“Bu dünyadan sessizce çekip gitmeli” demiş Gülriz Sururi, anı
kitaplarının sonuncusu Zefiros’ta. Tam da dediği gibi yaptı.
2018’in son gününde, hepimiz yeni yıl heyecanı içindeyken, birkaç
aydır yattığı hastane odasında bu hayatı bıraktı ve gitti.
Cenazesi, vasiyetine uygun biçimde yılın ilk günü, herkes
tatildeyken sessizce, kimselerin bilmediği bir mezarlıkta
defnedildi. Onu son yolculuğuna çıkartan cenaze arabasında sadece
iki kişi vardı, manevi kızı Zeynep Miraç ve eşi. Türkiye çok
sevdiği, hayranı olduğu bu sanatçının ölümünü, ancak o eşi Engin
Cezzar’ın yanında toprağa verildikten sonra öğrendi.
Arkasından sahte törenler istemediği için böyle sessiz bir
vedayı seçmişti Gülriz Sururi. Yine de onun anısını yaşatmak, bir
tür veda için bir araya gelmek isteyen dostları ve izleyicileri
geçen hafta özel bir gecede toplandılar. Kadıköy Belediyesi’nin ev
sahipliği yaptığı gecenin mekanı Süreyya Operası’ydı. Fuayesinde
Gülriz Sururi’nin 23 yaşında hayatını kaybeden annesi primadonna
Suzan Lütfullah’ın büstünün bulunduğu Süreyya Operası Gülriz Sururi
için de özel bir mekan. Ne de olsa ilk sahneye çıktığı yer burası,
hem de daha annesinin karnındayken…
Geceyi sunan Zeynep Oral ve Selçuk Yöntem bir yandan da bize
Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’ın efsane aşkını, birlikte kurdukları
tiyatroyu ve yaptıkları unutulmaz oyunları anlattılar. 1960’larda
nasıl fırtına gibi estiklerini. Sokak Kızı İrma’nın yıldızıyla
Hamlet’in başrol oyuncusunun evliliğinin gazetelerde ‘Prens Hamlet
ve sokak kızı evlendi’ diye nasıl haber olduğunu… Gecenin açılış ve
kapanış konuşmalarını yapan Zeynep Miraç’tan başka Gülriz
Sururi’nin dostları Seçkin Selvi, Aydın Engin, Dikmen Gürün de
birer konuşma yaptılar. Ali Poyrazoğlu, Tilbe Saran, Genco Erkal
video görüntüleriyle geceye katıldı. Ayça Varlıer piyano eşliğinde
Gülriz Sururi’nin şarkılarını söyledi. İçinden ‘Keşanlı Ali
Destanı’nın, ‘Kaldırım Serçesi’nin, ‘Fosforlu Cevriye’, ‘Ayşe
Opereti’, ‘Kabare’, ‘Hair’ gibi unutulmaz oyunların geçtiği, bol
tiyatrolu, müzikli ve pek az hüzünlü bir geceydi.

Gülriz Sururi tam da onu tanıyanların bildiği gibi güçlüklerden
asla yılmayan, her defasında kendini yeniden yaratmasını bilen
unutulmaz bir sanatçı olarak tekrar hafızalarımızda canlandı.
