Libya’daki siyasi-askeri süreçleri anlamaya çalışırken oluşan
his; aman sen de bırak dağınık kalsın.
BM misyonu Tunus’ta düzenlediği Libya Siyasi Diyalog Forumu'yla
geçiş dönemini yönetecek ekibi tayin etmeye çalışıyor. BM bu süreci
kendisinin belirlediği 75 kişilik seçici bir kurul ile
götürüyor.
Beri tarafta 2014’te Türkiye-Katar destekli İslamcı kanadın
çoğunluğu yitirince Trablus’ta açılmasına izin vermediği meşru
yasama organı Temsilciler Meclisi’nin bölünmüş kanatları “Üstümüz
çiziliyor” telaşıyla yıllar sonra ilk kez bir araya geldi. Ama
başkent Trablus değil Fas’ın Tanca kentinde. Yine de parlamentonun
kendine gelmesi açısından iyi bir tetiklenme.
Başbakanlık için şapkasını koridordan koridora atan İçişleri
Bakanı Fethi Başağa, Kahire’den sonra Paris’i turladı. Diplomatik
teamüllerin ötesinde bir çeşit adam devşirme şovuyla Dışişleri,
Savunma ve İçişleri bakanları tarafından ağırlandı.
Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin bakan ve bürokratları da Libya’dan
kaldırdıkları paraların keyfini çıkardıkları İstanbul’dan arta
kalan vakitlerini Ankara’da koridorlarda geçiriyor.
***
Libya’nın mesajı bir dış politika dersini de fısıldıyor: Sahada
olmak masada olmayı otomatik olarak garantilemiyor. Askeri
kazanımlar diplomatik kifayetsizliğin açıklarını kapatamıyor.
Libya’yı çok iyi bilen ve süreci izleyen Cezayirli bir arkadaşıma,
Tunus’ta başkanlık konseyi ve başbakanlık seçimiyle ilgili
toplantılarda Türkiye’nin etkisinin olup olmadığını sordum; “Hiçbir
şey yapmıyor” dedi. Masada olma hevesleri masayı dağıtıyor. Bir şey
yapmıyor gözükerek sonuç almayı uman pro-pasif bir siyaset tarzı
kendini dayatıyor! Elbette bu çerçeve yanlış anlaşılmaya hayli
müsait. Pasiflik derken bu bir tür eylemsizlik değil. Ulusal
Mutabakat Hükümeti ile askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler yeni
sayfalar açarak derinleşirken perde arkasında etki ajanlığının bin
bir türü işliyordur. Belki siyasi çözüm sürecine taalluk eden
meselelerde müdahaleler görünür olmaktan çıkarılıyor, o kadar. Bel
bağlanan kesimler var, konumlarını Türkiye’nin desteğine borçlu
olanlar. Mesela İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) adamları Tunus’taki
müzakereler sırasında Taslak Hazırlık Komitesi’ne nüfuz edip metne
bir madde sokturmuş. Madde bir sonraki dönemde yürütme merciinin
yeni veya önceki hiçbir anlaşma veya kararı Libya’nın dış
ilişkilerindeki istikrarı zedeleyecek şekilde ele alamayacağını
buyuruyor. Hasım taraflar bunu Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin
Türkiye ile yapmış olduğu deniz yetki alanları ve askeri ortaklık
anlaşmalarını korumaya dönük müdahale olarak görüyor. Şiddetle
karşılar!
Türkiye savaşan taraflardan biri lehine müdahale ederek kendince
bir denge kurdu. Hatta hükümet bu dengeyi müzakere masasını mümkün
kılan katkı olarak da övünç meselesi yapıyor. Yine de Türkiye’nin
elde ettiği pozisyon siyasi çözüm sürecinde kilidi açan değil
aksine pasa boğan bir etki üretiyor. Mesela Başağa başbakanlık için
en iddialı isim ama ‘Türkiye’nin adamı' etiketi işini
zorlaştırıyor. Muhtemelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da
bunun farkında olmalı ki adamlarını göstere göstere ortalıklarda
dolaştırmıyor. Karşı tarafta Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusu,
Tobruk merkezli meclis ve hükümetin temsilcileri doğrudan ya da
dolaylı olarak Türkiye’nin lehine en ufak bir müdahaleyi sürecin
baltalanması olarak resmediyor.
