Plazaların ezemediği barakalar

Finans merkezi yapılacağı gerekçesiyle evleri yıkılan Dum ailesi hukuk mücadelesi veriyor. Veysel Dum, "Romanız diye mi bunu yapıyorlar? Artık topluma karışmak, bir arada olmak istiyoruz” diyor.

Abone ol

DUVAR - “Ataşehir’i finans merkezi yapacağız” dediklerinde insanları yaşadıkları bölgeden zorla sürmeyi kast ediyorlarmış meğer. 250 yıldır Küçükbakkalköy’de yaşayan ama yurtsuz sayılan Romanlar ve mahalleleri de hedeflerden biriydi. 19 Temmuz 2006’da hem İstanbul Büyükşehir hem de Kadıköy Belediyesi’ne bağlı zabıta ekipleri yıkım için polislerle birlikte bu mahalleye geldi. 256 ev o gün yıkıldı. Bu evlerden biri de Dum Ailesi’ne aitti.

Yüksel Dum yıkılan evinin arazisine bir baraka inşa etti ve ailesiyle birlikte orada yaşamaya başladı. Bu barakanın önüne de bir çiçek tezgahı kurdular ve geçimlerini bu şekilde sürdürdüler. Yüksel Dum bu yıkımı mahkemeye de taşıdı. Mahkeme sürecinin sekizinci yılında, lehine çıkan kararı göremeden aramızdan ayrıldı. Kısa bir süre sonra eşi Nigâr Dum da ölünce aileye bakmak erkek kardeşlere düştü.

'BİZDEN NE İSTİYORLAR?'

Yargıdan yıllar sonra lehlerine karar çıkan Uygun Dum, kararı ve tapu belgesini gösteriyor.

“Elimizden geleceğimizi almaya çalışıyorlar” diye başlıyor söze Veysel Dum ve soruyor; “Tapu tahsis belgemiz var; bu belge için ödediğimiz paranın makbuzu var; lehimize verilmiş Danıştay kararı var. Bizden daha ne istiyorsunuz?”

Kadıköy Belediyesi, ailelerin sahip olduğu bu belgelerin tapu olabilmesi için belirledikleri metrekare fiyatları üzerinden ödeme yapmaları gerektiğini bildirmiş buradaki insanlara. Ancak, o paraları ödemeye gücü yetecek kimse yokmuş. O esnada birçok müteahhit anlaştıkları aileler adına bu bedelleri ödeyip tapuların sahipleri olmuşlar. Ailelere ise gerçek bedelin çok altında paralar verip, onları oradan göndermişler. Bu süreç sonunda Kadıköy Belediyesi bu araziler için ihaleye çıkmış ve bu arazileri satmış.

Dum ailesi müteahhitlerin tuzağına düşmediği için, kendi deyimleriyle, hâlâ bir hukuk savaşı veriyor. Veysel “Bu dert yüzünden annemi, babamı kaybettik. Babamı kaybedince meydanı boş sandılar ama bu işin peşini bırakmayacağız. Ya bizim de canımızı alacaklar ya da çoluk çocuğumuzun geleceği için hakkımızı alıp buradan gideceğiz” diye anlatıyor içinde bulundukları durumu. “11 senedir sıcak su nedir, banyo nedir, sıcak yemek nedir bilmeyiz” diye devam ediyor ağabey Uygun Dum ve ekliyor: “İstanbul’un ortasındayız, göbeğindeyiz. Ama açlık var, yokluk var. Toplumdan çok aşırı dışarıdayız. İnsanlar uzaya bile ev yapıyorlar, biz hâlâ burada sürünüyoruz.”

