Ortadoğu ülkesi Lübnan’ın tarihi söz konusu olduğunda sıkça önümüze düşen birkaç fotoğraf türüyle karşılaşıyoruz: Siyah-beyaz ya da hafiften renkli bu fotoğraflarda bir bakıyoruz havuzda ya da plajda denize giren, hali vakti yerinde gençler var; sonra bir bakıyoruz iç savaş sırasında silahlarla ‘havalı’ pozlar veren milisler. Elbette bunlar gerçek bir geçmişe ait fotoğraflar. Ancak bugün ısrarla yapılan bu paylaşımlar hem Lübnan özelinde hem de dünya genelinde bizi nostaljinin tehlikeli sularına sürüklüyor.
Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında yaşanan şiddetli çatışmaların da etkisiyle Lübnan’ın bölgede ‘karmaşık’ bir namı var. Çok mezhepli bu küçük ülkeye biraz yakından bakacak olursak eğer, her ne kadar mezhep odaklı statüko güçlerince yönetilmiş olsa da, sadece dini ayrımlarla açıklanamayacak bazı düğümlerle karşı karşıya kalacağız. Hâkim anlatı bize Lübnan’ın bir zamanlar ‘Paris’ olduğunu söylüyor. Oysa gerçekten Ortadoğu’da bir Paris oldu mu -ya da olmalı mı? Peki İç Savaş öncesinde her genç plajda ‘seküler’ bir eğlence mi sürüyordu? Savaşın ‘estetik’ yanı olur mu? Lübnan’ın bugününü anlamak için geçmiş bize neler söyleyebilir?
Aklımıza sıkça gelen bu sorulara bazı yanıtlar bulmak üzere, benzer konulara kafa yoran bir isimle konuştuk. Daha kapsamlı bir çerçeve çizebilmek adına ülkenin toplumsal mücadeleler tarihine dair materyallerini derleyen The Lebanon Archives’tan (Lübnan Arşivleri) Rami’ye kulak verebiliriz.
HATIRANIN HAFIZASI
Öncelikle bize The Lebanon Archives’ın hikayesinden bahsedebilir misiniz? Tek başına mı ilgileniyorsunuz? Eğer öyleyse nasıl başladınız?
Facebook ve X platformundaki The Lebanon Archives sayfası sadece benim tarafımdan yönetiliyor. Gençliğimden beri yıllar boyu imkanımın olduğu her an arşiv materyalleri biriktirdim. Kendi paramdan büyük bir bütçeyi özellikle İç Savaş döneminden kitap, gazete, dergi ya da siyasi parti yayınları gibi materyalleri satın almak için ayırdım (Ekim 2019’da Lübnan’ı vuran şiddetli ekonomik krizden sonra zorlaştı). Bu savaşın son perdesi diyebileceğimiz 1989-1990 dönemini çok iyi hatırlıyorum. Tabii bu acı verici ve yıkıcı çatışmanın nedenleri, sonuçları ve gidişatına dair ilgimin oluşmasına olan etkisini de iyi hatırlıyorum. Ailem savaş sonucunda akrabalarını kaybetti. Arkadaşımın babası kaçırıldı ve izi hâlâ bulunamadı. Okulumun önünden bile bir öğrenci kaçırıldı. Tüm bir eğitim-öğretim yılı kesintiye uğradı ve ben ailemin yaşadığı binada barikat arkasındaki sığınakta o yılı geçirdim. Sürekli hale gelen elektrik kesintileri ve sokaklarda biriken çöpler nedeniyle banyo yapmak için su bulma mücadelesini hâlâ hatırlıyorum. Tüm bunlar, o zamanki genç yaşıma rağmen hafızama kazındı ve çocukluğumdan beri düzenli olarak okuduğum (o zamanlar da istekli bir okuyucuydum) materyal seçkisini etkiledi.
