Prof. Ayşe Betül Çelik: Barış için tam da CHP tabanının ikna edilmesi gerekiyor

Bir süreç söz konusu mu ya da söz konusu olabilir mi? Toplum bir barış sürecine hazır mı, bir barış süreci başlarsa nasıl ilerlemeli? Çatışma çözümü uzmanı Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik ile konuştuk.

Abone ol

ANKARA - Türkiye kamuoyunu, medyasını, siyasetçilerini şaşırtan bir dönemden geçiyoruz. Bu şaşırtıcı dönem, iktidar temsilcilerinin keskin bir siyasi hat değişikliği yaparak uzun süredir kriminalize ettikleri Kürt siyasetçilere ılımlı mesajlar vermesiyle başladı. Hemen ardından bu mesajların verilmesinin sebeplerine dair farklı analizler yapıldı. Adımların iktidarın siyasi çıkar hesaplarından kaynaklı olduğu da söylendi, yeni bir çözüm/müzakere sürecine doğru gidildiği de.

Bu adımlar yeni bir çözüm/müzakere sürecine evrilir mi bilinmez ama yaşananların Türkiye kamuoyunda merak uyandırdığı ve heyecan yarattığı bir gerçek. Peki, gerçekten bir süreç söz konusu mu ya da söz konusu olabilir mi? Toplum bir barış sürecine hazır mı, bir barış süreci başlarsa o süreç nasıl ilerlemeli? 

Kürt sorunu, zorunlu göç, toplumsal cinsiyet ve barış inşası, toplumsal kutuplaşma ve mutabakat gibi konularda çalışmalar yapan, Sabancı Üniversitesi'nde siyaset bilimi ve çatışma çözümü uzmanı olarak ders veren Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik ile hem bugünü hem benzer süreçleri hem de bu süreçlerin yanlışlarını, doğrularını konuştuk.

Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik, "Türkler için Kürt sorunu Kürtlere oranla daha az öneme sahip olsa da daha önemli olarak görünen demokratikleşme, hukuk, dış politika gibi birçok sorunun temelinde yatmakta ya da o sorunları etkilemektedir. Yani hem bir kesim için bir sorun bitmemiştir, hem de tüm ülke için bu sorun birçok sorunun temelindedir ve onları olumsuz yönde etkilemektedir" ifadelerini kullandı. 

'KÜRT SORUNU YOK' DEMEK ABESLE İŞTİGAL

İktidar kanadının bazı temsilcilerinin 'yoktur' dediği, bazı temsilcilerinin de 'çözdük' dediği bir 'Kürt sorunu' kavramı var. Sizin bu sorunun varlığına, yokluğuna dair değerlendirmeniz nedir? 

40 yıldır süren, birçok cana mal olmuş, hala bir toplumun canını yakan bir gerçeğe 'yok' demek abesle iştigaldir. İnkâr, çatışmayı daha karmaşık hale getirir. 

Kürt sorununun güvenlik, siyasi temsil, sosyo-kültürel haklar, ekonomi, vb. başlıklar altında sayılabilecek birçok boyutu vardır. 'Bitti' denildiğinde hangi boyutunun bittiğinin söylenmesi lazım. Biten nedir, bittiğinin kanıtı nedir? Çatışmaya taraf olmuş farklı kesimlerin ihtiyaçları karşılanmış mı? Çatışmalı ortam tamamen bitmiş ve bir daha olmayacağına dair kesin kanıtlar var mı? Oysa hangi boyuttan bakarsak bakalım, sorunun devam ettiğine dair kanıtlar var. Sadece Kürt meselesinin yarattığı çatışmalı durumun bütçemizde yarattığı yük açısından bile baksak Kürt sorunu hala var. Kimlik ve siyasi hak talepleri devam eden bir halk var. Dolayısıyla 'Kürt sorunu bitmiştir, yoktur' diyenlerin çatışmaya taraf olmuş kesimler bu ihtiyaçlarını nasıl yerine getirdiklerine dair kanıt sunmakla yükümlüdürler. 

