İlk hızlı tren kazalarının birisinden sonra makinist “Bugüne
dek, yalnızca normal tren kullandım, hızlı tren kullanma eğitimi
vermeden hızlı tren kullanma görevi verdiler.” demişti. Sonuncu
kazayla anladık ki; hızlı tren var, sinyalizasyon yok! İhmalkarlık
listesi çok uzun. Kaza değil cinayet başlıklı haberleri kanıksadık.
Çocuklara tecavüz ediliyor, her gün bir kadın ve bir işçi ölüyor,
hayvanlara işkence ediliyor. Hukuka güvenmiyoruz, güvenemiyoruz;
elinde bavuluyla hapishane kapısında el sallayan gazeteci fotoğrafı
görmediğimiz hafta geçmiyor. Yandaşlar semiriyor, hem soyut hem de
somut anlamda devletin içi boşaltılıyor. Bunları kanıksamış
olamayız! Kanıksadık mı yoksa?
Devlet memuru babasının, evde çalışmak üzere ofisten getirdiği
dosyadan çıkan kalemi kullandığı için, tokat yemiş insanların da
bulunduğu bir toplumuz. Bu tür anılar genellikle Cumhuriyetin ilk
yıllarına rastlıyor, ortak bir amacın umudun henüz taze olduğu
dönemlere.
Onur bu kadar farklı ölçeklerde dağıtılmış olabilir mi?
Arabanızın beşinci taksidi kapıda olduğu için mi istifaya
yanaşmazsınız? Neden? Bir kuru özür bile dileyemeyecek denli
vurdumduymaz olmanız, altına girip saklanabileceğiniz bir sistem
olduğu için mi? Her ne olursa olsun istifa etmeyen, koltuklarına
yapışmış politikacıların, bürokratların haysiyetsizliği, halkın
haysiyetinden bağımsız bir unsur olabilir mi? Soruyorum sadece.
Tatile giderken, devletin kendisine verdiği telefonu yanında
götürdüğü için istifa eden bir bakan vardı Norveçli miydi?
Gümrükte, torununa aldığı oyuncak ayıyı beyan etmediği için istifa
eden başbakan, Avusturyalıydı sanırım.
Yanlış hatırlamıyorsam sol temporal beyin lobumuzdu, duyusal
girdilerin hemen tamamını filtre ettiği halde; hayatta kalma
güdüsü, kabilenin devamlılığını tehdit eden unsurlar gibi verileri
filtre etmeden işleme alan. Bu nörotipik davranışın, bilinç
düzeyine çıkmasa da bilinçaltımızda halen faal olduğunu söylüyor
uzmanlar. İlginç olan, otizmin normal bireye yaslanan geçiş
bölgesinde bir sendrom olarak adlandırılan aspergerli bireylerde
(aspiler) hiçbir filtreleme işleminin olmaması. Bazı uzmanlar bunu
evrimin bir basamağı olarak değerlendirmeye başladılar. Nedenleri
hakkında henüz bir tartışma zemini yok.
Özellikle üstün zekalı olan aspilerin ciddi sosyalleşme ve uyum
sorunları yaşadıkları biliniyor. Kadınların erkeklerden daha az
asperger tanısı almaları, kadınların sosyal uyumu taklit edebilme
yeteneklerine bağlanıyor. Bu insanlar çoklu ilgi alanları olsa da
belirli bir konuda derinleşebiliyorlar. Slicon Valley
çalışanlarında otizm ve asperger oranının yüksek olduğundan söz
ediliyor.
Sosyal iletişime tamamen kapalı olanlardan, hafif uyum sorunları
yaşayanlara varan geniş bir spektrum otizm ve asperger. Giderek
daha sık tanı konuluyor. Hastalık hakkında bilgimizin çoğalması
nedeniyle, tanı oranlarının arttığı bir gerçek; uzmanlar, artışı
yalnızca buna bağlamanın yanlış olacağını, çocuklarda görülme
sıklığının giderek yükseldiğini ifade ediyorlar.
