Philippe Djian'dan tekinsiz bir pastiş: Marlène
Philippe Djian’ın Gökçe Yavaş çevirisiyle Düşbaz listesinde yer alan kitabı 'Marlène', arkadaşlık, kız kardeşlik, evlilik, aşk ve ebeveynlik üzerine pek çok soru sormamıza vesile oluyor.
Bilge Demir
Pek çok insan güçlü bir psikolojik gerilimin ekstrem durumlardan beslendiğini düşünebilir: Büyük savaş meydanları, femme fatale kadınlar, karizmatik düşmanlar, esir düşmeler, mücadeleler... Oysa kurmacaya düşkün iyi bir okur ya da seyirci gündelik hayatın minik detaylarının, gayet anlaşılır ilişki dizilimleriyle çok güçlü gerilimler yaratılabileceğini bilir.
Bunun en güzel örneklerinden biri belki de Philippe Djian’ın 'Marlène'i. Daha önce 'Betty Blue', 'İntikamlar', 'Yansımalar', 'Affedilmeyenler' gibi kitaplarıyla Ayrıntı Yayınları’ndan okuma fırsatı bulduğumuz Djian, 'Marlène'le beraber Ayrıntı Yayınları’nın yeni markası Düşbaz’da, Gökçe Yavaş’ın çevirisiyle okurla buluşuyor.
Savaştan dönmüş iki yakın asker arkadaşın, Dan ve Richard’ın “normal” hayata dönme hikâyesi olarak kısaca tarif edebiliriz Marlène’i. Habil ve Kabil’den itibaren duymaya alışkın olduğumuz zıtlık burada da ön plana çıkıyor: Dan yeni normal hayata uyum sağlama konusunda nispeten daha ılıman olsa da Richard, dalaşmaktan, büyük riskler almaktan ve köşelerini sivriltmekten çekinmeyen bir karakter. Ancak Djian tamamen toksik masküleniteye ve post travmalara sırtını dayamak yerine üç kadın karakterle anlatısını daha derinlikli ve usta işi hale getiriyor: Nath, Mona ve Marlène.
Richard’ın sadakatsiz eşi Nath, annesiyle zehirli, kirli bir ilişki kuran Mona ve gittiği her yere uğursuzluk ve yıkımdan başka hiçbir şey kazandırmayan Nath’in kız kardeşi Marlène... Tüm karakterlerin arasındaki basit ilişki ağı, her an yıkılmaya hazır ve tabiatı gereği yıkılmak için yaratılmış lobutlar gibi diziliyor okurun önüne.
Djian'ın roman boyunca dili ve kurmaca dizaynı adeta sinema estetiğiyle raks ediyor. Son derece dar bir kadrajla ve hızlı kesmelerle başlıyoruz romana. Karakterlerin birer birer anlatıya dahil olmasının ardından kadraj genişliyor. Ama bu genişleme hali hiçbir zaman duyguların özgürce salınmasına izin vermiyor. Karakterlerine duygu boşalımı için fırsat vermeyen Djian, okurun özdeşleşme, anlatıya ruh kazandırma hakkını elinden alıyor. Romanın her sayfası sorularla, karakterlerin cılız ve çaresiz onaylanma ihtiyaçlarıyla doluyken; arzular ve agresif atılımlar dört bir yanımızı kuşatırken Djian soru işaretlerini, ünlemleri, diyalogların ayrıştırıcı işaretlerini atıveriyor estetiğinden. Hızlı kesmeler, birbirine mekanın kuru tasvirinde yitip giden diyaloglar, neresi olduğundan emin olduğumuz ama “orası” olduğuna dair kanıt sunamadığımız topraklar, tüm bunlar çok güçlü bir tekinsizlik yaratıyor.
Djian, Dan ve Richard’ın normal hayata adapte olmaya çalıştığı “o” yeri tüm çıplaklığı, yetersizliğiyle inşa ediyor zihnimizde. Bunu yaparken çok kuru bir dil kullanıyor aslında, öyle ki çoğu zaman mekânı tasvir etmeye girişmiyor bile. Evet bir bowling salonu, açık hava sinemaları, basık evler, gaziler için etkinlik düzenlenen yerler, iş yerleri var elimizde. Ama bu yerler zamanla bir alışkanlık yaratmak yerine her adım attığımızda boğuyor bizi. Bu açıdan 'Marlène' “duygusuz” duygusu, kasvetli mizanseniyle bir tür post-travma gibi işliyor Dan ve Richard’ın bakış açısında kaldığımızda. Nath, Mona ve Marlène’in bakış açısında ise anlatı koca bir çıkışsızlık halini alıyor: Daracık bir yıkılma ve yıkıp geçme sahası.
Djian, Amerikan toplumunun kültürel yapısında popüler bir yere sahip olan bowlingin, çoğumuzun “sıkıcı” bulduğu bu salon oyununun tekinsiz bir pastişini yapıyor sanki. Bütün karakterler hem lobut hem de üç parmak ve iyi bir atışla yıkıma sebep olan o ağır, büyük top aslında. Okur her topun her bir lobuta saldırmasına, hayret verici bir sesle yıkıp geçmesine ve her şeyden öte, topun lobutlara ulaştığı o gergin bekleyiş ânının birebir şahidi oluyor.
Philippe Djian’ın Gökçe Yavaş çevirisiyle Düşbaz listesinde yer alan kitabı 'Marlène', çok güçlü bir psikolojik gerilim olarak akıllarda yer alırken arkadaşlık, kız kardeşlik, evlilik, aşk ve ebeveynlik üzerine pek çok soru sormamıza vesile oluyor. Romanla baş başa kaldığımız o bowling salonunda her bir tema lobut, önüne gelen her lobutu yıkmaya hazır bir top ve engelsiz, uzun ve cilalı bir yol gibi beliriyor önümüzde.