Portekiz’de sosyalistler kazansa da aşırı sağ tehdidi büyüyor

Portekiz'deki seçimleri solun kazanmasına rağmen aşırı sağın yükselişi endişe verici. Sosyalist Parti’nin rahatlamasına karşın, Chega’nın ilerleyişi rehavetin bir seçenek olamayacağını hatırlatıyor.

Abone ol

Joana Ramiro

DUVAR - Avrupa genelinde köşeye sıkışmış durumdaki solcu politikacılar, hiç şüphesiz, geçen hafta sonu Portekiz’de gerçekleşen genel seçimlere bakıp bazı notlar alacaklar. Merkez soldaki Sosyalist Parti (PS) beklenmedik bir sonuçla, parlamentoda bulunan 230 sandalyenin 117’sini kazanarak tarihi bir salt çoğunluk elde etti. Seçimin hemen öncesinde yapılan anketlerde muhtemel bir eşitlik olacağı öngörülmesine karşın, merkez sağdaki muhalefet partisi PSD bozguna uğradı. Portekiz’in siyasi haritası şimdi neredeyse baştan sona kızıla boyandı.

AYKIRI BİR ÖRNEK

Portekiz, Avrupa’da bir çeşit aykırı unsur niteliğinde. 2010’ların başında yaşanan krizlerin ardından gerçekleştirdiği ekonomik toparlanma dünya çapında takdir topladı ve bir noktada bu büyüme artık Euro Bölgesi ortalamasını da aştı. Avrupa’daki ülkelerin büyük kısmı korona virüsü salgınını kontrol altında tutmak amacıyla zorlu bir mücadele verirken, Portekiz, nüfusunun neredeyse yüzde 90’ını iki doz aşılayarak, aşılama oranı bağlamında dünya lideri haline geldi. Ve Portekiz, 2015 yılında sol hükümetleri başa getiren diğer ülkelerden farklı olarak, o zamandan beridir Sosyalistlerin yönetimi altında süren siyasi istikrarın tadını çıkardı.

Peki, geçen hafta sonu ortaya çıkan sonuçlar bize neler anlatıyor? Sağda, zayıflayan kıdemli PSD bünyesinde bir dağılma gerçekleşti ve aşırı sağcı Chega (anlamı: ‘Yeter’) ile birlikte yükselişe geçen iş dünyasının sesi Liberal Girişim (IL) arasında bir bağlantı kopması yaşandı. Portekiz’in modern demokratik tarihinde ilk defa, geçmişte parlamentonun üçüncü büyük partisi olan sağcı Hıristiyan Demokratlar tek bir milletvekilliği bile elde edemedi. Solda, Başbakan António Costa, Komünist Parti ve antikapitalist Sol Blok gibilere sadece kırıntılar bırakıp geneli daha radikal olan seçmenlerin büyük kısmını da kendisine çekerek, meclisteki büyük çoğunluğu kazandı.

SOSYALİST PARTİ DESTEĞİNİ BÜYÜTTÜ

Bu sonuçlardan çıkarılacak derslerden biri, 2008 yılında yaşanan finans krizinden sonra yaşanan acı dolu kemer sıkma yıllarının unutulmamış olması. O zamanki hükümette yer alan merkez sağ parti PSD açısından, bu hâlâ ödenmesi gereken bir bedel. Zaman zaman taktiksel olarak sola karşı çıkma girişimleri bir işe yaramadı. Portekiz, solun sıradan insanların hayatlarında hâlâ güçlü köklere sahip olduğu, sendikaların Komünist Parti’yle birlikte saf tuttuğu ve milenyum kuşağının ekolojist-sosyalist güçlerin arkasında toplandığı, yani “işçi sınıfı muhafazakârlığının” pek de alıcı bulmadığı bir ülke.

Sosyal demokratlar ve Costa gibi ılımlı sosyalistler açısından, mevcut şartlar göz önünde bulundurulduğunda, bu özellikle keyif verici bir zafer oldu. PS, 2015 yılından bu yana hükümette olsa da azınlık hükümeti olarak yürütülen siyaset, resmi bağlamda ya da uygulamada aşırı sol ile yapılan anlaşmaya bağlı olarak engellendi. Hâl böyleyken, Komünistler ve Sol Blok, geçen yıl yaşanan toplumsal kriz döneminde kamu yatırımlarının düzeyleri hakkında şikayet etmeye başladığında, Costa bunun hükümetin beş parasız kalma ihtimalini doğuracağının farkındaydı. Her şeyi kaybedebilir ya da daha fazlasını kazanabilir ve radikal yüklerinden kurtulabilirdi. Altı yıllık bir bekleyişin ardından, Başbakan arzusunu gerçekleştirebildi.

HANGİ DERSLERİ ÇIKARABİLİRİZ?

Bu durum, Avrupa’daki kardeş partiler için esaslı bir ders olabilir. Mesela, Keir Starmer yönetimindeki [İngiliz] İşçi Partisi, Costa’dan, en azından seçim zaferi garanti altına alınana dek en soldaki partilerle işbirliği yapmak hususunda bir şeyler öğrenebilir. Komünistler ve radikal solcular için, seçimler zorlayıcı bir öğrenim deneyimiydi. Güç kazanmak amacıyla merkezle işbirliği yapabileceklerini keşfettiler; fakat bir kez oraya geldiğinizde farklı bir kimlik ortaya koymanız gerekiyor ve bunu yapamadıkları için bedelini ödediler.

Öte yandan, bu seçimlerden alınacak en büyük ders, aşırı sağın alttan alta yaşanan başarısıyla ilgili. Askeri diktatörlüğün 1974 yılında kansız bir sosyalist devrimle alaşağı edildiği gurur duyulacak bir antifaşist tarihe sahip bir ülke olan Portekiz’deki en büyük üçüncü siyasal güç, artık aşırı sağcı Chega hareketi. 2019 yılında çenesi düşük ve saldırgan bir milletvekiliyle parlamentoya girdi. Şubat ayı ortasında parlamento yeniden faaliyete geçtiğinde, 12 kişilik bir gruba sahip olacak. Bu, lideri birçok kez Roman azınlığı şeytanlaştırmaya çalışan, temsilcileri Salazar diktatörlüğünü hasretle anmakla itham edilen ve ırkçı saiklerle kışkırtıcı yorumlar yapan bir partiyi temsil eden bir düzine milletvekili demek. 

Bu, gerçekten de asırlık bir ders. Aşırı sağa verilen her oksijen zerresi tehlikelidir. Aşırı sağcı söylemin ulusal televizyonlar, günlük gazeteler ve yorumcular aracılığıyla normalleştirilmesi, karşıt tartışmalar gerçekleştirmek amacıyla olsa bile, genellikle yalnızca aşırı sağa ivme kazandırmaya yarar. Özellikle de yaklaşık 50 yıl önce aşırı sağcı iktidarı hükümetten indiren bir ülkede günümüzdeki muadillerinin parlamentonun faaliyetlerini yürüttüğü São Bento Sarayı’na geri döndüğünü görmek, gurur kırıcı ve rahatsız edici bir durum. Sosyalist Parti’nin hissedebileceği tam anlamıyla keyif verici rahatlamaya karşın, Chega’nın ilerleyişi, rehavetin hiçbir zaman bir seçenek olamayacağını bizlere hatırlatıyor.

Makalenin orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)