'KÜRT SORUNU BİRÇOK SORUNUN TEMELİNDEDİR' 

Çatışmalar farklı kesimlerin karşılanmamış ihtiyaçlarından kaynaklanır ve zamanla kutuplaşan tarafların barış algıları da farklılaşır. Bugün Türkler ve Kürtlerin barış istekleri farklı olabilir. Prof. Dr. Evren Balta ve Prof. Dr. Mehmet Gürses ile Ocak 2020’de yaptığımız KONDA araştırmasına göre Türkiye’nin sadece yüzde 12’si öncelikli sorun olarak Kürt sorununu görüyor. Fakat kendisini etnik olarak 'Kürt' olarak tanımlayanlar arasında bu oran yüzde 40’lara kadar çıkıyor. O zamanın Halkların Demokratik Partisi (HDP) şimdinin DEM Partisi seçmenleri arasında ise yüzde 60 oranına yaklaşıyor. Gene önemli bir nokta, Türkler için Kürt sorunu Kürtlere oranla daha az öneme sahip olsa da daha önemli olarak görünen demokratikleşme, hukuk, dış politika gibi birçok sorunun temelinde yatmakta ya da o sorunları etkilemektedir. Yani hem bir kesim için bir sorun bitmemiştir, hem de tüm ülke için bu sorun birçok sorunun temelindedir ve onları olumsuz yönde etkilemektedir.

TARAFLARIN KONUŞMAYA BAŞLAMASI GUATEMALA'DA 10, SUDAN'DA 11 YIL SÜRDÜ

Müzakere/çözüm süreçlerinin aşamaları nelerdir? Dünyadaki başarılı örneklerde hangi süreçlerden geçilmiştir?

Barış inişli çıkışlı, zor bir süreç. Kamuoyunun bilmediği zamanlarda başlayabilen, en zor zamanlarda bile belki de diyaloğun sürdüğü uzun bir süreç. Guatemala’da tarafların konuşmaya başlaması ve anlaşmaya varması arasındaki süre 10 yıl. Sudan’da 11 yıl. 

TARAFLAR ÜSTÜNLÜK ELDE ETMEK İÇİN ÇABALAR 

Müzakere süreçlerinde taraflar üstünlük elde etmek için çabalar ve karşı tarafa 'müzakereye muhtaç değiliz' argümanını sunarlar. Kendi taraftarlarına ise 'güçlü' olduklarını ve müzakerede hep güçlü aktör olarak kaldıklarını göstermeye çalışırlar. Ve müzakereler ancak tarafların, müzakerenin diğer bütün alternatiflerden daha iyi olduğunu düşündüğü sürece devam eder.

MÜZAKERE YÖNTEMİNİN ÜÇ AŞAMASI 

Barış yapmanın birçok yöntemi vardır; müzakere bunlardan sadece biridir. Müzakerelerin üç aşaması var; ön müzakereler, müzakere ve uygulama. Burada önemli olan şey bu aşamaların çok iniş çıkışlı olduğunu unutmamak. Biz 'bitti' dediğimizde bile bir gün ansızın başlayabilir. Çünkü aslında biliyoruz ki farklı dönemlerde liderler doğrudan veya dolaylı yollarla tekrar temas edip görüşebilirler. Bu açıdan baktığımızda da liderler için şartlar değiştikçe barış için olasılıklar da değişir. 

BARIŞ VE ÇÖZÜM İÇİN TEK BİR MODEL YOK 

Müzakere süreçleri, her iki tarafın da karşılıklı adım attığı, karşı tarafa bir şeyler sunması gereken süreçlerdir. Fakat bunları hem karşı tarafa hem de kendi kamuoyunuza nasıl çerçeveleyerek sunduğunuz önemli. Her ülke kendi modelini kendi şartlarına göre tasarlar. Bazı ülkeler müzakereleri sadece kendi başlarına karşılıklı görüşerek yapıyor. Ama bazı süreçlerde 'kolaylaştırıcı', 'arabulucu' dediğimiz aktörler rol alıyor. Tamamen ülkelerin kendi süreçleri ve dinamiklerinin getirdiği kararlar bunlar. 