Geçen yılların ardından bir hayli arşiv toplama şansım oldu ve bilgiyi aktarmanın en hızlı yolu olan sosyal medya aracılığıyla bu arşivin paylaşılması gerektiğine karar verdim. Aynı zamanda bu -telif hakkı içermeyen- materyalleri önemsiz bir fiyata satmayı düşündüm ancak bunu uygulamada teknik sorunlarla karşılaştım. Materyalleri yayınlamaya 2016 yazında başladım. O zamanlar arşivlerle ilgili sayfa ve hesapların büyük çoğunluğu Lübnan bölgelerinin yalnızca savaş öncesi dönemine ait fotoğraflarını kapsıyordu.
AİLE, ÇEVRE VE TARİH KİTAPLARINDAN GELEN MİRAS
Lübnan’ın yakın tarihi ülke için oldukça önemli toplumsal ve siyasi olayları kapsıyor. Bu ‘çatışmalı’ tarihi hesaba kattığımızda elbette arşivcilik, materyal araştırmaları apayrı bir anlam taşıyor. Sizde Lübnan tarihini kazımak neden önemli? Ne gibi açmazları içinde barındırıyor?
Bu sadece Lübnan mevcudiyetinin modern tarihi ile sınırlı değil. Onun antik tarihi ve tüm bölgenin tarihi de değişken ve tartışmalıdır. Lübnan arşivinden herhangi bir tarihsel olgu ile bir biçimde tarafsız olarak uğraşmak -ki neredeyse imkansızdır-, belgelerle desteklenip tarihsel olarak kanıtlanmış olsa bile bilgiye ulaşan tüm grupları tatmin etmeyecektir. Çünkü her vakanın Lübnan tarihinde bir gerekçesi vardır; ne kadar korkunç, canice ve etkili olursa olsun. Arşivleri karıştıran her araştırmacının -ne kadar materyal yayınlamış olursa olsun- alıcıların oy birliği ile onayını alamayacağını ve ‘ihanet’ gibi çeşitli eleştirilerle karşı karşıya geleceğini bilmesi önemli. Arşivdeki araştırmacı, kendini her türlü ön kabulden arındırmalıdır: Araştırmasının sonucundan her zaman memnun olmayacak ve kendisine önce ailesi ve çevresinden, sonra tarih ders kitaplarından miras kalan anlatıların ne denli yanlış bilgi içerdiği karşısında şaşıracaktır.
Lübnan’ın özellikle de modern tarihinin ayrıntılarına dalmak çok önemlidir ve materyallerin kullanılabilirliğini gerektirir. Son yıllarda çok sayıda site ve hesap ücretsiz olarak arşiv paylaşımı yapıyor ve bu harika bir şey. Enformasyon Bakanı’nın yıllar önce bize söz verdiği üzere, Lübnan ulusal televizyonu Télé Liban’un tüm arşivlerini açmasını hâlâ dört gözle bekliyoruz. Böylesi bir paylaşım karartılan veya çarpıtılan birçok olayı ve dönemi takip edip anlamayı kolaylaştıracaktır. Buna ek olarak her araştırmacıya Lübnan’daki Fransız mandası dönemini, Amerikan ve İngiliz Dışişleri Bakanlıklarının yazışmalarını ve ayrıca işgalci siyonist devletin kuruluşundan önce ve sonrayı kapsayacak şekilde düşman İsrail arşivlerini incelemelerini tavsiye ederim. Yapay zeka, belgelerin çevrilme sürecini büyük ölçüde kolaylaştırdı. Araştırmacı, modern Lübnan tarihi anlayışını tamamen değiştiren, gizlenen veya ihmal edilen birçok gerçek karşısında şaşıracak ve şok olacaktır.
‘TARİHİN TAMAMI PLAJLAR DEĞİL’
Sizinki gibi Lübnan tarihine siyasi bir yaklaşımın yanı sıra, oldukça apolitik ‘romantik’ ya da ‘nostaljik’ bir yaklaşımla da karşı karşıyayız. Genellikle tarihin ‘estetik’ haline odaklandıklarını görüyoruz. Hatta sadece tarihin değil, bazen savaşın da bağlamı ne olursa olsun ‘estetik’ olarak öne çıkarıldığına tanıklık ediyoruz. Hemen ardından ‘1970’li yıllarda Lübnan plajları’ galerileri önümüze düşüyor. Bu gibi bir içerik karmaşasını nasıl okumak gerekir?
