Sanırım yazıya Pimapen firmasından af dileyerek başlamam gerek. Çünkü yazı eleştirel bir yazı olacak. Ama aslında bir firma olarak Pimapen’in bu yazıda ele alınan konuyla doğrudan bir ilgisi yok. Jilet gibi, Selpak gibi Pimapen de bir marka. Ancak ilgili sektörde ilk olduğu için marka adı giderek ürünün adına dönüşmüş. Türkçede bu tür örneklerin oldukça yaygın olmasının soyutlama yeteneğimizin sınırlılığıyla bir ilgisi olabilir. Ama esas konumuz bu değil.
Bu yazının yazılmasına da neden olan meseleyi, yani ülkemizde Pimapen’in aslında neye tekabül ettiğini ben yurtdışı seyahatlerimde fark ettim. Şu saptamayla başlayabilirim sanırım: Şu ana kadar ziyaret etme fırsatını bulduğum hiçbir ülkede pimapen kullanımını Türkiye’deki kadar yaygın olduğunu görmedim. Pimapeni artık marka olarak değil ürün olarak kullandığımı fark etmişsinizdir! Türkiye’den yola çıktığınızda hangi yöne doğru giderseniz gidin, varacağınız toplumlarda pimapen kullanım oranı ülkemizden daha düşük. Bu durum beni hem şaşırttı hem de düşündürttü. Bir anlamda Türkiye’nin önemli niteliklerinden biri de bir pimapen toplumu olması belki de.
Bu konuda ilk akla gelebilecek açıklama son dönemde Türkiye’de en yaygın sektörün inşaatçılık olması olabilir. Mevcut bina stokunun Türkiye’de diğer ülkelere göre görece genç olması ve pimapenin yeni bir ürün olması, bu ürünün kullanım oranlarını arttırıyor olabilir. Bu realitenin durumu açıklayıcı bir tarafı olduğu aşikâr ancak bence yine de yeterli değil. Çünkü birbirinden farklı iki gerçeği dışarıda bırakıyor: Birincisi, Türkiye’de yeni inşaatlarda pimapen kullanımı neredeyse bir zorunluluk olarak algılanırken, diğer toplumların yeni inşaatlarında pimapen kullanımı Türkiye’deki kadar yaygın değil. İkincisi ve belki de daha önemlisi Türkiye’de pimapenin icadından önce inşa edilmiş binalardaki evlerin doğramaları da genellikle pimapene dönüştürülmüş durumda. Hatta bu konuda Türkiye’de bir dönem bir tür seferberlik hali olduğu bile söylenebilir! Büyük şehirlerin ana caddelerinde, hatta ara sokaklarında en yaygın dükkân türlerinden birinin “pimapenci” olduğunu, televizyon reklamlarında bu sektörün ürünlerinin yaygınlığını göz ardı etmek mümkün değil.
Bu gerçekler Türkiye’de pimapen kullanımının yaygınlığının arkasında başka sebepler olduğuna işaret ediyor. Meselenin bir zihniyet meselesi olduğunu ve bunun sebebinin sanıldığından daha derin noktalardan kaynaklandığı bile ileri sürülebilir. Bu nedenle pimapenin toplumda nasıl algılandığına bakmak anlamlı olabilir.
Bizim toplumumuzun yeni olana erişim arzusu konusunda çok derin motivasyonlara sahip olduğu söylenebilir. Özellikle de toplumun ortalama gelir düzeyi, diğer toplumlarla karşılaştırmalı bir biçimde ele alındığında. Dolayısıyla küresel kapitalizmin müşterisi olmaya en gönüllü toplumlardan birinin Türkiye’de yaşadığını ileri sürmek fazla abartı olmaz. Maddi konfora, lükse erişim talebi Türkiye’de ideolojiler, mahalleler üstü toplumsal gerçeklik gibi gözüküyor. Ülkenin ortalama gelir düzeyine göre cep telefonu, otomobil değiştirme süresinin oldukça hızlı olduğu söylenebilir.
