Yüksek Seçim Kurulu önceki gün resmi seçim sonuçlarını ilan etti. Böylece bir seçim dönemi daha resmen geride kalmış oldu. Yeni Türkiye’nin ilk seçimi... Seçim geride kaldı ama hakkındaki tartışmalar bitecek gibi görünmüyor. Anlamak istiyoruz. Neden beklediğimiz gibi olmadı? Neden olduğu gibi oldu? Olan ne kadar gerçekten olandı? Sorularımız çok, yanıtlar çeşitli ama kim haklı henüz bilmiyoruz. Belki de hiç bilemeyeceğiz. Ancak bana kalırsa bu anlama çabasının ortaya çıkarttığı farklı yorumların kendileri de en az seçim sonuçları kadar üzerinde düşünmeye değer. Seçimlerden bu yana özellikle muhalif kalemlerin yazdıklarını okumaya çalıştım. Atladıklarım mutlaka olmuştur. Eksik olduğunu baştan kabul ederek okuduklarım üzerinden yorumların niteliğine dair kabaca bir haritalama yapmaya çalışacağım. Yorumcu, analizci adı vermeden... Analiz içeriklerini buraya yeniden aktarmadan...
İlk ayrışma, hemen seçimi takip eden saatler içinde hem sosyal medya hesaplarından hem de dijital ya da geleneksel medya mecralarından yayılan yorumlarda belirdi. İlk yazılanların önemlice bir bölümü, seçim gecesi muhalefetin derin sessizliğini anlamaya, açıklamaya, eleştirmeye yönelmişti. Bunlar arasında sonuçların yarattığı hayal kırıklığını, şaşkınlığı, öfkeyi yansıtan duygu patlamalarıyla kaleme alınmış yorumlar da vardı. İkinci tura kalması beklenen seçimlerin daha ilk turda bitmesi, AKP’nin oy kaybına rağmen Cumhur İttifakı’nın parlamentoda çoğunluğu elde etmesi, muhaliflerin beklenen başarıyı gösterememesi, muhalif adayların sandıklara, sonuçlara sahip çıkma vaatlerini seçim gecesi boşa çıkartmaları, erken gelen kutlamaların bir gövde gösterisine dönüşmesi, yorumlarda, analizlerde açığa vurulan duyguların arka planını oluşturuyordu. Bu gruba duygu zemininde yorumlar adını vereceğim kabaca.
Bunlara hemen duyguları niceliğin rasyonelliği ile dizginlemeyi deneyen soğukkanlı sesler eklendi. Oy oranları veriliyordu; oranların anlamı çözülmeliydi asıl. Seçmen davranışı, seçmenin kime, nasıl bir mesaj vermiş olduğu bu sayılarda gizliydi. Muhalefetin seçim gecesini iyi yönetememiş olması önemliydi tabii, ama asıl ihtiyacımız seçmenin mesajını çözmekti ki bunun için elimizdeki tek veri oy oranlarından ibaretti. İlk günlerin adayların, partilerin, ittifakların kabaca oy oranları üzerinden yapılan analizleri sonradan yerini çok daha ayrıntılı analizlere bırakmaya başladı. Bunlara da karşılaştırmalı çözümlemeler diyeceğim. Elbette yine kabaca... Karşılaştırmalı çözümlemeler, seçimleri takip eden birkaç gün içinde sonuçlar resmi olmasa da belli olunca giderek çeşitlendi. Anlama çabamızın asıl eksenini bunlar oluşturmaya başladı. Sayıları, grafikleri, tabloları okuyabilme gibi özel bir uzmanlık gerektiren analizlere teslim olduk. Bu çözümlemeleri de kendi içinde birkaç kümeye ayırmak mümkün.
1. 24 Haziran erken genel seçimlerini, 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 genel ve erken seçimleri ile karşılaştırarak özellikle AKP’nin oy kaybını, AKP seçmeninden hangi partilere oy geçişleri olmuş olabileceğini genel oy oranları üzerinden değerlendiren açıklamalar,
2. Yine önceki seçimlere kıyasla özellikle Kürt seçmenin tercihlerinde nasıl bir değişiklik olduğunu, HDP’nin bölgedeki oy kaybı, AKP ve MHP’nin oy artışı üzerinden açıklamaya girişenler,
3. Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı'nın oy oranlarını bu ittifakların cumhurbaşkanı adaylarının oylarıyla kıyaslayarak yine ittifaklar içindeki partilerden partilere ve partilerden adaylara oy geçişlerini açıklamaya çalışanlar,
4. CHP’nin geçmiş seçimlerdeki oy oranlarını esas alarak yaptıkları kıyaslamalarla HDP’ye ve İYİ Parti’ye oy geçişlerini anlamaya çalışanlar,
5. Yine önceki seçimlerle bu seçimlerin oy oranlarını bölge bölge karşılaştırarak özellikle AKP açısından belli bölgelerde ortaya çıkan oy kayıplarına dikkat çeken, muhalefetin sanıldığı kadar başarısız olmadığını ya da ekonomik-toplumsal sorunların seçmen tercihleri üzerinde sanıldığından daha fazla etkili olduğunu göstermeye çalışanlar... Bu liste böyle uzar gider... Sayıları sonsuz bileşimler içinde ele almak mümkün çünkü. Unutmadan bunlara bir de farklı seçimlerde parlamentodaki sandalye dağılımındaki değişimleri ele alan yorumları eklemek gerekiyor. Özellikle muhalefetin parlamentoda nasıl bir gücü olacağını hesaplamak için bu dağılımlara bakıyor yorumcular. Parlamento niteliğini hepten kaybetmiş son meclisimizdeki sandalye dağılımı örneğin, AKP’nin anayasa yapma yeterliliğini yitirdiği anlamına geliyormuş ki bu da AKP’nin eski gücüne sahip olmadığının kanıtlarından biriymiş.
