Prag’da Kübizm Müzesi ve kübist mimari
Kübizm Çeklerin ulusal kimliğinin oluşmasında etkili oldu. Çek mimarlar, 1911-1927 arasında yeni yapı tekniklerinin ve betonarmenin sunduğu olanaklarla kübist cepheli pek çok bina ürettiler. Kübizm Bohemya’da resim ve heykelle sınırlı kalmayıp mobilyadan mücevhere kadar her alanda denendi ve ortaya çıkan ürünler çağına göre gerçekten çok yaratıcıydı.
19. yüzyılın sonunda Bohemya Krallığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içinde bağımsız bir eyalet haline gelince Çekler, kendi ulusal kimliklerini yansıtan bir kültür oluşturmaya yöneldiler. Kentler ve kasabalar, kırsal kimliklerinden kurtulup dünyaya açılmaya başladı. Eğitim seferberliği sayesinde Avrupa’nın geri kalanındaki gelişmeler hızla Bohemya’ya ulaştı. 20.yüzyılın ilk yirmi yılında edebiyat, tiyatro, müzik ve güzel sanatlarda, klasik akademik kuralların dışına çıkan örnekler üretildi. Sembolizm ve Ekspresyonizme yönelen genç ressamlar, grafik sanatçılar ve heykeltıraşlar akademik gerçekçi tasvirlerden uzaklaşıp duyguların aktarımına önem vermeye başladı. İnşaat alanındaki yeni teknolojiler ise mimarların klasik normları aşan fikirler uygulamasını sağladı.
Mimarlar, sanatın diğer alanlarıyla uğraşanlar gibi, içinde bulundukları yeni çağda yeni bir mimari stil olması gerektiğini düşünüyordu ve gereksiz bir moda akımı olarak gördükleri Art Nouveau’nun hakimiyetinden kurtulmak istiyorlardı. Çek mimarlara göre bilimsel ve teknik alandaki gelişmeleri yansıtacak yeni bir mimari stil üretilmeliydi. Fütürizmi dikkate alan Çek mimarlar, Fransa çıkışlı kübizmi kendilerine uyarlayarak aradıkları ifade biçimini buldular.
Çek sanatçılar, kübizmi kendilerine göre yorumladılar. Bohumil Kubišta, Emil Filla, Vincen Beneš, Antonín Procházka ve Josef Čapek, figürlerin ve formların farklı geometrik açılardan görünüşlerini üst üste bindirerek resim yaptılar. Heykeltıraş Otto Gutfreund ise uzamsal mekan ile hareketin dinamizmini bir araya getiren heykeller üretti. Kübizm, 1911’de mimarlar, ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar ve müzisyenler tarafından kurulan Güzel Sanatlar Topluluğu’nun resmi programı olarak benimsendi. Mimar Pavel Janák, 1911’de yazdığı bir yazıyla kübist mimarinin tanımını yaptı. Mimari yapıları birer sanat eseri olarak gören Çek mimarlar, bina cephelerinde, pencerelerde ve bina girişlerinde kübizmi yansıtan detayları açıkça uyguladılar. Zemin planı, giriş holü veya merdiven gibi iç öğelerde ise kübizm kısıtlı olarak uygulanabildi. 1912-1914 arasında Prag’da inşa edilen pek çok binanın cephesi, bu gruptan mimarların kübist tasarımlarını içeriyordu. Mezar anıtlarından sokak lambalarına, fabrika binalarından villalara kadar pek çok binada kübist detaylara yer verildi. Kübizmi benimseyen ilk kuşak mimarların ardından gelen yeni jenerasyon mimarlar ise cephelerde biraz daha farklı ifade biçimlerini denediler. Prag’daki yapı etkinliği I.Dünya Savaşı ile birlikte kesintiye uğradı. Savaşın sonunda Çekoslovakya bağımsızlığını kazandığında, devletin yeni kimliğini anlatacak yeni bir mimari programa ihtiyaç duyuldu. Bu dönemde, kübist detaylara biraz daha renkli öğeler eklenerek dekoratifliğe varan bir anlayış hakim oldu. Janák, 1914’te kübizmi bırakıp yeni denemelere çoktan girişmişti. 1910’ların kübizmi, 1927’den sonra Çekoslovakya’nın ‘ulusal’ üslubu haline gelen Art Deco’ya yerini bıraktı. Bu süreçte Kübo-Fütürist yapılar üretenlerin yanı sıra pürizmden konstrüktivizme ve fonksiyonalizme kadar birçok farklı üslubu deneyen yenilikçi mimarlar, Prag’a Avrupa’nın diğer kentlerinden tamamen farklı bir görünüm kazandırdı.
