin zayi olmayacağı müşteriye muhtaçlar. Yakında küçük bir de kitaplıkları olacak. (Komisyon almadım ha, fesatlık olmasın!) Aya kafenin Ali’si ile arkadaşlar. Ali’nin Amerika’da elektrik-elektronik, kafesini emanet edecek kadar sevdiği Merve’nin Hacettepe’de sanat tarihi okuduğunu biliyorum, başarıyla mezun olmuşlar. Sarsıcı değişimler, değil mi! Çıkarsa buralardan bir şeyler çıkar.

Şimdi böyle kafelerimiz var artık. Genç, donanımlı işletmecileri olan -ama istisnalar dışında müşteriler onlara ayak uyduramıyor henüz. Meltem Gürle’nin Kırmızı Kazak yazılarında anlattığı yirmi yıl öncesi kahve/kafelerinin tersine bir durum bu.

Cassis’de tanıştığım gencin annesi geldi bir adamla. Akıcı bir İngilizceyle konuştu onunla. Amerikalıymış ve annesinin ikinci kocasıymış, iki de kardeşi varmış bu evlilikten.

Reyhan Yaman, Likör Hikâyeleri, Can Yayınları

Değişim hemen dikkatimi çeker. Her şey değil ama.

Son birkaç yılda çok tatlı kafeler açıldı, seçebiliyorum onları. Sorbonne sosyoloji doktoralı Heretik Levent’e söyleyeyim de yeni vaziyeti tahkike müteallik bir alan çalışması yaptırsın. A dur bi dakika! Ağaçkakan Metin bunu daha iyi yapar, hayat postdoc’u var onun -aklıma gelen mevzuu elyak arkadaşlarıma havale eder sonra da bir kafeye gidip kitap okurum böyle işte.

Arabalara ilgim yok. Sadece estetik bulduklarım kalır aklımda. Tolga Arvas’ın estetik algısı benden yüksek, ama araba kullanmayı bilmiyormuş, öyle diyor. Hatta otomobilli hayata da karşıymış. Fakat onların hikâyelerini merak etmiş. Otomobillerin otobiyografisini yazarken oradan kendi hayat hikâyesinin de çıkacağı geldi mi acaba aklına? Ne güzel kitap bu, hemen twit atayım yurdum insanı da görsün -kimse görmezse kankam görür.

Teresa Bernheimer, Ali'nin Ailesi, Kolektif Yayınları

Peugeot 504’e “Yahudi Mersedesi” denirmiş yetmişli yıllarda. Antisemitizmden değil Yahudi vatandaşlarımızın tercih etmesindenmiş. İsrail’deki yüksek satış rakamının da etkisi olabilirmiş ayrıca. Arvas’ın dediği gibi Yahudiler Alman arabalarına, bilhassa Mercedes’e düşmanlıklarında yerden göğe haklılar. Ben de hiç hoşlanmam Mercedes’ten, estetik de değil hiç.

Bu kitap her şeyiyle estetik. Arvas’ın dili zarif, yetkin ve kunt. “Doğan Görünümlü Şahin”i ya da “Jaguar”ı; “Oto Hırsızı Engin”i veya “Oto-erotizm”i, “Susurluk Kamyonu”nu... öğrenirken her birinin ayrı tadına varabilirim.

Emin olduğum şeyler var: bir, Cassis’e mutlaka bir daha gideceğim. İki, kankam bu kitabı çok sevecek. Üç, ben Tolga Arvas kadar güzel yazamam!

Not: Sırada Ali’nin Ailesi var, Oxford’da yapılmış mühim bir doktora tezi, Terasa Bernheimer Londra Üniversitesinde tarih hocası.