İnsan türü, öteki ile olan ilişkilerinde giderek dökülüyor. İç
çamaşırımıza kadar ıslandığımız bilgi sağanağı bizi
duyarsızlaştırıyor aynı zamanda, derin bir umutsuzluğa teslim
olduk. Benim alışveriş poşetim, güzelim bir balinanın ölümüne sebep
oluyor. İnsanlar kaçırılıyor, organları için öldürülüyor; çocuklar
fuhuşa zorlanıyor; hayvanlara, insanlara, doğaya zulmediliyor;
ekonomik çıkarların örgütlenmesi uğruna, nöroekonomik topluluklar
kuruluyor! Kaygı, bir duygu durum bozukluğu ama sigortacılık,
belirli bir ölçüye kadar bankacılık, kaygıdan besleniyor. Ne kadar
utanç verici!
İnsanları oldukları gibi görmek, filtresiz algı ile yaşamak çok
zor olsa gerek. Aspi bireylerin bazıları dürüst konuşmaları nedeni
ile tanı alıyorlar. Belirli bir sosyal kaygı taşımadan geldiği gibi
aktarıyorlar çünkü. Belki de bizler çok kırılganız, onlarsa normal
olanlar. Dünya, yıkıma doğru ağır ağır ilerlerken; ülkemizde
“ucundan tutulacak” bir yan kalmamışken; dizi seyrediyor, her türlü
eleştiriden kaçıyor, ait olduğumuz sürüden bir türlü ayrılamıyoruz.
Başkalarını eleştirmeye gelince “yengeç sepeti sendromu”nun kurbanı
oluyoruz milletçe. Sepetten kurtulmak üzere olan yengeçler, alttaki
yengeçler tarafından aşağıya çekildiği için, topluca ölürmüş
sepetteki yengeçler. Oysa, bir insanın onuru, ruhsal dengesi
eleştiri yaparken kolayca anlaşılır; özellikle anlaşamadığı
birisini eleştirirken.
Bu devirde, para kadar, bilgi kadar bol olan şey sahtelik olsa
gerek. Kişisel bir tepki olarak değil, dünya tininin ortaya
koyuluşu olarak görürsek; otistik/aspi tavır, sahtekar topluma
yapılacak en ağır eleştiri değil midir? Kendi haklarından, yaşama
katılma hakkından feragat etme pahasına, ilişkide olmayı reddetmek.
İçinde, “insan” barındırmayan ilişkiler yürüttüğümüzün yüzümüze
çarpılması. İnsan olmanın olmazsa olmaz koşulunun “ilişkinin”,
varlığımızın yadsınarak bize verilmemesi. Cesur olup maskelerimizi
çıkarsak, karşılıklı bezginlik ve bıkkınlığımızın dışa vurumu
farklı mı olurdu acaba?
Profil fotoğrafını kazadan sonra, bayrak yapan genel müdürün
içinde bir nebze de olsa insanlık var diye sevinelim mi? Bir gram
da olsa umursuyor, yaşantılamıyor olsa da utanç duygusunu tanıyor
ve saklanıyor diye teselli mi bulalım? Yalanlarına artık
güldüğümüz, ülkeyi dev bir Zaytung ofisine çeviren politikacıları
dinlerken, onlara maruz kalırken “hiç olmazsa yalan atıyor; demek
ki olması gerekenle yaptığı arasında son kertede de olsa bir ilişki
kurabiliyor; berbat bir yöntemle de olsa insanlıktan çıkmışlığını
gizlemeye çalışıyor” diye avunalım mı? Hangi dala tutunalım? Hangi
limana sığınalım?
Deli bir düşünce biliyorum ama yoksa biz, hani o sol lobu “türün
devamı” “kabilenin yararı” “hayatta kalma güdüsü” gibi uyaranları
da filtre eden bir bir güruhla mı karşı karşıyayız. Acaba, evrimin
ara basamakları, bizden yeni tür tanımları yapmamızı mı bekliyor?
Bir yanda tamamen filtre eden bir beyin ile, hiç filtre etmeyen bir
beyin aynı olabilir mi? Evlat kaybetmiş, canını kaybetmiş acılı
yakınların “Bir insan bunu nasıl yapabilir?” “Siz insan
olamazsınız!” çığlıkları yüreğimi parçalarken, biyolog tarafım “bir
tür olarak ne olabilir o zaman?” diye sormadan duramıyor. Üstüne
üstlük, Edward Fredkin’in yapay zeka ile ilgili coşkusu yapışıyor
yakama: “Yapay zekanın yaratılması, evrenin ve yaşamın
yaratılmasından sonra, evrimin üçüncü ve son evresidir: Tinin
fiziksel evrenden kurtulduğu ve yaratan ile yaratılanın tek olduğu
evre.”
Bu uçurum kapanır mı?