“Beni Adınla Çağır”ın (Call Me by Your Name) finaline doğru, Mr. Perlman büyük bir kalp sızısının içine düşmüş oğlu Elio ile “Yaşadığın şeyin tadını çıkar” diye özetleyebileceğimiz bir konuşma yapıyor ve devamla filmin de kıssadan hissesini anlatan şu cümleyi kuruyordu: “Hiç beklemediğimiz bir anda doğa şeytani bir şekilde en zayıf noktamızı bulur.”
Bu yıl Cannes Film Festivali’nde gösterildiği andan itibaren “Beni Adınla Çağır” ile anılan, karşılaştırılan “Ve Sonra Dans Ettik”in kahramanı Merab için de durum Mr. Perlman’ın söylediği gibi oluyor. Yani hiç beklemediği anda doğa şeytani bir şekilde en zayıf noktasını buluyor; Aşkı!
“Beni Adınla Çağır” ile “Ve Sonra Dans Ettik”i aynı sepetin içine koyduran şey kuşkusuz hikayelerin tematik benzerliği. Genç bir adamın cinsel kimliğini, aşkı ve cinselliği keşfedişi. Aklın uçup gitmesi, boşluğun havada asılı kalması, ilk sızı, ilk acı ve ilk büyük keder… Ancak “Ve Sonra Dans Ettik”i, diğerinden ayıran farklar var. Bu da filmi kendine özgü yapıyor. Tiflis’te yaşayan kahramanız Merab, çocukluğundan itibaren Gürcü danslarına tutkuyla bağlıdır ve bir toplulukta yer alır. Her gün ağır provalar yaparlar. Topluluk bir yandan önemli dostlukların kaynağı iken diğer yandan rekabet alanıdır. Batum’dan gelip guruba katılan Irakli önceleri Merab için bir rakiptir ancak, ikili birbirlerine yakınlaştıkça aralarındaki cinsel ve duygusal çekim onlara bambaşka yerlere sürükler.
Gürcü asıllı İsveçli yönetmen Levan Akin, birkaç yıl önce Gürcistan’daki ilk onur yürüyüşünü gerçekleştirmek isteyen gruba karşı kilise ve sağcı grupların linç girişimi haberini okuyunca bu hikayeyi çekmeye karar vermiş. Gürcistan’a gidip araştırma yaptıkça Merab’ın öyküsü de şekillenmeye başlamış. İlginçtir, filmin geçen hafta Gürcistan’da gerçekleştirilmek istenen gösterimleri de yine kilise ve sağcı gruplar tarafından engellenmek istendi, filme giden seyircilere fiziksel şiddet uygulandı.
“Ve Sonra Dans Ettik”, Gürcistan gibi Sovyet sonrası dönemde hızla sağcılaşan ve dindarlaşan bir toplumda eşcinsel olmanın zorluklarını anlatırken, bunun yalnızca günlük hayata değil kültürel kodlara da nasıl sindiğini göstermesi açısından cezbedici. Merab’ın dansının fazla ‘efemine’ bulunması, erkeklerin kadınsı tavırlarının Gürcü danslarından on yıllar önce çıkarıldığı bilgisiyle birlikte sunuluyor seyirciye.
Aslında yalnızca Merab değil, başta Irakli ve yakın arkadaşı Mary olmak üzere bütün gençler değişime direnen muhafazakâr kuşak ile gelenekler arasındaki sıkışmış durumda. Kendi dillerini kurmak ve kendi danslarını yapmayı başarmak ile kalkıp başka ülkelere gitmek arasında kalmış bir sarkaç gibi gidip geliyorlar film boyunca. Hikayenin odağında Merab’ın acıları, Batum’da bekleyen ailesi, sevgilisi nedeniyle Irakli’nin çaresizliği olsa da, Mary’nin ülkeden kurtulma hülyalarına, David’in derbederliğine de tanıklık ediyoruz.
