Özellikle Picasso hayranlığım yok. Eve yakın diye onu seçtim. İnsan her zaman istediği sanatçıyı soyamaz. Kader dedikleri şey, bu olmalı. Yoksa bilerek tutmamıştık evi. Fena değildi fiyatı ve bir tane, kiraya verebileceğimiz fazla odası vardı. İllegal tabii ki. Ev sahibinin bundan haberi olmamalı ve belediyenin ve vergi dairesinin filan. Öyle çok kurallara uyan bir aile değildik zaten. Devletlerin her dediğine, uymak iyi bir şey değildir zaten. Hatta hiç uymasanız iyi edersiniz, ne öyle sınırlar, savaşlar filan. Devlet iyi bir şey olsaydı dünya bu halde olmazdı.
Değil mi?
Her yerde devlet var ve her yer oldukça boktan. Bir müze soymak için söylemiyorum bunu. Samimiyim hislerimde. Soyguna karşı görünmeleri de sarayları olduğundan, yoksa bizi sevdiklerinden değil. Öyle olsaydı vergi almazlardı.
Değil mi ?
İşlerine gelince kendileri soyuyor ama…
Evin damında volta atarken düşünüyordum bunu. Büyükçe bir damdı ve ben her gün 20 kilometre yürüyordum üstünde. Hızla dönüşler yapıyordum kenarlarında, belime kadar gelen duvarları vardı ve her 15 dakikada öten kilise çanları eşlik ediyordu bana. Çok da kilise vardı. Onlar da bizi cennete götürmek istiyorlardı galiba ve nedense çok ısrarlı oluyorlar buna. Ne dünya! İnsan cehenneme gitmeyi bile arzu edemiyor. Günahlarıyla bile baş başa kalamıyor ve çanlar hep bizim için çalıyor.
-İlk saatleri kilise papazları yaptı’ diyordu İvan İllich-
Bazı günahlar güzel ve keyifli bence. Eğer sevişmek günahsa mesela. Bilmiyorum farklı yorumlar var buna ilişkin farklı dinlerde ama çok umursamıyorum. Günahsa da bizim sayılır, yabancı değil. Bunu bile, ne zaman yapıp, yapmayacağının söylenmesi biraz fazla gelmiyor mu size ve bırakın çanlar bizim için çalsın…
Alt katta bir bodrumumuz vardı. Duvarı delince su yoluna girildiğini okumuştum bir romanda. Bazı Yahudiler, oradan kaçıp kurtulmuş Engizisyondan. Eski Yahudi mahallesindeydik Barcelona’da. Güzel bir mahalleydi. Metroya yakındı ve müzelerin altına giden su yollarına. Yıllar önce İtalyan bir arkadaşımla, böyle bir duvar delmiştik. Soygun için değildi. Üç bisiklet sığdırmaya çalışıyorduk içeri. Çok bisiklet hırsızı vardı. Bisiklet hırsızlarını pek sevmiyordum. Yoksulları soymamak lazım. Banka filan var onları soyun ya da devlet yıkın işte.
‘Neden Picasso müzesini soyacaksın’ diye sordu bir arkadaşım. Çocuğumun benime övünmesini istiyordum. ‘Kitapların, filmlerin filan var abi’ dedi. Karşılaştırma bile yapılamazdı halbuki ve Picasso’yu sevmediğim söylenemezdi. Kitaplar çok para kazandırmıyordu ama bununla pek ilgisi yoktu. Soygun iyi bir şeydi ve bankalarda pek nakit yoktu artık. Zaman bazı geleneksel meslekleri yok ediyor. Hattatlık, telkâri küpe imalatı ve banka soygunu mesela.
Beni vazgeçirmeye çalışıyordu. ‘Zengin, koleksiyoncu bir pezevengin elinde olacak, kimse göremeyecek Picasso’yu’ dedi. Sanki soyduk da önümüzde duruyordu Picasso. Bu solcular hep böyle. Varsa yoksa devrim sonrasında ne olacak. Sanki Kışlık Saray elimizde. –‘Bütün gökdelenleri yıkıp dutluk yapacağız. Buralar hep gökdelendi diyecekler bakanlar.’ Demiştim bir yazımda. Altına ‘Dut sinek yapar’ diye bir yorum yazmışlardı. ‘Solcu musunuz’ diye sordum, ben de…
Müze giriş fiyatları yazan turist rehberini uzattım ona. 7 euroydu giriş. ‘Ayda bir halk günü’ yazısını gösterdi, o da bana, bedava ziyaret…
Solcular da değişti. Böyle değildik eskiden. Tek başına bile olsan, cezaevinde hiçbir gardiyan sana dokunamazdı. Tırsardı.
Fazla Pıtırcık olmadı mı bize dünya?