TAHLİYE BİLDİRİMİ YAPILMIŞ

Zaten dışarıda yaşayan aileye geçen ay bir de tahliye bildirimi yapılmış. Araziyi “satın alan” kooperatif tarafından gönderilen belgeye göre 60 gün içinde ailenin araziden çıkması istenmiş. “'Riskli yapı olduğu için yıkılması gerekiyor' diye tebligat aldık. Allah aşkına, burada bir ev, bir bina görebiliyor musun?” diye soruyor Uygun. Fakat bu bildirim bile bu sürenin son 30. gününde yapılmış. Üstelik Dum ailesinin elinde bu arazi için yapılan satışı durduran Danıştay kararı mevcutken. Uygun “Burası bizim kendi yerimiz. Hakkımızı yemeye çalışıyorlar. Artık çok sıkıldık bu durumdan. Uğraşmak istemiyorum. Bir orta yolu bulunsun. Kim aldıysa burayı rayiç bedelin yarısına da razıyız. Versinler, gidelim. Bizim tek derdimiz çoluk çocuğun bir geleceği olması. Onların evlerde büyümesi. Okula gidebilmesi. Topluma karışması” diye anlatıyor. Veysel de “Bize ‘buradan gidin’ diyorlar. Burada sen mi doğdun, sen mi yaşadın, sen mi çilesini çektin?” diye soruyor.

Aile oldukça zor şartlarda yaşam mücadelesi veriyor.

“Ne arkadaşımız kaldı ne komşumuz. Kimsesiz kaldık” diyor Uygun ve şunları söylüyor: “Eskiden burası bir gecekondu mahallesiydi. Komşularımızla iç içe yaşardık. Şimdi bizim gibi direnen 1-2 kişi kaldı. Direnemeyip 10 liralık yerini 1 liraya satanlar çok oldu. Sultanbeyli’de boş bir arazide çamur içerisindeki çadırlarda yaşıyorlar. Onlar dağda, tepede. İmkânları yok, banyo bile yapamıyorlar. Biz de dağdaki koşullarla aynı şekilde yaşıyoruz.”

Veysel de, “Bizi dağıttılar, batırdılar. Hayatımızın içine ettiler anlayacağın!” diyor. Çevredeki plazalardan sadece 2 kişi gelip gidiyormuş ailenin yanına. Birisi 2-3 günde bir çiçek alırmış destek olmak için. “Bir başka abimiz de” diyor Veysel ve soruyor: “Sırf ekmek yiyelim diye bana kağıt verir, haybeden masasının yerini değiştirtir. Direkt uzatınca gururumdan almayacağımı biliyor ya, mahsustan iş yaptırır. İyi de biz bu şekilde ne zamana kadar devam edebiliriz?”

Aile, çiçekçilik yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor.

OKULA GİDEMİYORLAR

“Bu konular yüzünden liseyi bıraktım. Aileye katkım olsun diye çalışmaya başladım” diyor küçük kardeşlerden biri. “Çocuklar gelişemiyorlar; ellerine bir defter, kitap alıp okuyacak ortamları yok” diyorlar. Şu anda lise birinci sınıfta okumaya devam eden Ferdi’nin geçenlerde doğum günüymüş. Arkadaşları sormuşlar “Parti vermeyecek misin?” diye. “Ben parti yapamam; evim yok, yurdum yok” demiş Ferdi. “Dünyamız yıkıldı bunu duyunca” diyor Veysel ve öfkesini dile getiriyor: “Bu çocuklar bunu hak etmiyor. Sen nasıl ziyan edersin bu çocukları? Bu çocuğu sokakta bırakıyorsun ama yarın, öbür gün bu çocuk askere gidip vatanına hizmet edecek, belki de canını verecek. Bunu nasıl yapabiliyorsun?”

Bunu söyledikten kısa bir süre sonra da “Konuştuğum zaman ağırıma gidiyor” diyerek susuyor. Uygun da, “Bize kardeşlerimizin geleceğini versinler. Tam değil, çoluk çocuğumuzu kurtaracak kadar versinler yeter. Romanız diye, cahiliz diye mi bunu yapıyorlar? Artık topluma karışmak, bir arada olmak istiyoruz” diyor.

"Dum ailesinin mücadelesine destek olmak için: https://www.change.org/p/hukuk-mücadelesini-kazandıkları-halde-çocukları-sokağa-atacaklar-son-20-gün-bunu-önle"