Örneğin Güney Afrika, Kolombiya ve Nepal’de bu süreçler içeriden, organik süreçler olarak ilerledi. Mesela Guatemala’da ilk süreçte Katolik Kilisesi kolaylaştırıcılık üstlendi, daha sonra Birleşmiş Milletler arabuluculuk yaptı. Sudan’da daha bölgesel bir arabuluculuk süreci var ve ABD’nin Hartum rejimine karşı bir baskısı oldu. Bunlar görece iyi örnekler. Sri Lanka ise biraz daha kötü bir örnek çünkü burada uluslararası toplumun baskısı fazla bulundu ve geri tepti. 

2013 SÜRECİ NEDEN BİTTİ?

Türkiye yakın tarihte başarısızlıkla sonuçlanan iki çözüm sürecine tanıklık etti. Son çözüm sürecindeki hatalar ve doğrular nelerdi? 

2009-2011 süreci aslında 2013-2015 sürecine bir giriş niteliğindeydi. Müzakere yönteminin uygulandığı süreçlerin aşamalarını düşünürsek biz Türkiye'de müzakere aşamasına bile gelmeden süreç kapandı. Çünkü müzakere aşamasına geçmenin bazı şartları var. Taraflar belli bir yol haritasında niyet belirtip 'bundan sonra bu şekilde olacak' derler. Buna göre bir takvim belirlenir. Dolmabahçe Mutabakatı bir yol haritasıydı ama tanınmadı ve süreç müzakere aşamasına geçmeden bitti. 

SON MÜZAKERE SÜRECİNDE AK PARTİ KENDİSİNİ TEK AKTÖR OLARAK SUNMAKTA ISRAR ETTİ

Sürecin bitmesi çatışmanın tarafları için başka herhangi bir alternatifin müzakere masasından daha çekici hale gelmesiyle olur. Müzakere masası bir yandan anlaşmaya çalışma masası ise bir yandan da süreçten daha güçlü çıkma masasıdır. AK Parti için daha güçlü olabildiğini düşündüğü yer, HDP ile ittifak yoluyla sistem değişikliğine gidemeyeceğini fark ettiğinde seçimlerin kendisi açısından daha karlı olduğunu düşünmesiydi. Bence barış sürecinin bitmesinin en önemli nedenlerinden biri AK Parti’nin süreçte kendisini tek aktör olarak sunmakta ısrar etmesi ve müzakere masasındaki karşı aktörün ihtiyaçlarına çözümler üretememesiydi. Seçim sürecinde gittikçe artan ve HDP’nin yüzde 13'lük başarısıyla perçinlenen AK Parti söyleminde, Kürt hareketi ve siyasi aktörleri gittikçe daha az kabul gördü. Kürt hareketi için ise yeniden şekillenen Ortadoğu’daki dengelerle müzakere masasının alternatifleri doğdu. Yani her iki aktör için de müzakere masası çekiciliğini kaybetmiş oldu. Fakat etnik çatışmalara dair çalışmaların sonuçları bize etnik gruplar için müzakere masasının her zaman açık olduğunu gösteriyor. Bizde de durum bundan farklı değil.

ÜÇÜNCÜ TARAFLARIN VARLIĞI SÖZÜNDEN CAYMAYI ZORLAŞTIRIR

Çatışmalı süreçte en erken giden ve en zor tesis edilebilen şey taraflar arasındaki güvendir. Barış sürecinin en iyi gittiği ‘geri çekilme’ döneminde de güven eksikliği kaynaklı sorunlar yaşandı. 'Şu kadar PKK'li çekildi, bu kadar çekilmedi' gibi açıklamaları hatırlarsınız. “Önce siz şunu yaparsanız biz de bunu yaparız” türü açıklamalar bu tür çatışmalı süreçlerde yaşanan tipik güven eksikliği göstergeleridir. Bunun için de özellikle bu tür meselelerde üçüncü taraflara çok ihtiyaç var. Bizde eksik olan unsurlardan biri de oydu bence. Üçüncü tarafların varlığı, taraflar arasında güveni tesis eder ve tarafların sözünden caymasını zorlaştırır.