Hakikaten, daha küçük bir çocukken başladığı oyunculuğunu tüm
hayatı boyunca, sahneye çıkmadığı o uzun yıllarda bile üstünde
başarıyla taşımış bir isimdi. 60’larda, tiyatronun altın çağında
bir büyük yıldıza dönüşmüş, Türkiye’de pek az oyuncunun sahip
olduğu şarkı söyleyip oynama yeteneği ile unutulmaz müzikallerin
başrollerini üstlenmiş, Engin Cezzar’la birlikte kurdukları
tiyatroda pek çok büyük isimle iddialı oyunlar sahnelemiş bir
yıldız. Bu çapta bir oyuncunun hiçbir sinema filmi ve televizyon
dizisinde yer almamış olması inanılmaz. Ama bir yandan, günümüzün
bu güçlü medyalarında yer almadan varlığını ve ismini koruyabilmiş
olması da ayrıca mucizevi bir başarı. Gülriz Sururi televizyona hiç
çıkmamış bir isim değildi tabii. Benim kuşağım onu unutulmaz
oyunlarının kayıtlarını televizyonda izleyerek tanımıştı. Sonra çok
seyredilen bir kadın programı yaptı bir süre. Oyunculuğu neredeyse
yaşamının sonuna kadar eğitimci, yönetmen ve kararlı bir izleyici
olarak sürdürdü. Bir yandan da hepsi çok beğenilen çok sayıda
kitaba imza attı. Yemek tariflerinden, öykülere pek çok kitap
yayımladı. En çok, anılarını anlattığı üç kitap, ‘Kıldan İnce
Kılıçtan Keskince’, ‘Bir An Gelir’ ve ‘Zefiros-Ebedi Gençlik
Rüzgarı’ ile insanları büyüledi, anlatma gücü ve yeteneğiyle bir
kez daha alkışları topladı.
“Her gün Beyoğlu’nda karşılaştığım Sait Faik, arada amcama
babama selam söyler, ben baş üstüne der, uçarcasına Tepebaşı Komedi
Tiyatrosu’na çocuk oyunun provasına yetişirdim. Provadan sonra eve
dönerken Şadıman Ayşin, Adile Naşit illa ki Galatasaray Hamamı’nın
altındaki turşucuya gitmek isterdi..” Evet, Muhsin Ertuğrul’un
ısrarıyla çocuk yaşta başlıyor oyunculuğa. O çocukluğu zor ve
dayanılmaz kılansa babası. Zefiros’ta şöyle yazıyor: “Bunca yıl
sonra bakıyorum da babamı hala affedememişim.”
Hakikaten Gülriz Sururi’nin güçlü kişiliğinde en çok, hiç
tanımadığı annesinin hüznü ve kendisiyle ilgilenmeyen onu hep hayal
kırıklıklarına uğratan babasının terk ettiği yalnızlığın etkili
olduğu söylenir. Belki onu Engin Cezzar’a böyle sağlam bağlarla
bağlayan da o yalnızlık ve tek başınalık duygusuydu. Yine de Gülriz
Sururi, tek başına ayakta kalmanın önemini iyi bilen bir kadın
olarak yaşadı ve bunu hep başardı. Yaşı 80’i çoktan geçtiğinde o
halen, bütün bu enerjisiyle ve hatta basına bikinili fotoğraflarını
sızdıracak cesaretiyle ‘cesur ve güzel’ bir kadın olarak
Türkiye’nin sevdikleri arasında yerini koruyordu. Yine Zefiros’tan
bir alıntı yapalım: “Şu sıralar eşe dosta bir bilmece soruyorum:
Yaşlanmadan öğrenilmeyen tek şey nedir? ‘Yaşlılık’. Gençlerin, orta
yaşlıların, hatta genç yaşlıların (yani 60’lar) yaşlıların neler
hissettiğini tahmin bile etmesi mümkün değil.” Yaşlılık onun için
gönlündeki genç rüzgarlara rağmen taşımak zorunda olduğu ama ondan
bile bir eğlence çıkarttığı bir haldi.
Gülriz Hanım’la yeni kitaplar konuşuyorduk. Ama yapamadık.
Zefiros onun son kitabı oldu. Bir gün ansızın sessizce çekip gitti.
Geride anıları, unutulmaz oyunları ve genç tiyatroculara ödüller
verilmesi, gençler için bir kültür merkezi kurulması amacıyla
bıraktığı mirası kaldı.
Süreyya Operası’ndaki o gece, Edith Piaf’tan uyarladığı
unutulmaz bir şarkısıyla tamamlanmıştı. Belli ki onu en iyi anlatan
bu şarkıda söylediği gibi yaşadı ve gitti:
“Hiç hiç mi hiç ben pişman olmadım hiç. Aldattım, aldandım,
yaşadım. Bu benim hayatım.”