Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz: Asgari ücrette artış yoksa emekçinin vergi yükü hafifletilebilir

Asgari ücret zammıyla ilgili tartışmaları değerlendiren Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz, "Ücretler pek de yukarı gitmeyecek, enflasyon neden olarak ifade ediliyor. Ama kimse kârlardaki artışın enflasyon üzerindeki etkisini dile getirmiyor. Ücretliler enflasyona böyle ezdiriliyorsa, vergi üstünden ezdirilmemeli" diye konuştu.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Asgari ücrete zam gelmeyeceğini açıklayan hükümet, taslağı paylaşılan yeni vergi paketi hazırlığı içinde. Önümüzdeki günlerde Meclis’e gelmesi beklenen paket, "Vergide adalet sağlanacak mı?" sorusuna gebe. Kurumlar vergisinden engellilerin araç edinme hakkına kadar pek çok konuda güncelleme ve düzenleme getiren vergi paketinin etkileri kamuoyunda tartışılıyor. Yeni vergi paketi adalet kavramını taşıyor mu? Ev sahiplerine dönük stopaj kesintisi kiracılara nasıl yansıyacak? Vergide artış gündemdeyken kamu harcamalarında beklenen tasarruf sağlanabiliyor mu? Gini katsayısı 0.45 civarında olan Türkiye’de servet vergisi uygulanmalı mı? Bu soruları İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz’a sorduk.

Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan yeni vergi paketi, basına sızdı. Kurumlardan engelli haklarına uzanacak şekilde pek çok alanda düzenleme paketin içeriğinde yer alıyor. Bu taslağı nasıl buldunuz?

Yeni vergi paketi taslağıyla ilgili genel izlenimim bütün tuşlara aynı anda basıldığı yönünde. Şöyle yapılmış gibi; hem biraz vergide adalet sağlama gayretinde olayım, sermayeyi vergilemeye çalışayım, hem gelir elde edeyim ama büyümeden de taviz vermeyeyim şeklinde yorumlanabilir. Burada vergiyle ilgili ulaşılması gereken birden fazla amaç var.

'SORUN VERGİ YETERSİZLİĞİ DEĞİL, AŞIRI HARCAMANIN KAMU MALİYESİNİ BOZMASI'

Şuna dikkat çekmek isterim, sorun vergi geliri yetersizliği değil, kamu maliyesinde sorun var. Kamuda çok gereksiz harcama yapılıyor, bu da mali disiplini bozuyor. Bu yıl 7,5 trilyon TL’ye yakın vergi tahsilat hedefi var. Vergi gelirlerinin GSYH içindeki payı yüzde 18’in üzerine çıktı, geçen yıl bu oran yüzde 17’nin altındaydı. Eğer sorun vergilerin yetersizliği olsaydı mali yıl başlamadan böyle yüksek tahsilat hedefi olmazdı. Biliyorsunuz ki toplam bütçe gelirleri içinde vergilerin hayli yüksek bir payı var. Kaldı ki bu düşük kalsa bile devlet; cezalarla, harçlarla yine gelir elde edebiliyor. Denetimleri sıklaştırsa bile, kurallara uymayan çok, cezalar üzerinden gelire ulaşır, dahası harçlar da artırılıyor zaten. Benzer biçimde yeniden değerleme oranına göre vergi yükü de artıyor, ayrıca ek vergiler de deprem nedeniyle gündeme gelmişti.

Geçtiğimiz yıl ek Motorlu Taşıtlar Vergisi alındı ve bundan 30 milyar TL civarında tahsilat sağlandı, bu düşük bir meblağ. 1999 Depremi'yle karşılaştırdığımızda ek emlak vergisi, ek gelir vergisi de alınmıştı, ek kurumlar vergisi de keza.

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz

Sizce bu sefer neden öyle olmadı?

Şöyle, 1999’la karşılaştırdığımızda bugün bilgi yayılım hızı çok fazla, sosyal medya çok güçlü. Böyle bir söylenti dahi çıktığında buna tepki gelebiliyor, geri adım atabiliyor karar alıcılar.

