Yazıya, çok zamandır dilimin ucunda olan bir cümleyi kurarak başlayayım: Plak, “nostaljik” bir nesne değil. Bir müzik dinleme aracı. Kaset gibi, CD gibi… Elimizde tuttuğumuz, üzerine müzik raptedilen ve o müziği bize taşıyan bir araç. Yaşıyor. Sanıldığı gibi dirilmedi. Bilakis hiç ölmedi, hep vardı. Türkiye’de tedavülden kalkmış olması, dirildiği anlamına gelmiyor. Geri döndü, doğru ama bu dönüş, yok olan bir teknolojiyi yeniden hatırlamak gibi bir şey değil.
Plak, bir dönemin yıldızı. Taş plakları da işin içine katarsak neredeyse 150 yıldır hayatımızda. 78 devirli taş plakların yerini 33’lük tabir ettiğimiz plastik plaklar aldığında bir devrim gerçekleşmiş, uzun eserleri kesintisiz dinlemenin yolu açılmıştı. Taş plaklar, belli bir dakikanın üzerine çıkamıyor, bilhassa klasik eserleri bu plaklar aracılığıyla yaymak kolay olmuyordu. Çözümü vardı: Uzun eserleri parçalayarak plağa kaydetmek ama bu da pratikte pek işe yaramıyordu. Bir eseri kesintisiz dinlemek mümkün değildi; sürekli plak değiştirmek gerekiyordu.
Çözümü, 1900’lü yılların başında bulundu ve 33’lük plaklar üretilmeye başlandı. Bir yüzüne 25 dakikaya kadar müzik kaydedilebilen bu nesneler, hızla popüler oldu. Malzeme de zenginleştirildi, güçlendirildi ve kırılması zorlaştı. ‘50’li yılların başında 45 devirli plaklar ortaya çıktı ve bu, müziğin popülerleşmesini sağladı. Sonrası, plakların saltanatı.
POPUN ÖNÜNÜ 45’LİKLER AÇTI
Bilmeyenler için, devir meselesini kısaca açıklamakta fayda var: Plak, adını, dakikadaki dönüş sayısından alıyor: 78’lik plaklar bir dakikada 78 kere dönüyor, 33’lük plaklar 33 kere, 45’lik plaklar da 45 kere… Sonuncusunun müziği popülerleştiğini söyledim, şöyle açayım: Taş plaklar gibi, belli bir dakikaya ulaşabilen plaklar bunlar ve üzerlerine ekseriyetle tek şarkı kaydedilebiliyor. Bilhassa rock’n roll bu plaklar aracılığıyla ve şarkılar üzerinden yayıldı ve günümüzde pop olarak algıladığımız türün önü böyle açıldı. Bugün, hâlâ şarkılar üzerinden ilerleyen bir endüstri var. Bir insan bir şarkıyla popüler oluyor, sonrasında art arda yaptığı şarkıları bir albümde topluyor ve ilerleyişini sürdürüyor. Yekten konsept albümlerle işe başlayanlar da var -ki bu, 33’lük plakların klasik müzikten sonra pop, rock ve caz cenahını da ele geçirmesine vesile. Kasetler ve CD’ler, “büyük” plakları küçülten, müziği cebe sokan formatlar. Teknolojinin ilerlemesiyle bunların yerini cep telefonları aldı, CD ile dijitalleşen müzik mp3’ler aracılığıyla her an her yerde dinlenebilir oldu.
Gelişimi anlatan, şu kısacık paragrafta özetlemeye çalıştığım bu “evrim”i önümüze getiren çok kitap var ama ben, MSG’nin Mundi kitap işbirliğiyle okuyucuya sunduğu üç kitabın adını vereyim: Stephen Richard Witt imzalı ‘Bedava Müzik’, Alan B. Krueger tarafından yazılan ‘Müzikonomi’ ve David Byrne şaheseri ‘Müzik Nasıl İşler’. Bu üç kitap, endüstri konusunda neredeyse her şeyi önümüze koyuyor, fikir ve bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.
PLAK MI, CD Mİ, KASET Mİ?
Söz başka yere geldi, başa döneyim ve girişte kurduğum, bu ara sıklıkla yinelediğim cümleyi yeniden kurayım: Plak, “nostaljik” bir nesne değil. Bilhassa bizim memlekette böyle algılanıyor ama aslında yaşayan, hiç ölmemiş bir format. Kimilerine göre, müziği dinlemenin en iyi yolu. Karşısına kaset ve CD’yi koyanlar da var ama her şey bir yana, dinlerken müziği “görebileceğiniz” tek format.
Bu ara plaklar popüler. Kimi albümler yeniden basılıyor, döneminde plak olarak yayımlanmamış albümler plağa kaydediliyor. Sadece bunlar değil, yeni albümler de plaklar aracılığıyla dinleyiciye ulaştırılıyor. Ekseriyetle 33’lük plaklar bunlar ama benim gibi 45’lik sevdalılarını sevindiren hamleler de yok değil. Umut Adan, Gökçe Kılınçer gibi isimler, şarkılarını 45’likler üzerinde dinleyicilerine ulaştırma konusunda ısrarlı -ki onları çok sevme sebebim, biraz da bu.
Şüphesiz sıkıntılar da var: Plağın yeniden popülerleşmesiyle, dönem baskıların fiyatı bir hayli yükseldi ve hatta kimi albümler (kelimenin tam anlamıyla) uçuşa geçti. Binlerle ifade edilen fiyatlarla el değiştiren plaklar var -ki çoğu, nadirlikleriyle bu fiyatı hak ediyor ama kimi tuhaf koleksiyoncuların ortama girmesiyle, iş bambaşka bir yöne gidiyor. Bu, farklı bir yazının konusu. Bugün üzerinde durmak istediğim, plağın muhteşem geri dönüşü…
PLAK FESTİVALLERİ…
Öyle bir dönüş ki, festivallerle taçlandırılıyor. Öncesinde dört kere yapılan Kadıköy Plak Günleri, bu yıl beşinci kez düzenleniyor. Dün başlayan buluşma bugün farklı etkinliklerle devam edecek ve plak koleksiyoncuları, sevdikleri sanatçıların yanı sıra aradıkları albümleri bulma fırsatı da bulacak. Kadıköy Belediyesi tarafından belediye bahçesinde düzenlenen bu buluşma, geçtiğimiz yıl pandemi sebebiyle yapılamamıştı. Bu yıl ona bir de kardeş geldi: Şişli Belediyesi tarafından düzenlenen, ilki 18 – 19 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen ve başarıyla sonuçlanan Şişli Plak Festivali. Umarız önümüzdeki yıllarda bu buluşmalar daha da çoğalır, büyür, uluslararası bir formata bürünür ve imrendiğimiz fuarlar gibi bir fuarımız olur.
Plak, yaşayan bir format. Şu an revaçta. Bir gün kasetler geri döner mi bilmem ama varlığını dijital üzerine kuran CD’lerin son demlerini yaşadığını söyleyebilirim. Cep telefonlarımıza, bilgisayarlarımıza sığmayan müzik, plaklar aracılığıyla evlerimize taşınıyor. Söylediğim gibi, endüstriden koleksiyonculuk meselesine, üzerine konuşulacak çok şey var ama şimdilik burada bırakayım ve Şişli Plak Festivali’ni “iyi ki yapıldı” diyerek anayım, Kadıköy Plak Günleri’ne selam çakayım.
Plak güzel format. Umarım hep hayatımızda olur.