31 Mart kampanyasının omurgası “beka davası”, artık sözcüleri tarafından pek ağıza alınmaz olunca, iktidarın biraz farklı -veya farklı gösterilen- bir kampanyaya yöneleceği fikri güçlendi. İktidara yakın bazı gazeteciler ve araştırmacılar da -verdiği zarar yüzünden- sertlikten uzak durulacağı yolunda epey haber, yorum servis etti. Bahçeli’nin de icazet verdiği Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi, “Mele”lerin İstanbul’a taşınması, yargı paketi gibi sonuçlarından çok yarattığı intiba için kullanılan hamleler için benzer değerlendirmeler yapıldı. Henüz radikal bir değişim göstergesi gibi durmayan dolardaki gevşeme ve S-400 krizinde bir formül bulunduğu yolundaki kehanetler de bu havayı destekledi. Açıkçası iktidarın, ‘sahici değişimler’ yerine intiba oluşturma konusunda hayli becerikli ve deneyimli olduğu da zaten biliniyor. Bu alandaki hamlelerle birbirinden farklı iki ayrı fayda üretebiliyor: Birincisi, karşısındaki bütün dinamikler ve aktörler için sürekli bir özgüven krizi ve bloğa şüphe yaratabiliyor. İkincisi ise, kendi tabanındaki küskün veya rahatsızlardan “bir daha deneme” kredisi sağlayabiliyor.
“Erdoğan’ın uzunca bir süredir etrafını boşaltarak kapattığı ilişki kanallarını yeniden açıyormuş görüntüsü yaratması. İster lidere yakınlıkla, ister devlette etkinlikle bazı temas kapılarının açılacağı/artacağı izlenimi verilmesi, hem bu rollere tayin edilenler için, hem de bu gelişmeyi izleyen sıradan seçmenler için anlamlı. İktidarı “fabrika ayarlarına” döndürecek çizgi değişikliği, bir tür zaaf görüntüsü verecek kabine yenilenmesi veya epey sarsıntıya yol açacak teşkilat revizyonu yerine, etkileri kolay kontrol edilebilir bir ‘bayram vitrininden’ daha hızlı fayda bekleniyor”. Dört gün önce “AKP’nin Bayram vitrini” yazısındaki bu satırların devamı, Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’a yaptığı ziyaret ve okumaya çalıştığı Kürtçe mesaj ile geldi. Erdoğan ve Bahçeli’nin sert Kürdistan çıkışları, bu lafı kullananlara açılan soruşturmaların sıcaklığı devam ederken, Binali Yıldırım’ın Kürdistan’dan bahsetmesi de aynı paketin parçası olarak düşünülebilir. TRT’de yapılması planlanan iki adaylı karşılaşmanın da aynı çerçevede değerlendirilmesi mümkün.
Fakat siyasi olarak nispeten sakin geçmesi beklenen bayram günleri, seçim kampanyasının son iki haftasının bu küçük faydalarla yetinilmeyecek bir sertlikte geçebileceğinin işaretleriyle doldu. Ramazan bitmeden Yenikapı’da kılınan toplu teravih namazı öncesinde konuşan Erdoğan işaret fişeğini ateşlemişti. Erdoğan o konuşmasında, "Burası İstanbul, bir diğer adıyla İslambol. Burası Konstantinapol değil ama burayı böyle görmek isteyenler var. Böyle görmek isteyenlere karşı 22 günümüz var" dedi. Bu konuşmadaki ima, daha önce bir ‘troll faaliyeti’ gibi görülen “Pontus” meselesinin resmi bir kampanya başlığı haline getirilmesi talimatına dönüştü. Bir süredir sessiz kalan, görünürlükleri hayli azalan sözcüler, Bahçeli ve Soylu hızla yeniden sahneye çıktı. Bahçeli, “23 Haziran seçiminin arkasında terör örgütleri var” diyerek beka davası söylemini tazelerken, İçişleri Bakanı Soylu da, yine 31 Mart öncesinde yaptığı gibi seçim sonrası kaos tehditlerini dile getirmeye başladı. Soylu ayrıca, gerilimi kişiselleştirerek İmamoğlu ile itişme işini bizzat üstendi.