2013 ÖNCESİNDE İYİ ANALİZLER YAPILMADI

Barış süreçleri liderleri hedefleyen müzakereler dışında çatışmanın etkilediği değişik toplumsal katmanları da dönüştüren süreçlerdir. Dolayısıyla herhangi bir barış sürecine başlanmadan önce tarafların içinde bulundukları ortamı, bu ortamın açmazlarını ve olanaklarını iyi analiz etmiş olmaları gerekir. Sürece başlamadan önce bazı soruların tartışılmış ve cevaplanmış olması gerekir. Süreç için nasıl siyasi ve toplumsal bir ortamdayız ve bölgesel şartlar ve konumumuz nedir? Hangi gruplar, ne tür isteklerle ortaya çıkıyor? Bu gruplar kimleri temsil ettiğini iddia ediyor? Bu grupların ihtiyaçları, çıkarları, kaygıları, potansiyelleri neler? Ve son olarak da süreci iyi ya da kötü yöne çekebilecek faktörler nelerdir? Bizdeki sürecin bitişinde tüm bu analizlerin yapılmaması da etkili oldu.

'OYUN BOZANLAR' DEDİĞİMİZ GRUPLAR VAR, TAM ŞEFFAFLIK SÜRECE ZARAR VEREBİLİR

Çözüm sürecine dair en büyük eleştirilerden biri açık/şeffaf olmamasıydı. Ana muhalefet bu nedenle tam karşısında durdu. Sizce açıklık ve şeffaflık ne kadar mümkün?

Müzakere öncesi dediğimiz aşamada ’şeffaflık’, olmaması gereken bir şey. Çünkü her zaman 'oyun bozanlar' dediğimiz gruplar var. Yani savaştan nemalanan, barışın bozulması için uğraşan gruplar var. Siz bunlara bilgi verdiğinizde o süreçlerin sabote edilme ihtimali artıyor. Bunu Kolombiya ve Kuzey İrlanda örneklerinde gördük. Bilgi sızdığında o süreçler sekteye uğrayabiliyor.

Tabii ki ana muhalefet gibi önemli aktörlerin süreçle ilgili bilgilendirilmesi gerekir, onları yanına çekmek açısından. Ama bu bilgi büyük bir bilgi olamaz. Sürecin gidişatı açısından kısıtlı bir şeffaflık olabilir. 

Ancak müzakereye geçildiğinde kamuoyuna ve diğer aktörlere de kısıtlı şeffaflıkla aktarımlar yapılabilir. Çünkü müzakere sırasında da masayı bozmak isteyen aktörlerin yarattığı riskler devam eder.

Uygulama aşaması zaten farklı bir aşama, orada şeffaflık gerekiyor. Ama özellikle müzakereye geçmeden tam şeffaflık, sürece zarar verebilen bir şey. 

BAHÇELİ'NİN SÖZLERİ, DEM PARTİ'NİN AÇIKLAMALARI BARIŞ ADINA BÜYÜK BİR UMUT

Son 15 gündür bir şekliyle yeniden 'çözüm ve müzakere'yi konuşmaya başladık. İktidar temsilcilerinin keskin bir siyasi hat değişikliği Kürt siyasetçilere ılımlı mesajlar vermeye başlaması 'yeni bir çözüm/müzakere süreci mi başlıyor' sorusunu beraberinde geldi. Siyasilerin, liderlerin kürsüde, masa başında verdiği bu mesajlar 'süreç başlıyor' yorumunu yapmak için yeterli mi?

