"Münavebe" (alternance) sözcüğünü "nöbetleşe" şeklinde de kullanıyoruz. Sözcük bu haliyle belki de en sık olarak tarımla / ekimle ilgili olarak karşımıza geliyor.
"Ekim nöbeti nedir? Aynı arazi parçası üzerinde belirli bitkilerin, belirli bir sıraya göre arka arkaya yetiştirilmesine 'ekim nöbeti' denir" şeklinde mesela.
"Ekim nöbeti"nin toprağın yapısını nasıl iyileştirdiği, hastalıklar, zararlılar ve yabancı otlardan nasıl kurtardığına ilişkin bilgilere de yabancı değiliz.
"Münavebe/nöbetleşe" iş hayatında da sıkça kullanılan bir sözcük. Kimi büyük kuruluşların yönetimindeki değişikler, yönetime filan kişinin gidip falan kişinin gelmesi gibi...
Sözcüğün bu yazıda bizi ilgilendiren türünü ise "politik münavebe" olarak ifade edebiliriz. "Münavebe / nöbetleşe" bu çerçevede farklı partilerin birbiri ardından iktidara gelişidir. Nitekim farklı ülkelerdeki demokratik rejimleri hatırladığımızda siyasal iktidarın neredeyse sırayla farklı partilerin eline geçtiğini gözlüyoruz. Sağ / muhafazakar partiler gidiyor yerine sol / sosyal demokrat partiler hükümet ediyor. Siyasi iktidarın bu şekilde “politik münavebe” çerçevesinde el değiştirmesi bu demokrasilerde tabii ki olmazsa olmaz bir işleyiş biçimi. Geriye gitmeye gerek yok, son on yıl içinde aklınıza gelen demokrasilerde siyasi iktidarın “politik münavebe” çerçevesinde nasıl el değiştirdiğini hatırlayabilirsiniz.
Bu çerçevede gelelim Türkiye’ye. Bu ülkede böyle bir siyasal kültürümüz maalesef yok. Tam tersine iktidarı ele geçiren siyasi parti "münavebeyi" hepten akıldan çıkarmış olarak yerini ebediyen koruyacağına kendisini olduğu kadar toplumu da ikna etme çabası içine giriyor. Yani, “Bundan böyle de tabii ki seçimler var, ama seçimlerin sonucu dünden belli…” gibi bir tutum. Nitekim bu çerçevede tarihler de veriliyor. Bu tarih 2023 olabildiği gibi (hele de tevazudan yoksunsanız) sırasında 2053’e ve hatta (inanılması zor ama!) 2071 de oluyor. Seçimlerin varlığı tabii ki "demokrasi"nin vazgeçilmez bir ilkesi, ama ne yazık ki seçimlerin sonucu şimdiden belli!
Geçen gün cumhurbaşkanı (Erzurum’da yanılmıyorsam) halka şöyle sesleniyordu:
"Ülkemizi 2023 hedeflerine taşımakla kalmayacak 2071 hedeflerine ulaştıracağız. 2019 Mart ve asım seçimlerine hazır mıyız. Mart ve Kasımda, unutmayın bir 7 Kasım daha yaşamak istemiyoruz Erzurum’da. Şimdiden hazırlığımızı yapacağız."
Bu sözlere ilk okuduğumda pek bir anlam verememiştim. İmdadıma Cumhuriyet gazetesinin konuya ilişkin haberi yetişti. Gazete konuşmanın yukarıda aktardığım bölümünde bir parantez açmış ve şu notu düşmüştü: “7 Haziran seçimlerini kastediyor.”
Rahatladım haliyle, çünkü konuşmanın “bir 7 Kasım daha yaşamak istemiyoruz” bölümü beni az kalsın çok yakın tarihe ilişkin ne kadar bilgisiz / ilgisiz olduğuma ilişkin hiç de hoş olmayan bir kanaate sürükleyecekti…
Cumhurbaşkanı sözlerini şöyle sürdürüyordu:
“Eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım. Erzurum bu defa çok daha farklı şekilde sandıklarda patlayacak.”
Bu sözler de anlaşılması (zordan öte) imkânsız nitelikteydi. Hakkında konuşulan konu gelecek seçimler olduğuna göre bunun “eşeği sağlam kazığa bağlamak” gibi bir darb- ı mesel ile nasıl bir ilişkisi olabilirdi? Siyasi partiler ne zamandır “sağlam” ve “çürük” kazıklara dönüşmüştü?