Üstelik bunun çok yeni bir durum olmadığı, ekonomik imkânların el verdiği oranda kuşaklar boyu süregiden bir tutum olduğunu da görmek lazım. Bugün ekonomik imkânlarını zorlayarak en son model akıllı cep telefonuna erişmek isteyenler, konaklarını, ahşap evlerini, gecekondularını hızla müteahhitte verip, kaloriferli apartmanlara terfi edenlerin torunları aslında. Özellikle Avrupa şehirlerinin tarihi dokularının Türkiye’deki şehirlere göre çok daha iyi korunmuş olması aynı zamanda onların dillerinde “müteahhite vermek” deyiminin pek yaygın olmamasıyla da ilgili. Bu noktada kim daha muhafazakâr, Avrupa mı Türkiye mi diye sormadan edemiyor insan! Örneğin Paris’in merkezindeki ana caddelerde yer alan binaların büyük ölçüde on dokuzuncu yüzyılın sonundan kalma olduğu düşünülürse. Ama bu hakkında başka bir yazı yazmaya değer bir konu. O nedenle ayrıntısına girmeyeceğim.
Buraya kadar meselenin toplumsal değişimin debisi ve bunun sosyolojisi üzerine değinmeler yaptım. Meselenin bir de bu toplumsal değişim debisini mümkün kılan değişim arzusu, yani konunun zihniyet boyutu var. Türkiye’de neden insanlar pimapene bu kadar meraklılar? Onu niye bu kadar vazgeçilmez buluyorlar? Ya da soruyu tersinden de sorabiliriz belki: Avrupa toplumlarının yurttaşları neden pimapene bu kadar değer, anlam yüklemiyorlar?
Çünkü Türkiye yerleşik, köklü orta sınıfları olmayan bir toplum. Refah, konfor açığı algısı toplumun her kesiminde çok yaygın. Yani sanılanın aksine Türkiye toplumu örneğin Avrupa toplumlarından çok daha maddiyatçı. Bu bir eleştiri değil, sadece bir saptama. Bunu bana söyleten biraz da, Türkiye’de yeni yükselen İslamcı, dindar orta sınıfların tüketim arzularının ve bunu realize etme biçimlerinin daha önce şehirleşmiş kesimlerden pek farklı olmayışı. Yani “maneviyat” kavramını dillerinden düşürmeyenlerin maddiyatçılığı, o kavramı çok sık kullanmayanlardan pek farklı değil. Bu da bir eleştiri değil, sadece bir saptama. Türkiye’de toplumsal gerçeklik hakkında saptama yapmanın bile bir eleştiri olarak algılanmasını, idraklerin üzerindeki ideolojik tortunun ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtı olarak değerlendirebiliriz. Elbette bu da başka bir yazıyı hak eden bir konu olabilir!
Toplumumuzun pimapen fetişizminin nedenleriyle ilgili en önemli gördüğüm boyutu ise en sona sakladım. Türkiye toplumu genelde tüm modernleşme toplumlarında (ya da eski deyimle azgelişmiş toplumlar) olduğu gibi medeniyeti teknolojiyle fazla özdeşleştiren bir zihniyet dünyasında yaşıyor. Teknolojiyi bizatihi üretemediği için medeniyetin teknolojik olan yanları onun için daha belirleyici olabiliyor. O nedenle de pimapeni medeniyet olarak algılıyor. Oysa pimapen bizatihi medeniyet değil, onun teknolojik bir boyutu sadece. Bir ev satın alırken ya da kiralarken, pencerelerin pimapen olup olmadığına, banyonun duşakabininin hangi model olduğuna, mutfaktaki bataryanın boyutuna bakıyoruz öncelikle. Ama en yakın parkın, kreşin, sinemanın, kitapçının, spor alanının nerede olduğu o kadar da önemli olmayabiliyor.
Oysa medeniyet ne binanın betonarme ne de pencerelerin pimapen olması. Medeniyet teknoloji, kültür, sanat, mimari, şehir planı, edebiyat, eğitim ve bazı diğerlerinin bir ortalaması olarak yaşadığımız hayatın kalitesi. Bu da bizi doğrudan bizim gibi toplumlarda çok yaygın olan medeniyet/kültür ayrımına götürüyor. Kültürü ve onunla ilgili diğer kavramları medeniyetten bu kadar net bir biçimde ayrı düşününce geriye kalan teknoloji olabiliyor.