Tabii ki milliyetçi kesimi temsil eden, hükümetin yol arkadaşı bir liderin 'Dünyada barışı sağlayacaksak ülkemizde de barışı sağlayacağız' demesi büyük bir şey. Barış adına büyük bir umut. Aynı şekilde karşılıklı olarak DEM Parti'nin 'hazırız' sinyali vermesi de çok önemli.

'SÜREÇ BAŞLADI' DEMEK İÇİN LİDERLERİN AÇIKLAMA YAPMASI GEREKİR

Ama bu bir barış sürecinin başladığı anlamına gelmez. 2009'da dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın 'Yeni bir sürece giriyoruz, güzel şeyler olacak Kürt meselesinde' demesi gibi, hatta 'Biz görüşmelere başladık' tarzında bir açıklama yapılması gerekiyor. 

Büyük ihtimalle bu görüşmeler zaten başlamıştı. Zaten böyle bir çıkış, konuşulmadan, tartışılmadan olabilecek bir çıkış değil. Ama resmi bir sürecin başlaması için liderlerden resmi bir açıklamanın gelmesi gerekir. Yani bu adımlar resmi bir barış sürecinin başlaması için önemli fakat yeterli sayılabilecek adımlar değildir.

TOPLUMU İKNA ETMEK AÇISINDAN GÜÇLÜ LİDERLİK ÖNEMLİ AMA ESAS ÖNEMLİ OLAN LİDERİN DİLİ 

Türkiye gibi bir ülkede böylesi süreçlerde 'güçlü liderlik' önemli mi? 

Elbette önemli. Özellikle önemli olan liderlerin dili. Topluma ne söyledikleri, nasıl söyledikleri, söylemleri ve davranışları ile barış diline geçmeleri önemli. Ama diğer toplumlarla benzer şekilde Türkiye toplumunda da barışın ancak liderlerin diyaloğundan geçtiğine dair bir kanı var. Süreç sadece liderler seviyesinde kaldığı sürece barış ince bir iplikte tutunmaya çalışıyor. Liderlerin süreçten caymaması için toplumsal seviyede kuvvetli bir barış desteğinin de oluşturulması gerekli.

TOPLUMSALLAŞTIRILMAYAN BARIŞ SÜREÇLERİ BAŞARISIZLIĞA MAHKUM OLUR 

Bizim 2009-2011 ve 2013-2015 döneminde yaşadığımız süreç yukarıdan aşağıya bir süreçti. Yukarıdan aşağıya kurulan barış süreçleri toplumda bir karşılık görmezse zaten bozulmaya mahkum. Toplumsallaştırılamayan barış süreçleri başarılı olamaz. 

Yukarıdan aşağıya modeller olduğu gibi aşağıdan yukarıya modeller de var. Toplumun bir araya getirildiği, konuştuğu, önyargıların masaya koyulduğu, iyileşme, yakınlaştırma çalışmalarının yapıldığı model. İşte tüm bu aşamalarda toplumu ikna etmek ve destek almak açısından güçlü liderlik çok önemli. Ama sadece liderlerle sınırlı kalmamak da gerekli. 

CHP'SİZ BİR BARIŞ DÜŞÜNÜLEMEZ 

Ana muhalefet partisi CHP'nin bugün ve olası bir süreç içinde rolü ne olmalıdır?

CHP'yi çatışmanın tarafı olan ana aktör olarak tanımlamıyorsak bile CHP ana muhalefet partisi olarak önemli bir aktördür. Son yerel seçimlerde kazandığı güçle de özellikle barışın toplumsallaşması sürecinde etkili bir rol oynayabilecek bir aktördür. CHP'siz bir barış süreci tabii ki düşünülemez. Çünkü CHP'nin temsil ettiği toplumsal bir grup var. 