Bu kesim İhvan’ın arka kapıdan taslak belgeye soktuğu maddeyi de
Cenevre’de varılan 23 Ekim tarihli ateşkesin altının oyulması
olarak görüyor. Malum ateşkes yabancı güçler ile milislerin
Libya’yı terk etmesini öngörüyordu. Türkiye’nin Suriye’den taşıdığı
milisler yerinden kımıldamadığı gibi Hafter’in saflarındaki
Afrikalı milisler ile Rus paralı askerleri de bir yere gitmedi.
Ateşkes anlaşması eğitim amacıyla Libya’da bulunan yabancı güçlerin
de çekilmesini vaaz ediyordu. Eğitim ve örgütleme işleriyle meşgul
olan Türk askeri, Osmanlı’nın ayak izlerinde durup “Nerede
kalmıştık” havasında.
***
Tunus’ta herkes başkanlık konseyinin üç üyesi ve başbakanın kim
olacağına odaklandığından gürültü koparacak bazı kritik meseleler
gölgede kalıyor. Görünürde aktörler makul olmaya çalışıyor. İşte
Türk hükümeti, Libyalıların işini Libyalılara bırakmış gibi
‘olgunları’ oynuyor. Birçok tarafın mahkûm olduğu bir duruş. Eğer
Tunus’taki müzakereler çöker de yeni hükümet kurulamazsa Libya’daki
bölünmüşlük kalıcı hale gelebilir. Bu, en başta Türkiye’nin
kaybedeceği bir seçenek. O vakit halihazırda parlamentodan bile
geçmemiş olan ikili anlaşmalar hepten kadük kalacak. Deniz yetki
alanlarını belirleyen haritada bir bükme maharetiyle Libya’nın doğu
sahilleri esas alınmıştı. Doğu sahilleri hasımların elinde.
Coğrafya da haritayı daha fazla bükmeye imkân vermiyor! Şimdilik
BM’nin kurduğu masada İhvan cürmünden çok yer kaplamışken çıkacak
bir hükümet formülü yegâne çıkış yolu gibi duruyor. Fakat
Türkiye’nin İhvan maharetiyle olmadık yerde çıkıntı yapması süreci
kötücül senaryoya da saptırabilir.
Fransızların durumu da çok matah değil; hiç karışmıyormuş gibi
yapıyorlar! Herkes maskeli baloda! Aslında Türkiye’nin sahaya
inerek yüzleştiği çıkmazı ya da ikilemi Fransızlar inmeden tadıyor.
Neticede Hafter ellerinde patladı. Başağa’yı o yüzden üç koldan
ağırlayıp üstüne üstlük anlaşmalar imzaladılar. Taltifkâr Fransız
karşılaması Başağa’yı kazanma ve Türkiye’nin rolünü daraltma
beklentisiyle alakalı olmalı. Bu yaklaşımdaki mantığın tutunduğu
halka şu: Başağa’nın İhvan’la bir geçmişi ve Türkiye ile ortaklığı
yüzlerinin ekşime nedeni. İçişleri Bakanı olarak bu örgütün
desteğini gördü, şimdi başbakanlık yürüyüşünü onların el vermesiyle
sürdürüyor. Fakat Başağa’nın İhvan’la ilintisi onun ihtiraslarının
gerisinde kalıyor. Başağa epey zamandır başbakan ve dışişleri
bakanı gibi ilişkiler kuruyor. Bu ihtiras onu ‘kullanışlı’ tüm
ilişkilere açık hale getiriyor. İstediğini aldığında İhvan’a mesafe
koyabilir. Fransızlar için günü kurtaran pencere burası. İleride
daha fazla kendilerine çekebileceklerini ve çıkarlarını garanti
edebileceklerini düşünüyorlar. İhvan’ı asıl dert edinen Mısır.
Fakat Kahire de muhtemelen ilk seçimde siyasal İslamcıların
günlerini göreceği öngörüsüyle hareket ediyor.