Bu dönemden kalan binaların bir kısmı 1980’lerde yıkıldı, ancak 2000’li yıllara gelindiğinde araştırmacılar bu dönemlerden kalan yapıların mimari tarihi açısından önemini vurgulayarak geriye kalan binaların korunmasını sağlamayı başardılar.
1911'DE YAPILAN İLK KÜBİST BİNADA KÜBİZM MÜZESİ
Prag’da kentin tarihi merkezinde bulunan Kara Meryem Evi adlı bina bugün Dekoratif Sanatlar Müzesi adıyla kübizm müzesi olarak hizmet veriyor. Bu yapı, cephesinde yer alan ve Meryem ile çocuk İsa’nın siyah tenli olarak betimlendiği Barok dönemden kalma bir heykel yüzünden bu isimle anılıyor. Mimar Josef Gočár’ın 1911-1912 arasında inşa ettiği bu bina, Prag’daki ilk kübist mimari örneği. Gočár’ın bir tüccarın evi olarak tasarladığı binanın alt katı mağaza olarak planlanmış.
Gočár, Chicago Ekolü’nden esinlenerek binayı beton iskeletle tasarladığı için, geniş iç mekanlar elde etmiş. Dönemin belediye yönetmeliğine göre bina, çevresindeki diğer tarihi yapılarla uyumlu olmak zorunda olduğu için cephe tasarımı, Barok öğeleri kübizm ile birleştiren bir anlayışa sahip, bu anlamda Prag’daki diğer kübist yapılar kadar belirgin bir kübizm sunduğu söylenemez. Şu anda Grand Café Orient adıyla hizmet veren alt kattaki restoranı, iç mekanı bölen hiçbir sütun olmaması açısından dönemine göre mühendislik başarısı olarak kabul ediliyor. 1994’te kültür merkezi haline getirilen binanın üst katları, 2002 – 2003’teki kapsamlı yenilemenin ardından Çek Kübizmi Müzesi olarak hizmet vermeye başladı. Müzede, 1911-1919 arasında kübizmin popüler olduğu döneme ait grafik tasarımlar, heykeller ve mobilya tasarımları, dönemin siyah beyaz fotoğraflarıyla birlikte sergileniyor. En üst katında geçici sergiler açılan müzenin alt katındaki restoran ise 2005’te dönemin mobilyalarının ve pirinç şamdanlarının röprodüksiyonlarıyla yenilendi ve mekanın yüz yıl önceki görünümünü aynen yansıtıyor.
KÜBİST MOBİLYALAR 'NADİR ESER' SANILIYOR
Mimarlık tarihçisi Zdenĕk Lukeš’in belirttiği gibi, Prag’da mimari anlamda her çeşit modern üslup yeni bir yorumla denenmiş olduğundan, bazı binalarda geometrik Art Nouveau’yu kübizmin ikinci döneminden ayırmak pek mümkün olmuyor. Benzer yapı programlarının uygulandığı Viyana ve Budapeşte’nin aksine Çek mimarlar, tasarım konusunda büyük bir özgürlükle çalıştıklarından ve adeta yaratıcılık yarışına girmiş gibi yepyeni tasarımlar ürettiklerinden, Prag’daki her bir bina ayrıca incelenmeyi hak ediyor. Üstelik Prag’da kübizm sadece mimari ile sınırlı kalmamış. Kübist tasarımlı sandalyeler, çay kahve takımları, lambaderler, kanepe ve masalar gibi kullanıma yönelik objeler ve mobilyalar ya da mücevherler çoğunlukla, mimar Rudolf Stockar’ın yönetimindeki Artĕl kooperatifi tarafından üretilmiş. Artĕl üretimleri ve özellikle ressam Antonin Procházka’nın mobilya tasarımları bugün ‘nadir eser’ kabul ediliyor çünkü bu objelerin çoğu, sanatçılar tarafından tasarımcılara sipariş edilerek üretilmiş. Seramik objelerin bazıları ticari amaçla üretilip satışa sunulmuş ancak tekstil tasarımları seri üretime geçirilmemiş. Kübizm müzesinde bu dönemde üretilen objelerin bazılarının orijinalleri, bazılarının ise siyah beyaz fotoğraflarıyla birlikte röprodüksiyonları sergileniyor.
Müzenin web sayfasında, Prag’daki kübist binaların lokasyonlarını gösteren bir harita da bulunuyor. Çoğu birbirine yakın lokasyonlarda olan Prag’ın kübist binalarını yürüyerek ya da bisiklet turu yaparak görebilirsiniz.