“Ve Sonra Dans Ettik” bu bakımdan “Beni Adınla Çağır”daki kadar konforlu, steril bir aşk ve büyüme hikayesi anlatmıyor. Eski konaklar, yıllanmış şaraplar, eğitim için olanaklar yok bu evrende. Anlayışlı aileler, öğüt veren ve dinleyen babalar, acılar dinsin diye cebe para koyup tatile gönderen ebeveynler de yok. Bu bakımdan filmin gerçeğe yakın bir görsel ton tutturduğunu, özellikle düğün sahnesindeki gibi plan/sekanslarla seyirciye duyguları aktarmayı başardığını ve finaliyle de beklenen düğümü attığını söylemeden geçmeyelim. Ama işte meselenin püf noktası bir önceki cümlede yer alan ‘beklenen’ ifadesi.
“Ve Sonra Dans Ettik” senaryo devamlılığı, oyunculuk, görsel tasarım ve yönetmenlik açısından çağın bütün gereklerini yerine getiren ve bu yüzden de ilgi gören bir film. Ancak, hiç çekinmeden söylemek gerekir ki, filmde öngörülemeyen, beklenmedik hiçbir şey yok. Gürcistan’da geçen bir eşcinsel genç hikayesi için olması gereken her şey var. Dağılmış aile, sorunlu ağabey, umursamaz baba, yoksulluk, sonradan en iyi arkadaşa dönüşecek kadın sevgili, acımasız oğlan çocukları, çekip giden sevgili vs. Film bu bakımdan fazla öngörülebilir ve tahmin edilebilir kalıyor. Hatta biraz daha iddialı bir cümle kuracak olursak, fazlaca formül olduğunu bile söyleyebiliriz. Hakkını yemeyelim Levan Akin bu formülleri yerli yerinde kullanıyor ve tıkır tıkır işletiyor. Finalde nasıl bir sahnenin olacağını biliyor olmamıza rağmen yine de beklentinin üzerinde bir iş çıkarıyor.
Her şeyi tamammış gibi görünse de filmden çıkınca “bir şey eksik sanki” duygusu kalıyor geriye. Her ne kadar yönetmen ülkeyi ve karakterleri ‘gerçekçi’ kurmaya çalıştığını söylese de, anlattığı hikayenin romansına ve bunun ‘Batı’da yaratacağı etkiye kendisini fazlaca kaptırdığını düşünüyorum. Filmin gösterilmesinin bile sorun olduğu, izleyicilerin tartaklandığı bir ülkede geçen böylesi bir hikaye boyunca hem karakterin hem seyircilerin bir kez bile ‘tedirgin’ olmasına izin verilmemesi, hikayenin ısrarla güvenlikli alanda tutulmaya çalışıldığı izlenimi verdi bana. Meseleyi sadece ‘romans’ içine sıkıştırıp bırakmak, çevresel koşulları mümkün olduğu kadar bu temanın etrafında ele almak hikayeyi tutarlı hale getirmenize engel teşkil etmez belki ama meselenin ‘aşk’ kadar öne çıkması gereken ‘mücadele’ kısmının üzerine örter. Geriye Merab ve arkadaşlarının durumunun verili ve değişmez kabul edildiği, becerenin “Batı’ya gidip kendini kurtardığı” kalanların akıbetinin ise kimsenin ilgisine mazhar olmadığı bir ülke kalır. Buna epey bir süre oryantalizm denildi. Şimdilerde ne deniliyor, ben de bilmiyorum!
VE SONRA DANS ETTİK
ORİJİNAL ADI: And Then We Danced
YÖNETMEN: Levan Akin
OYUNCULAR: Levan Gelbakhiani , Bachi Valishvili, Ana Javakishvili, Giorgi Tsereteli,
Tamar Bukhnikashvili, Marika Gogichaishvili
YAPIM: 2019 İsveç, Gürcistan, Fransa
SÜRE: 110 dk.