Lübnan İç Savaşı’nın (ve siyonist devletin kuruluşundan bu yana devam eden Güney Lübnan’a yapılan saldırılara ek olarak 1982 İsrail işgalinin) felaket getiren sonuçlarından biri, nice bölgede yaşanan kitlesel yıkım ile bölge sakinlerinin zorunlu olarak yerlerinden edilmesiydi. Bu durum ya yeni sefalet kuşakları/bölgeleri oluşturdu ya da savaştan önce var olan kuşakları daha da büyüttü. Ayrıca savaş sırasında ve sonrasında büyüyen düzensiz şehirleşme ile ardı ardına gelen ekonomik ve güvenlik krizleri yaşandı. Tüm bunlar bir ‘obsesif-kompulsif bozukluk’ hali içinde yaşamış Lübnanlıların savaştan öncesini, ‘Lübnan’ın altın çağı’ olarak görmesine neden oldu. Arzu edilen ütopyaya benzetiyorlar ve yakınıyorlar: Bu cennetin yok oluşunda pay sahibi olan herkese sorumluluk yüklüyorlar.
Pek iyi, bu döneme ait güzel fotoğrafları yayınlamanın hiçbir zararı yok. Ne de olsa Lübnan’ın bir kısmı için (Beyrut ve Lübnan Dağı)(1), bu metinde derinlemesine incelemeye yer bulamadığımız çeşitli sebepler sonucunda yaşanan bir refah dönemiydi. Fotoğrafların büyük bir çoğunluğu Lübnan’ın doğasını, plajlarını ve turizm-eğlence merkezlerini gösteriyor. Bu, tarihin bir parçası, ancak tamamı değil. İktidara alan siyasi sınıfın marjinalize ettiği gruplar ve bölgelerin bilinçli olarak görmezden gelip ihmal ettiği bir yanı da var. Lübnan hakkında söylenen Doğu’nun İsviçre’si tanımı doğru değil. Bu, yanıltıcı bir ifade. Bahsi geçen aşamanın siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal detaylarının yorumlanması ve yayınlanması gerekir. Benim de zaman zaman ışık tutmaya çalıştığım şey bu.
Tehlikeli bir diğer nostalji daha var: Savaş nostaljisi. Yani silahlara, milislere, savaşlara, kendi kendini idareye duyulan özlem ve bugün içinde yaşadığımız son derece karışık gerçeklikten kurtuluşun bir yolu olarak bu partilerin günümüzdeki mirasçılarının savunulması. Bu, öncelikle savaşan tarafların, onların ailelerinin ve onların bölgelerinin ödediği devasa bedelin, külfetin fiilen bir inkarıdır. Bu, savaşı hiç yaşamamış ya da onun yıkımını tatmamış yeni nesillere bu fikirlerin aşılanması yoluyla savaşın vahim sonuçlarının inkar edilmesidir.
BİR ‘ULUS’ MESELESİ: KUTUPSUZLUĞUN AÇMAZLARI
Siz tarihi incelerken süreç içerisinde neler öğrendiniz? Lübnan tarihine dair sizleri ne şaşırttı? Sizce Lübnan tarihini anlamanın anahtarlarını nerede aramak gerekiyor?
Lübnan’ın ‘sabitlenmiş bir toplum’ değil, dinamik bir toplum olduğunu öğrendim. Kutup merkezi olarak halk yığınlarının ayaklanıp Lübnan’ın birliğini pekiştirmesi yerine tam tersi oldu; çok sayıda grup ve mezhep kendi aralarında ‘ulus’ üzerinde anlaşmazlık yaşadılar ve her biri kendi büyüklüklerine ve ideolojilerine göre inşa etmek üzere ‘ulusu’ devralmaya çalıştılar. Lübnan toplumu aktif bir cazibe ve çatışma hareketinin hakimiyetindeydi. Kimileri bunu toplumsal canlılığın dışavurumu olarak değerlendirse de gerçekte yıkıcı bir hareketti çünkü bir ulusun sırtını yaslayacağı ekonomik, siyasi ya da sosyal yapıların inşası mümkün olmadı.