Oldu olacak şu sözleri de aktarayım:
“Milletimize meselenin AK Parti meselesi olmadığını, meselenin Tayyip Erdoğan meselesi olmadığını bir Türkiye, Türk milleti meselesi olduğunu çok iyi şekilde anlatmalıyız. Tam tersi durum ortaya çıkarsa kaybeden hepimiz olacağız. AK Parti kazanırsa Türkiye kazanır bunu böyle bilelim. AK Parti kaybederse Türkiye kaybeder. Dokunmadık yürek sıkmadık el bırakmayacağız.”
Yani? Yanisi şu ki, "politik münavebe" gibi demokrasilerde olmazsa olmaz kabul edilen bir ilke bu ülkenin tabiatına aykırıdır. Ya hep birlikte ve her zaman Ak Parti ile kalacağız, ya da geleceğe ilişkin en kötü senaryolardan beğen beğendiğini…
“Ak Parti kazanırsa Türkiye kazanır bunu böyle bilelim. Ak Parti kaybederse Türkiye kaybeder.”
Görüyorsunuz, “tevazu”dan eser yok! Ya BEN varım, ya da gerisini siz düşünün…
Güzel ama çok yakın tarih hiç de böyle söylemiyor. 7 Haziran seçim sonuçlarına göre; 2011'de yüzde 49.8 oyla 327 milletvekili çıkaran AK Parti, yüzde 40.8'e geriledi. 258 milletvekilinde kalarak tek başına iktidarı kaybetmişti Ama biliyorsunuz ki Türkiye kaybetmemişti… Üstelik 7 Haziran seçim sonuçları bazı araştırma kuruluşları tarafından verilen oranlarla neredeyse: milimi milimine aynı çıkmıştı: “Haziran’15 Barometresi için yaptığımız araştırmanın seçim bulguları, 7 Haziran’da yapılan Genel Milletvekili Seçiminin sonuçlarına yakın çıkmıştır” (KONDA)
Peki, Ak Parti’nin 7 Haziran seçimleri sonrasında tek başına hükümet kuramaması sonucunda ülke hemen o dakika “kaybetmiş” miydi? Yooo! Bu sonuç tam tersine seçmenlerin "politik münavebe" ilkesi çerçevesinde farklı partilere bir davetiydi.
“İyi ama beş ay sonra yapılan seçim seçmenlerin sözünü ettiğiniz ‘davet’ten vazgeçtiğini göstermiyor mu?” diyorsanız bana göre yanılıyorsunuz. Yanılıyorsunuz, çünkü bu durumda bir sonraki seçimin hangi şartlarda, yani hükümet ve PKK cephesinin her ikisinin de başvurduğu “şiddet” yöntemi beraberliğinde sonuçlandığını unutuyorsunuz demektir. Yoksa hiçbir ülkede yüzde 10’a yakın oy kaybeden bir siyasal partinin bey ay sonra kaybettiğinden fazlasını (5 milyon oy artışı) sandıkta bulması imkansızdır.
7 Haziran ve 5 Kasım seçimlerinin niçin bu derece şaşırtıcı bir farkla çıktığı üzerine bugüne kadar çok yorum yazıldı/çizildi. Ancak iki seçim arasındaki bu fark bize Türkiye’de seçmenlerin “politik münavebe”yi bir kere denedikten sonra “dilleri yanıp” bu temel ilkeden vazgeçtiklerini düşündürmemelidir. Bana sorarsanız, o gün, bugün ve yarın için seçim politikaları belirlerken Türkiyeli seçmenlerin 7 Haziran’da sergiledikleri politik tavırlarını / tutumlarını hiç mi hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Bir siyasal partinin “Bizi ya da sefaleti, şiddeti, gelecekten umudu seçin!” türünden meydan okuması "çok partili hayat" diye övünülen ilkenin temelini oluşturan "politik münavebe"yi defterden silmesi bir yana, 7 Haziran’da Ak Parti’nin oylarını 10 puan düşüren seçmenleri de rencide edici bir tutumdur.
Yeter ki, ortaya 7 Haziran duruşunu tekrarlatacak politikalar sürülebilsin.