İslamofobik tacizlerin merkezinde hep peygamber figürünün yer alması aslında Müslümanlar açısından bir ayna vazifesi görüyor. Senden rahatsız olan ve sana saldırmak isteyen acaba senin kutsallar bohçandaki hangi nesneye saldıracak, bunu görme imkanı buluyorsun. Bu açıdan Hz. Muhammed’in İslam veya Müslüman karşıtı sembolik tacizlerde hedef haline gelmesi dikkate değer bir konu. Şüphesiz, ayrı olduklarına inandıklarında bile bir Tanrı fikrinde ortaklaşabilen muhatapların düşman gördüklerinde farklı olan ve onlara özgü olan neyse o grubu onunla özdeşleştirme eğilimi olacaktır. Oryantalizm denen fenomenin kimliklerden bağımsız olarak altında yatan yapısal dinamik de budur: Fark’ın abartılması, ötekinin o farka indirgenmesi.
Ancak evsahibinin hiç mi suçu yok dedirtecek bir hırsızlık olayından bahsettiğimiz de söylenebilir. Bir Müslümanı acaba Allah’a mı yoksa Peygamber’e mi hakaret daha çok incitir? Garip bir şekilde peygambere olan saldırı Müslümanların aleminde daha büyük bir infiale, öfkelenmeye yol açıyor. Bu dikkate değer bir şeydir. Zira kutsallık sıralamasına dair bir fikir veriyor. Elbette bu sadece kutsallık meselesi de değildir. Özdeşleşilebilir olmak noktasında da Allah ile Peygamber arasında bir fark var: Peygamber lehine olan bir fark.
Teoride bir akidevî sakatlık sayılsa da ve telaffuzu dahi rahatsız edici olsa da pratikte Hz. Muhammed sevgisi Allah sevgisinin önüne geçmiştir. Bunun ortodoksi açısından hem inkâr edilmesi hem de saymakla bitmeyecek sayıda gerekçe ve mazeretlerle zımnen kabul edilmesi sözkonusudur. Gerekçelerin tartışmasına girmeden sadece bu vakıayı tespit ile yetinelim. Burada çok boyutlu bir vakıanın bazı veçhelerine dikkat çekmek derdindeyim.
Peygamber sevgisinin arkasındaki önemli bir dinamik dinin sevgi diline dökülmesidir. Din sevgi diline neden dökülür? Yatayda Hıristiyanlık gibi kadim ve kitleler nezdinde etkili bir tecrübe ile rekabet, dikeyde ise İslam'ın radikalize ettiği tevhid fikrinin kupkuru ilkesellik ve aşkınlıkla hep daha öteye çıkan müteal Tanrı anlayışının yol açtığı zihnî eziyet var. Kabul etmek lazım ki böyle bir iskeleyi uzun süre hem de geniş kitleler nezdinde kıyamda tutmak mümkün değildir. Er ya da geç, kapısı çalınabilecek bir Tanrı arayışı İslam'daki teorik tevhid anlayışının kapısını çalacaktır.
Din sevgi diline döküldüğünde hem etik hem de estetik potansiyel geliştirmeye başlar. Sevgi kutsala yöneldiğinde aşk suretini almaktan kaçınamaz. Aşkın nesnesi ise antropomorfik olmak zorundadır. Bütün Mevla aşkları sadece ve sadece Leyla’nın tasavvuru iledir. “Leyla’dan Mevla’ya yol vardır” denmesinin sebebi şudur: Mevla’nın aşka konu olabilmesi için bir Leyla olarak yere indirilmesi gerekir. Ve aşk-ı hakikî aslında aşk-ı mecazînin mecazıdır.
İslam'daki ikon ve putlara olan güçlü reaksiyon hem teorik hem de pratik sabeplere dayanıyor. İbrahimî tevhid fikrinin ikonoklastik hassasiyeti, Hırisityanlık kırılmasından sonra İslam’da aynı zamanda bir kimlik siyasetinin parçası haline gelmiştir. Ayrıca İslam'ın siyasi, sosyal ve teolojik bir’leştirme (tevhid) eğilimi, her tür lokalizasyonu bir bölücülük (şirk) olarak görmesine yol açmıştır. Onun için İslam'da Tanrı yere veya kâğıda, duvara veya taşa indirilebilir bir surete, biçime, forma sahip değildir. İslam'da Tanrı şekilsiz ve konumsuzdur. İslam'ın bir din olarak devrimci özelliği yerel tanrıları sürerek insanları yatay kutsallık ilişkilerinden ve bağımlılıklardan azad etme potansiyeliydi.
Bu potansiyelin sürdürülebilir bir şey olmadığına hem dinler tarihi hem de İslam tarihi şahitlik yapıyor. Bir süre sonra bu devrimci tevhidçilik yerini onarıcı bir cemaat dayanışmasına bıraktı. Muhabbeti esas olan sufi terbiye İslam'da aşkı ilişki biçimi haline getirince onu hem etik hem de estetik açıdan zenginleştirdi. Fakat dokunmatik olan aşk yolunun, teorik İslam'daki Tanrı fikrini taşıması mümkün olamazdı. Nitekim de taşımadı. Bir süre sonra Peygamber, Allah’a vekaleten (yahut ona giden yolun geçtiği yol olarak) kutsallığın aktığı havuz ve temerküz ettiği odak haline gelmeye başladı. Fani bir insan olan ve bir insan sureti bulunan Hz. Muhammed bir süre sonra Allah’ın elçiliğinden Allah’ın sevgilisi olmaya evrildi. Yer’li ve aşık olunabilir bir tanrı ihtiyacı peygamberin tanrılaştırılması sonucunu doğurdu. Bunun teorik yansıması bugün sıhhati tartışmalı olduğu halde ortodoks anlayışın kalbinde yer alan “Nur-u Muhammedî” doktrinidir. Peygamberin tanrı(sal)laşmasından dolayı Allah’a ait özellikler ve ona ilişkin yasaklar Peygamber için de geçerlilik kazanmaya başladı: Bir insan olan Hz. Muhammed’in sureti çizilemezdi.
Bu şüphesiz eleştirilemez bir pozisyon değil. Aksi yönde içtihad mümkün. Popüler İslam'ın taleplerini karşılamak için peygamberi kutsallaştıran ulemanın mazideki iddiaları birer içtihad. Kendilerine meşruiyet sağlamak için hadis icad etmiş olmaları, onların daha derine ve asla daha yakın durdukları anlamına gelmiyor. İslam'da müteal olan tek varlık Allah. Peygamber bir insandır. Bir insanın gerçek veya temsili sureti çizilebilir. İslam'da suret karşıtlığı yukarıda değindiğim üzere putperestlik / ikonperestlik karşıtlığından kaynaklanıyor. Tanrılaştırma dışındaki herhangi bir temsili surete bugün bütün İslam aleminin teslim-i silah etmişliği bunun delilidir. Bugünün dijital çağında fotoğrafa haram demek imkânsız hale gelmiştir. Tapma nesnesinde Allah’tan peygambere yaşanan kayma esas alındığında bu suret çizilemezlik görüşü kendi içinde tutarlıdır. Ancak maziden sarkan fani bir tercihtir ve İslam bu olmak zorunda değil.