Bu noktada iç savaş öncesi dönemde devrimci şiddet teorisyenlerinden Sami Zebian’dan bir alıntı yapmak isterim. Kendisi devrimci şiddet ve Lübnan’daki hâkim sistemi şiddet ile radikal bir şekilde devirmeyi başarmanın yöntemleri üzerine kitapçıklar yayınladı. Lübnan’da çeşitli eylemlerle devrimci şiddeti benimseyen az sayıdaki belki de yetim dahi sayabileceğimiz Lübnan Sosyalist Devrimci Hareketi’nin teorisyenlerindendi. Bu hareket Uruguay’daki Tupamaros gibi küresel devrimci hareketlerden etkilenmişti, en çok ses getiren eylemleri 1973 yılında Bank of America baskınıydı. Şöyle diyor Sami Zebian:
“Lübnan’ın birliği adına siyasi çalışma yapabileceklerini düşünenlerin çoğu, önyargılı ideal önermeler ve Lübnan toplumuna tamamen uzak boyutlar ile yola çıktılar ve bunları Lübnan’a uygulamaya çalıştılar. Yani siyasi reform kapsamlı değişim alanlarında çalışanlar, başlangıçta Avrupa toplumlarının ürettikleri açıklamalarla geldiler. Lübnan’ın doğasını reddederek ve özellikle de kutup merkezi ‘yokluğunu’ reddederek bunu tüm topluma uygulamak istediler. Daha doğrusu onun ‘mevcudiyetini’ varsaydılar. Bir Lübnan burjuvazisinin, büyüyen bir işçi sınıfının ve bir köylü hareketinin mevcudiyetini varsaydılar. Değişime dönük herhangi bir eylem, bu çeşitliliği dikkate almalıdır. Geliştirmenin kurallarını koyup, çeşitliliği mümkün olduğunca azaltmak ve nihayet ortadan kaldırmak umuduyla.”
Bu çeşitliliğin herhangi siyasi reform ya da kapsamlı değişim doğurması mümkün değildir. Lübnan tarihinden öğrendiğim şey bu. Belki bunun en dikkat çekici örneği, 1970’lerde Lübnan’ın güneyindeki tütün işçilerinin mücadelesidir; Lübnan genelindeki tütün işçilerinin bir bütün olarak mücadelesi değil. Çünkü ülkenin diğer bölgelerdeki çiftçiler -başta mezhepçilik olmak üzere çeşitli faktörler sonucunda- haklarını alıyorlardı! Bu örneğin de gösterdiği üzere, ülke çapında mesela bir köylü devrimi bekleyemeyeceksiniz.
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Kişisel düzeydeki meşguliyetlerin bir sonucu olarak son dönemde faaliyetlerimde bir azalma oldu. Özellikle Ekim 2019’dan sonra mevcut Lübnan gerçekliğine duyulan ‘tiksinti’ ve takibinde yaşanan gelişmeler, yakın gelecekte ekonomik ve siyasi reform için herhangi bir harekete dair umudu tamamen ortadan kaldırdı. Ayrıca Gazze ve Filistin’de İsrail işgalinin uyguladığı soykırım, beni düşman ile yaşanan tarihsel çatışmalara ilişkin arşiv materyallerini yayınlamaya teşvik etti. Eğer ben, bu siyonist devlete karşı silahla karşı koyamıyorsam, belki onun tarihini açığa çıkararak karşı koyabilirim. Lübnan’da ve bölgede halkımıza karşı işlediği suçlardan bazı bölümleri yayınlayarak karşı koyabilirim.
1) Beyrut’u çevreleyen Lübnan Dağı (Mount Lebanon) bölgesi, ülke tarihinde diğer bölgelere oranla ekonomik olarak daha ayrıcalıklı bir konuma ulaşmıştır. Sektörel ve mezhepsel olarak ayrımın keskin olduğu Lübnan Dağı’nın özellikle de kuzey bölümü, bugün hâlâ ülkenin Beyrut ile birlikte en varsıl bölgesidir.