Uzunca bir süredir sesi pek duyulmayan bazı AKP sözcüleri de, verilen talimat ve işaret edilen tema etrafında konuşmaya başladı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli, Topal Osman referanslı “Pontuslulaştırma tehlikesi” iddiasını ortaya attı. Bir zamanlar AKP’lilerin pek sevdiği “niyet okuma” meselesinin dibine vurarak, beyin okuma aşamasına geçti ve “Ekrem İmamoğlu’nun beyni bu milletin emrinde değil” dedi. AKP’li eski bakanlardan Veysel Eroğlu, adını bile bilmediğini iddia ettiği CHP adayının bütün yabancı basın demeçlerinden örnekler sıralayarak, seçimde “yabancı parmağına” işaret etti. İstanbul Ticaret Borsası Başkanı, Trabzon’da Soylu’yu protesto edenleri “Müslüman görünümlü Pontuslar” diye niteledi. Sosyal medya sataşmalarının dili, AKP milletvekillerine, resmi sözcülerine doğru yayılan bir genişlik kazandı. Doğru olmadığı açıkça bilinen ‘Makarios heykeli dikmek’, ‘Yunan medyasının sevinci’, ‘Pontus hayali’ benzeri ifadeler resmi kampanyada kullanılmaya başlandı. 31 Mart’ta sonuç alamayan soyut beka davası yerine, İmamoğlu için kişiselleştirilmiş “Pontus hayaleti” somut bir tehdit -kullanışlı bir argüman- haline getirilmeye çalışıldı.
İmamoğlu’nun bayramdaki Karadeniz gezisinde ortaya çıkan görüntüler, bu çaresiz tercihe yeniden sıkışan iktidarın rahatsızlık ve küskünlük üretmeye devam ettiğini ve edeceğini gösteriyor. İktidara karşı oluşan konsolidasyon zayıflamak şöyle dursun, büyüyüp sağlamlaşıyor gibi. 31 Mart öncesinde Kürtleri aşırı rahatsız eden saldırgan söylem, şimdi Karadenizliler için tekrar edilerek alerji tabanı daha da genişletiliyor. Oldukça bariz göstergelere rağmen, iktidarın ahlaki sınırları zorlayan tacizlere dümen kırması, söylem revizyonlarıyla gelecek pirinçten çok evdeki bulgura sarılma mecburiyetinin arttığını düşündürüyor. AKP kulislerinden sızan haberler, kampanyada küskünleri ikna etmekte hayli zorlanıldığını, yakın markaj ve ablukanın etkilerine de fazla güvenilemediğini gösteriyor. Referandumdan itibaren asla tam desteği sağlanamayan MHP’li seçmenini daha hevesli hale getirecek malzeme temininde de sıkıntı büyüyor. Erdoğan’ın, bayram sonrası İstanbul’a geri dönüşlerin çok önemli olduğunu tekrar hatırlatması da, çekirdek tabandaki motivasyondan tam memnun olunmadığının kanıtı. Galiba sorunun “teknik müdahalelerle” baş edilemeyecek kadar derinleştiği hızla idrak ediliyor.
Erdoğan’ı seçim yenilemesine doğru iten çevreler veya bu seçeneğe doğru çeken şartlar, kısa orta vadedeki -seçimi de aşan- daha derin bir siyasi krizin taşlarını döşüyor. Bu açıdan bakıldığında, iktidarın son derece eklektik -bütünlükten yoksun ve tutarsız- kampanyasına hayli seviye indirerek yeniden sertleşmeyi eklemesi, seçime dönük bir hamleden çok, seçim sonrasını biçimleyecek bir gelişme olarak okunabilir. Bu hamlenin ne kadar Erdoğan’ın elinden çıktığını ya da buna nasıl mecbur bırakıldığını önümüzdeki 4-6 haftada yaşananlar gösterecek. Bir süredir iktidarın ‘farklı strateji’ uygulayacağı iddiasını dillendiren ve iktidara yakınlığı ile bilinen MAK Danışmanlıktan Mehmet Ali Kulat’ın sosyal medyadaki; “Geçen seçime illet-zillet; bu seçime Pontus demagojisi damga vuruyor… Bu seçim kampanyasını kim yürütüyorsa bilsin ki bu akıl kiminse dostunuz değil” paylaşımını bu açıdan not etmek gerekir. Ne kadar geri çekilirse çekilsin, ne kadar merkezine yerleşirse yerleşsin artık bütün seçimlerin tartışmasız asli tarafı haline gelen Erdoğan’ın, kendisine yeni kesişim kümeleri açıp açamayacağı veya hâlâ temasta olabildiği “ortak alanlardan” tamamen çekilip çekilmeyeceği ve bu seçeneklere göre göreceği ya da vereceği hesaplar, bu kritik eşikte biçimlenecek.