Sayılara, oranlara başvurmakla birlikte bunları yalnızca iktidar mı daha başarılı, yoksa muhalefet mi sorusunun yanıtına indirgemeden, seçmen tercihlerini sosyolojik, ekonomik gerekçeler temelinde açıklamayı deneyen yorumları üçüncü bir grup olarak ayırmak gerekiyor. Bu tür yorumlar, Türkiye toplumunun sosyolojik, politik ya da ekonomik gerçeklerinin seçim sonuçlarına nasıl yansımış olabileceğini anlamaya çalışıyor. MHP’nin beklenmedik seçim başarısının sosyal, politik, ekonomik nedenlerini açıklamak üzere yazılan yazılar örneğin. Daha üstten, daha akademik bir dille, olgulara işaret ederek, “anlama” çabasını daha bilimsel bir rasyonellikle dokuyor bunlar. Kurdukları nedensellik bağıntıları ile “açıklama” sıfatını en çok hak edenler de bu tip analizler. Bunlara da nedensel çözümlemeler diyeceğim.
Bütün bu anlama çabalarının arasında tek tük de olsa, seçimlerin meşruiyetini sorgulayarak sonuçları yorumlamanın gereksizliğini, hatta anlamsızlığını dile getiren yorumlar da gözüme çarptı. Özellikle rejimin dönüşen niteliğine, OHAL koşullarına vurgu yaparak seçimlerin daha başından meşruiyetini yitirmiş olduğunu, böyle bir ortamda yapılan seçimlerin sonuçlarının güvenilir olamayacağını, bu sonuçların seçmenin gerçeğini yansıtmasının olanaksız olduğunu ifade ederek yorumları topyekun reddeden bir yaklaşımı yansıtıyordu bunlar. Bu yorumların sahipleri, seçimlere girenleri de onlara oy verenleri de sonucu başından belli bir oyunu meşrulaştıran araçlara dönüştüklerini görmemekle yargılıyorlardı; onlara göre daha oylar sandığa girmeden muhalefetin başarısızlığı zaten kesinleşmişti. Bu türden yorumlara da boşu boşunalık yorumları diyeceğim.
İlerlemeden hatırlatmakta yarar var: Buraya kadar yaptığım, benim eksik olduğuna emin olduğum okumalarımı yansıtan kaba bir haritalama. Burada anamadığım türden yorumlar, çözümlemeler olabilir. Bundan sonra yazacaklarım dolayısıyla yalnızca anabildiklerim üzerinden anlaşılmalıdır.
Şöyle bir adım geri çekilip şu kaba haritaya bakınca hangi gruptan olursa olsun bütün yorumların öncelikle bir “performans paradigması”nı paylaştığını söyleyebiliyorum. Doğrudan başarıyı/başarısızlığı açıklamayı hedeflememiş gibi görünen nedensel çözümlemelerin bile aslında son kertede meselesi, partilerle adaylarının seçim performansını anlamlandırabilmektir. Tamamen yararsız olduğunu düşünmemekle birlikte bu çabaya iki noktada itirazım var: İlkin seçim performansının bu denli önemsenmesi, seçimleri tek “demokratik”, “politik” seçenek olarak gören bir yaklaşımı pekiştiriyor. Bu ise bence politik alanı iyice daraltıyor, politik olanakların değerlendirilememesi sonucuna hizmet ediyor. İkinci olarak, seçim performansı paradigması, ancak adil seçim koşullarında anlamlı değerlendirmelere çerçeve oluşturabilir. Oysa Türkiye’de bir süredir yapılan hiçbir seçim adil değildir, seçmenin özgür iradesinin oylara yansıdığı iddiası boştur, milli iradenin gerçekleştiği iddiaları, seçmenin arzusu nutukları en hafifinden anlamsızdır. Bu açıdan bakıldığında boşu boşunalık yorumlarını pek de haksız bulmadığımı söylemeliyim.
Bütün yorumların bence bir ortak noktası daha var. İster tamamen duygusal bir zeminden yapılmış olsunlar, isterse sayıların rasyonel soğukluğuna sığınsınlar veya topyekun yorum yapmaktan kaçmayı önersinler aslında hepsi bir duyguyu paylaşıyor: Hayal kırıklığından aldatılmışlık, yenilmişlik öfkesine, sonuçta umutsuzluğa salınan bir duygu durumu bu. Anlamak gerekiyor bunu elbette.
Bir sözüm de niceliksel çözümleme yapanlara. Bu tür çözümlemeler, seçmeni bir nicelik olarak görmekten kaçınamıyor. Bir davranışı, örneğin bir milyon kişi için aynı saiklerle gerçekleşmiş kabul ederken farkın, farklı olanın toplumsal, politik, ekonomik davranışı anlama çabaları için önemini göz ardı etmiş oluyor. Hangimiz içinde sayıldığımız o bilmem ne kadar milyon kişiyle aynıyız ki? Sonuç herkesi aynılaştıran bir sayıya evriltilebilir ama toplumsal olan da politik olan da her zaman ölçüye vurulamaz farklara yaslanır. Umut da, umutsuzluk da aslında o farkta belirir. Yeni olanaklara kapı açarak umudu yeşertecek olan o farklı olanda gizlidir. Farkın gücünü görmezden gelen her yorum, bu umuda da körleştirmiş oluyor. Millet İttifakı'nın dağılması, bu mantığın temelsizliğini bir kez daha göstermişken sayıların aynılaştırıcı körlüğüne teslim olmadan farkı görebilmek, farklı olandan umudu türetebilmek artık her zamankinden önemli...