Prof. Dr. Evren Balta ve Prof. Dr. Mehmet Gürses ile 2022’de Barış Vakfı için yazdığımız raporda da belirttiğimiz üzere barış meselesinde CHP seçmeni AK Parti ve MHP seçmeni kadar homojen bir seçmen değil. Ya da liderini o kadar takip eden bir seçmen değil. Çünkü CHP seçmeninin içerisinde 'ulusalcı' dediğimiz insanlar da var, 'özgürlükçü sol'a yakın insanlar da var. Mesela 'helalleşme' gibi bir söz CHP içinde bir kesimi mutlu ederken bir kesimi mutsuz ediyor. Dolayısıyla CHP ikircikli ama kritik bir tabana sahip. 

BARIŞ İÇİN CHP'NİN TABANININ İKNA EDİLMESİ GEREKİYOR 

Barış için aslında tam da CHP'nin tabanının ikna edilmesi gerekiyor. O taban çok belirleyici ve bu yüzden CHP kadrolarına büyük iş düşüyor. Bir barış sürecine girilirse CHP kadrolarının da barış için çalışması gerekiyor. 

50 YIL 'TERÖRİST' DEDİĞİNİZ AKTÖRLE KONUŞMAYA BAŞLADIĞINIZDA TOPLUMA ANLATMAK ZOR 

Böylesi dönemlerde 'muhataplar kim?' sorusu çokça dillendirilir. Örneğin DEM Parti 'muhatap İmralı'dır' derken, Bahçeli 'terör örgütü muhatabımız değildir' diyor. Gerçekten bir müzakere süreci başlayacaksa bunun aktörleri, muhatapları kimler olmalı? 

Biz muhataplar kelimesini çatışma çözümünde 'taraflar', çatışmaya taraf olmuş, bundan direkt etkilenmiş kesimler ve onların liderleri olarak tanımlıyoruz. Yani onları temsil eden aktörler. Bunları en üst seviyede devlet ve silahlı örgütün lideri, orta seviyede sivil toplum liderleri, toplumsal seviyede de kanaat liderleri olarak görebiliriz. 

Devlet tarafındaki muhatap net. Kürt hareketindeki muhatap meselesine gelince Jonathan Powell'un Kuzey İrlanda’daki süreci anlattığı 'Teröristlerle Konuşmak' kitabını hatırlamak gerekir. Siz 50 yıl boyunca terörist olduğunu söylediğiniz bir aktörle birden konuşmaya başladığınızda tabii ki bunu topluma anlatmak zor oluyor. Bugün çatışmanın tarafı olan Kürt hareketi için muhatap “İmralı” ve “Kandil”dir. Dolayısıyla müzakerenin en önemli iki tarafı bu aktörlerdir. 

Daha önceki süreçte de onlardı ve barış sürecine zaman içerisinde verilen desteğin de gösterdiği gibi liderler dillerini değiştirdiklerinde bu aktörlerin “muhatap” kabul edilmesinde de toplumsal destek artmıştı. Sonuç olarak şu aşamada muhataplık konusunda anlaşma sağlanmamış gibi gözükse de barış yoluna girilince ve liderler barış diline geçince bu konudaki tartışma da ortadan kalkacaktır. Çünkü barış ancak ‘düşman’ olarak gördüğünüz kesimlerle konuşarak olur.

SÜRECİN NASIL YÜRÜTÜLECEĞİNİ BİLMEDEN MUHATAPLARIN KİM OLACAĞINI BİLEMEYİZ 

Ama daha önce söylediğim gibi müzakere dışında başka barış yapma yöntemleri de var. Bu barış süreci yeni bir anayasa yapma süreci ve Kürtlerin anayasal haklarının tanınması süreci olarak tanımlanırsa başka barış yapma süreçleri de devreye girebilir. Böyle bir süreçte muhatap Meclis'tir ve hükümettir. Yani yasa yapıcılardır.

Dolayısıyla biz barış sürecinin nasıl yönetileceğini bilmeden 'Muhatap kimdir, asıl aktörler kimdir?' sorularını net olarak cevaplayamayız. 

