“Bu düzende hile var.” Trump’a hiç kimsenin beklemediği bir zaferi kazandıran ana slogan bu oldu. Trump’a göre seçimler, hukuk, anayasa, uluslararası düzen ve piyasalar sıradan Amerikalıları aldatmak üzerine kurulmuş bir gösteriden ibaretti. O bu gösterinin kurallarını iyi bilen, o kurallara göre oynayarak kazanmış bir liderdi. Eğer seçilirsem diyordu Trump, bu gösterinin kurallarını sizin lehinize değiştireceğim. Seçkinlerin elinizden aldığı başrolü size geri vereceğim.
Trump’ın kampanyasında cisimleşen sağ otoriter popülizm en temelinde bir duygu siyaseti. Farklı nedenlerle endişeli, sisteme öfkeli ya da kırgın sıradan insanları “yeniden güçlenme” vurgusu üzerinden harekete geçiren bir siyasal söylem. Popülizmin “yeniden güçlenme” “kaybedileni geri alma” söyleminin öznesi ise “millet, halk, Amerika” gibi son derece muğlak (ve inşa edilmiş) kolektifler. Bu kolektifler içerilerinde çok farklı çatışmaları, kimlikleri ve sınıfsal gerilimleri barındırıyorlar. Ama bu gerilim ve çatışmalar duyguların seferber edilmesiyle görünmez kılınıyor.
Popülist partilere oy verenler fabrikalar kapanır, istihdam yok olur, sendikalar buharlaşır, siyahlar başkan olur, gay evlilikleri yasallaşırken onlara sadece demokrasi ve oy hakkı vaat eden sistemle dalga geçiyorlar. Popülizm müesses nizama karşı çok farklı grupların çok farklı sebeplerle hissettiği hayal kırıklığı, öfke ve korkuyu örgütlüyor. Bu farklıkları görünmez kılmak için kamuoyu tartışmalarını sabote edip, anti-entelektüelizmi ön plana çıkarıyor, en karmaşık konularda en basit (ama yalan yanlış) bilgileri veriyor. Ana akımın temel değerlerini kendi sınırlarına çekip radikalleştiriyor. Pek çok sağ popülist parti (ve bu partilerin liderleri) sınırları belli siyasal bir programa sahip olmadıkları gibi, önemli konularda da tutarsızlıklar sergiliyorlar. Normal koşullarda siyasi partiler için sorun olabilecek bu tutarsızlık, popülizmin muğlak kolektifler yaratabilmesinin anahtarı olarak iş görüyor.
Tam da bu muğlaklık nedeniyle popülist siyasal partilerin “asıl” tabanı hep bir tartışma konusu. Kim bu yalan yanlış bilgiler ve tehlikelerle dolu bu değişim talebine oy veriyor? Zenginler mi yoksullar mı? Kadınlar mı erkekler mi? Nitekim bu partiler birbiri ile gerçek bir çıkar çatışması içinde olması beklenen çok farklı gruplardan tamamen farklı nedenlerle oy alıyor. Örneğin sanayi kapitalizminin ayrıcalıklı grubu olan beyaz erkekler popülist partilerin hem Avrupa’da hem de Amerika’da ana gövdesini oluşturuyor. Bu yüzyıla hem bir “erkek” ve “beyaz” olarak statülerini hem de bir işçi olarak gelirlerini kaybederek girdikleri için endişeli ve öfkeliler. Sanayisizleşme süreci ile giderek boşalan, insansızlaşan kasabalarda yaşayanlar bu partilerin bir başka önemli destekçi grubu. Tıpkı güvencesiz işlerde çalışanlar, gelir eşitsizliğinden mağdur olanlar gibi.
Ama sağ popülizm sadece “kaybedenler” yüzünden güçlenmiyor. Pek çok verinin gösterdiği gibi en yoksulların yanında en fazla kazananlarda pek çok ülkede popülist partilerin destekçisi olabiliyor. Kültürel çoğulculuğun, gay evliliklerinin, göçmenlerin, kürtajın, siyah (ve sonra da kadın) bir başkanın toplumunun tüm değerlerini alt üst ettiğini düşünen her gelir grubundan muhafazakarlar da otoriter popülizmi “değerlerini” muhafaza etmek için destekliyor. Dolayısıyla popülizm hem ayakta kalma kaynaklarını kaybeden en alttakilerin korkusuna hem de ayrıcalıklarını kaybettiğini düşünen en üstekilerin öfkesine ve hayal kırıklığına hitap ediyor.
Sağ popülist partilerin dünyanın her yerinde en az oy aldıkları grup ise iyi eğitimli, büyük kentlerde yaşayan, dışa açık sektörlerde çalışan “hareketli” gruplar. Nitekim günümüz popülizmi en fazla “hareket”ten nefret ediyor. Popülist siyasal partiler “yüce” kolektiflerini ancak ve ancak bu hızı ve yoğunluğu olağanüstü düzeyde artan fikirlerin, insanların, kültürlerin “hareketine” kapatarak yeniden inşa edebileceklerini düşünüyorlar. Trump Meksikalılara, Avrupa Suriyeli göçmenlere, Türkiye fikirlere kapısını kapatıyor. Bunu küresel hareketliliğin yarattığı değişim karşısında bir savunma mekanizması olarak da tanımlayabiliriz. Değişimi durdurmak isteyen bir değişim talebi. “Kapanıyorum öyleyse varım” diyen ve kimi zaman insanlara, kimi zaman fikirlere sınırları kapatarak “yerli ve milli” olanı inşa etme çabası belki de.
Üstelik sağ popülizm neredeyse dünyanın pek çok ülkesinde karşısında gerçek bir siyasal alternatif olmadan yükseliyor. Anaakım siyasal partiler insanlar evlerini, işlerini, ayrıcalıklarını, hayatlarını kaybederken hiçbir değişim önermeden eski düzeni olduğu gibi koruma siyasetine sıkı sıkı sarılıyorlar. Tam da bu düzen savunuculuğu popülist partilerin sadece kendilerinin değişimden yana olduğu savının kitleler nezdinde çok gerçek olarak algılanmasını sağlıyor. “Bari mevcut düzen bozulmasın” zihniyetiyle siyaset yapmak bütün dünyada kapanarak, dışlayarak, savaşarak, öldürerek “düzeni bozmak” isteyenlere güç kazandırıyor.
Sağ popülizm hınç, öfke ve korkunun bir araya geldiği ve bu duyguların “umut ilkesi” ile dönüştürülemediği bu karanlık dönemlerin siyaseti. Düzeni nasıl dönüştüreceğini izah etmeyen ve öfkeyi değil gelecek umudunu örgütleyemeyen her güç bu karanlık içinde kaybolmaya mahkum. Kısacası artık ehven-i şer siyasetin zamanı bitti. Popülizmin büyüsü onu bitirdi.