Bu cenahtaki açmaz: Hafter ne olacak? Hafter’in arkada tutulup
Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’in başkanlık konseyi için
öne sürüldüğü seçenek Fransızlar için de çalışabilir. Rusya ve
Mısır’ın geliştirdiği bu formül içlerine sinmiyor ama alternatif de
geliştiremiyorlar. Hafter için sonuna kadar direnecek gibi duran
BAE. Rusların arabuluculuğunda Soçi’de yürütülen pazarlıklara
Hafter’in oğlu Halid’in katılması askeri kanattaki olası formül
için bir ipucu vermişti. Acaba Rusya ve Mısır Hafter’e ‘onurlu bir
çıkış’ yolu göstermek için oğlunun askeri kanatta hatırlı bir
pozisyon almasını sağlar mı? Şimdilik kimse renk vermiyor.
Bir soru daha: Libya Ulusal Ordusu ile Trablus’taki askeri
güçler birleşirse yeni ulusal orduya kim komuta edecek? Akile Salih
konsey başkanı olursa başkomutan sıfatını da taşıyacak. Bu şekilde
komuta kademesine atama yetkisi olacak. Elbette üçlü kararname
gerekiyor. Batı güçleri Salih’in başkomutanlığına şimdiden kazan
kaldırdı.
Ve Savunma Bakanlığı’na kim oturacak? Milli Savunma Bakanı
Hulusi Akar, şu anki Savunma Bakanı Selahaddin Namruş ile gayet
mesut-mutlu. Fakat bu tablo karşı taraf için çok can sıkıcı.
Bu işin egemen kurumlara atanacak isimlerle ilgili çetrefilli
bir tarafı daha var. Ki bu atamalar bırakın Doğu-Batı güçleri
arasındaki çelişkiyi Trablus’ta aynı safta yer alanları bile
birbirine düşürüyor. Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz el
Serrac ile Merkez Bankası Başkanı Sıddık el Kebir arasındaki
restleşmeler bunun bir örneği. Bu kavganın arkasında da İhvan’ın
nüfuz mücadelesi yatıyor. Türkiye Libya’ya İhvan’ın siyaset
anlayışı, iş çevirme tarzı ve devletin kurumlarına sızma
yeteneğinin sunduğu zemin üzerinden gitti. İki tarafın yaklaşımı
birbirini tamamlıyor. Kabuğunda ganimetçi bir öz barındırıyor.
Siyasetten, sermayeden, bürokrasiden kaldırabildiğin kadar kaldır!
Merkez Bankası, Libya Yatırım Kurumu, Libya Petrol Kurumu gibi
egemen varlıkları nasıl ele geçirebiliriz? Suyun başını nasıl
tutabiliriz? Ganimet ey ganimet! İktidara geliriz, ele geçiririz ve
kalırız… 2014’te ülkeyi bölünmeye götüren çatışmada bu anlayışın
etkisi büyüktü. Libya’daki savaşın gölgesinde kalan asıl savaş
buydu. Ankara’daki tedavüldeki parola da İhvan’ın kalıbına
uyuyor:
“Siz hele şu bizim Merkez Bankası’nın kasasına birkaç milyar
dolar koyun, biz de birkaç manga askerle arkanızı kollayalım,
sonrasına bakarız, Allah kerim.”
***
Tunus, Fas, Cezayir, hatta tehditkâr bir taraf olmasına rağmen
Mısır, Libya’nın komşuları olarak Libyalıları biraz daha
onurlandıracak tarzda rehberlik ediyor. Son aylarda gördüğümüz ev
sahipliği ya da diplomatik mesai bunu gösteriyor. Türkiye’nin yeri
ve rolü hepsinden çok tartışmalı. Türkiye’nin Libyalılarla kurduğu
ilişki biçimi ve geliştirdiği siyaset barışın önünü açan bir denge
unsurunu barındırmalıydı. Şimdi Libyalıların bagajına atılmış ve
manevra yapmayı güçleştiren ağır bir yük gibi duruyor. Pro-aktif
görüntü bile yükü hafifletmiyor.