BARIŞ YAPMAK İÇİN SADECE LİDERLERİN KONUŞMASI YETERLİ DEĞİL

Bu gibi süreçlerde birkaç yöntemin aynı anda uygulanması da mümkün değil mi? 

Müzakere, barış yapmanın yöntemlerinden sadece biridir. Çalışmalar bize gösteriyor ki müzakereyle yapılmış barış süreçleri daha kalıcı oluyor. Ama biz çatışma çözümü literatürüne göre diyoruz ki; barış yapmak için sadece liderlerin konuşması yeterli değildir. 

İDEALİ BİRKAÇ YÖNTEMİ BİR ARADA İLERLETMEK 

İdeali birkaç yöntemi bir arada ilerletmek. Meclis'te yasal düzenlemeler yapmak, bütün aktörleri kapsayan bir sürece girmek, liderler müzakeresi sağlamak ve toplumsallaştırma çalışmaları yapmak. Liderler seviyesinde ve toplumsal seviyede birçok mekanizmayı aynı anda ve birbirleriyle uyumlu bir şekilde yönetmek daha sağlıklı bir süreç ve daha kalıcı bir barış getirir. 

PARLAMENTODA KONUŞMAK SİLAHLARIN BIRAKILMASINA FAYDA SAĞLAMAZ 

Bu sene yayınlanan Prof. Mehmet Gürses ile yaptığımız çalışmamızda şu sonuca ulaştık: Kürt sorununda özellikle kültürel hakların tanınması barış konusunda atılabilecek ilk ve kolay bir adım olabilir. Bu tür çözümler Kürtlerin umutlarına Türklerin de korkularına çare olabilecek ‘yumuşak bir çözüm’ sunabilir. Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasına ilişkin kısıtlamaları hafifletmeyi amaçlayan ve sistemin tamamen elden geçirilmesini gerektirmeyen tedbirlerin gerçekleştirilmesi, silahlı gruplarla doğrudan diyalogdan daha kolaydır ve daha kapsamlı barış süreçlerinin önünü açabilir. Böyle bir toplumsal güven oluşturulduktan sonra sorunun başka boyutlarının konuşulmasına geçilebilir. Çünkü şunu biliyoruz; sadece yasalarla bir barış yapılırsa da birçok önemli sorun devam edecektir. Örneğin silah bırakma, elinde silah bulunduranların durumu gibi konularda liderlerin anlaşması olmazsa olmaz. Fakat bu sorunlar belli bir toplumsal güven ortamı oluştuktan sonra konuşulabilir, böylece topluma barışın kazandırdıkları gösterilebilir.

SİLAH BIRAKMA SON AŞAMADA OLUR 

Silahların bırakılmasının son aşama olduğunu tahmin ediyoruz ama Bahçeli en başından Öcalan'a silahları bırakma çağrısı yaptı. Bu gibi ön koşullar olası süreci nasıl etkiler? Dünya örnekleriyle karşılaştırırsak bunun bir doğrusu var mı, varsa ne? 

Literatürde 'silah bırakma' dediğimiz şey DDR diye geçiyor. Yani 'silahsızlanma, terhis ve entegrasyon'. DDR çalışmalarının hepsi çatışma sonrası ya da anlaşma sonrası süreçleri olarak geçer. Çünkü bir silahlı örgütün ortaya çıkış sebepleri vardır. Dolayısıyla da bu sebepler ortadan kalkmadıkça da 'Silahları bırakayım' diyecek değildir. Ne olursa silahları bırakır, ne tür garantiler ister, ne tür hakların yerine getirilmesini talep eder? Bunlar iyi analiz edilip konuşulmalıdır ki silah barış sürecinde bir tehdit olarak var olmasın.

Dolayısıyla silah bırakma son aşamada olan bir şeydir. Erdoğan, barış sürecinde Kuzey İrlanda deneyimine referansla silahların betona gömülmesinden bahsediyordu. Evet Kuzey İrlanda’da silahlar gerçekten betona gömülmüş ama süreçte ilerleme kaydedildikten sonra, en son aşamada olmuş. Ve bir üçüncü taraf gözetiminde olmuş. 

HİÇBİR YOL ALINMADAN SİLAH BIRAKMA TALEP ETMEK GERÇEKÇİ DEĞİL 

Bunlar olmadan şu an ön koşul olarak bunu sunduğunuzda karşı taraf da sizden bir ön koşul isteyebilir. Dolayısıyla müzakere başlıkları bile detaylandırılmamış, bu konularda bir yol alınmamışken PKK’nin silah bırakmasını ummak çok gerçekçi değil. 

Ayrıca ülkemizde silahsızlanma denince sadece PKK’nin silah bırakması düşünülüyor. Oysa literatürdeki kelimeyi tam çevirdiğimizde “eski savaşçıların silahsızlanması” dememiz gerekir. Yani burada ayrıca konuşulması gereken bir konu da korucuların durumudur. 

OYUN BOZUCULARI İYİ TESPİT ETMEK GEREKİYOR 

Müzakere sürecinin başladığını varsayalım. Geçtiğimiz dönemde akamete uğrayan süreçleri de düşünecek olursak sürecin önünde ne gibi riskler var? Nelere dikkat edilmeli? 

İlk risk oyun bozucular. Buradaki oyun bozucuları iyi tespit etmek gerekiyor. Böyle bir sürecin yürütülmemesinden hangi aktörler çıkar sağlayabilir? Bu soruyu yanıtlamak ve analiz etmek gerekiyor. 

BİR ÖNCEKİ ÇÖZÜM SÜRECİNE GÖRE ÇOK DAHA KARMAŞIK BİR SÜREÇ OLACAK 

Geride bıraktığımız barış süreci aslında çok daha kolay gidebilecek bir süreçti. Çünkü aktörleri daha azdı. Şu an ulus sınırları ötesine çıkmış bir boyutu da var bu meselenin. Dolayısıyla artık sadece iç aktörlerle yürütülebilecek bir süreç değil. Ve bir çatışma ne kadar çok aktör ve sorun içeriyorsa o kadar zorlaştırıyor süreci. Çünkü her bir aktörün pozisyonu ve her aktörün önemli bulduğu sorun farklılaşıyor. Bunların iyice analiz edilmesi gerekiyor. Çünkü çok daha karmaşık ve çok daha aktör içeren bir süreç olacak. 

Ve de önceki sürecin bize öğrettiği önemli bir şey, bütün bu denklemler düşünülürken barışın toplumsallaştırılması için de çalışmak gerekiyor. 

TÜRKİYE BARIŞA ULAŞIRSA BARIŞ AKTİVİSTLERİNİN EMEĞİ SONUCUNDA OLACAKTIR 

Tüm anlattıklarınızı özetleyecek bir son soru sormak isteriz; barış bir anda gelir mi?

Barış ulaşılmak istenilen bir yol olsa da aslında aynı zamanda o yolda yürünen süreçtir de. Bu yolda inişler, duraklamalar doğaldır. Yarın barış bir anda gelmiş olursa bu yılların barış mücadelesinin sonucudur. Liderler için o duraksamalarda ve inişlerde hala temasta olmakla ve değişen dengelerin yeniden tahlili sonucunda ortaya çıkarken, barış aktivistleri için yıllarca verilen mücadelenin meyvesidir. Eğer bir gün Türkiye o barışa ulaşırsa, bu sadece liderler istediği için değil, yıllarca bunun için çalışan birçok barış aktivistinin de emeği sonucunda olacaktır. En başta da söylediğim gibi bizim haberdar bile olmadığımız zamanlarda yani o “inişli” zamanlarda bile barış için yapılan çalışmalar ve farklı zamanların getirdiği dinamikler sonucu gelen barış aslında aniden gelmemiştir.