Başa dönersek ek vergiden ziyade önemli olan harcamayı kısmak ki burada hiç yol alınmadı. Para politikası, Haziran 2023’ten itibaren sıkılaşmaya başladı, (enflasyona karşı yüksek faiz politikasına geçerek). Ancak paralel şekilde maliye politikasının sıkılaşması lazımdı. 2023 yaz döneminde birkaç hamle yapıldı. Bakan Şimşek, o dönemde tüm kamu kurumlarına tasarruf genelgesini gönderdi. Ardından KDV ve ÖTV oranlarını artırdı. Böyle bir sıkılaşma adımı attı, fakat ondan sonra ek MTV ile gündem tekrar değişti. Ayrıca Bakan Şimşek o dönemde maliyenin elini güçlendirmekten başka, aynı zamanda uluslararası yatırımcılarla görüşme rolünü de yerine getirmeye başladı. Dolayısıyla bu sefer şöyle düşünüldü: Ülkeye yabancı sermaye girerse kur aşağı yönlü hareket eder, enflasyonun düşeceğine “yereller” ikna olur, enflasyon baskıları da hafifler. En azından 2023’ün sonuna doğru ve 2024 hep böyle geçti. Maliye politikasının sıkılaşması aslında bir kenarda kaldı. Ama her zaman ben bekliyordum, eli kulağındaydı. Vergi yükü ağırlaşacaktı ve sonunda yerel seçim sonrasına ertelendi.

'GELİR ARTIRILAMIYORSA DAR GELİRLİ ÜSTÜNDEKİ VERGİ YÜKÜ HAFİFLETİLEBİLİRDİ'

Öte yandan mayıs başında Mehmet Şimşek bir tasarruf paketi yayınladı. O söylediğiniz açıdan harcamaları kısacak nitelikte değil mi?

Tasarruf genelgesi henüz kamu harcamalarına hiç etki etmedi, hatta harcamalar daha fazla arttı. Örneğin nisan ayından mayıs ayına taşıt alım giderleri ile lojman onarım giderleri üç kat, kırtasiye, baskı, cilt giderleri 1,5 kat, temsil, tanıtma giderleri ise tam 7 kat arttı. Taşıt kiralama giderleri için ise her ay bütçeden yaklaşık 120 milyon TL harcanmaya devam ediliyor. Kamuda tasarrufta kararlı olunsaydı, bugün böyle vergi alanında tüm tuşlara aynı anda basılmayacaktı. Şimdi pakette neler olurdu, neye bakılırdı: örneğin "Emeğin üzerindeki vergi yükü hafifletilebilir mi?" diye bakılırdı. Zaten asgari ücret artmayacaksa, onun etrafındaki ücretler de artmayabilir ya da çok az artabilir. İşverenin elinde ciddi bir koz oldu, diğerlerine de az artış yaparım diyebilir. Zaten asgari ücret artışını maliyetlere fazlasıyla yansıtmaya alışıldı. O zaman böyle bir gelir yaratılmıyorsa bari vergi yükünü hafifletelim. Gelir gruplarının aldığı temel ürünlerin vergi yükünü düşürelim hiç olmazsa. Eğer kamuda bir yıldır tasarruf olsaydı bugün başka şeyleri düşünürdük. Vergi gelirini artırma, vergiye uyumu artırmadan ziyade, vergi adaletini sağlamayı konuşuyor olurduk.

'KİMSE KÂRLARDAKİ ARTIŞIN ENFLASYON ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİ DİLE GETİRMİYOR'

Bahsettiğimiz bu taslak, ki muhalefet de bunu söylüyor, 'adaleti vergi alanında talep ediyoruz' diyor, vergi adaleti açısından ne söylüyor?

Elimizde iki done var şu anda. İki şeyi aynı anda konuşuyoruz. Ücretler nereye gidecek? Vergi yükü ne olacak? Ücretler pek de yukarı gitmeyecek, neden enflasyon olarak ifade ediliyor. Ama kimse kârlardaki artışın enflasyon üzerindeki etkisini dile getirmiyor. Peki ücretliler enflasyona böyle ezdiriliyorsa, vergi üstünden ezdirilmemeli. Ücretliler yılın daha ilk aylarında bir üst vergi dilimine girip, daha yüksek vergi oranına giriyorlar.

Yurt dışına karşı Bakan Şimşek “program çalışıyor” diyor. Onun da en önemli göstergelerinden biri mali disiplin. Diğer göstergesi gri listeden çıkılması. Bu göstergelerle hem dez-enflasyon hem CDS’de düşüş hedefleniyor ve böylelikle yabancı sermaye bekleniyor. Burada o mali disiplini sağlamaya bir taraftan da o gözle bakmak gerekiyor. Hep ifade ettiği programın çalışıyor olmasına ihtiyacı var. Ama bu “ne olursa olsun her şeye rağmen” denecek şekilde olmamalı. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almak şeklinde, kamuda tasarrufu da aynı şekilde gerçekleştirerek olmalı. Kamuda gereğinden, ortaya çıkardığı performanstan çok harcayan kurumun en fazla kesintiye giden kurum olması gerekiyor.

'EV SAHİPLERİNE GETİRİLECEK YÜZDE 20’LİK STOPAJI KİRACILAR ÖDEMEK ZORUNDA KALACAK'

Konutta, ev sahiplerine gelen yüzde 20’lik bir stopaj ödemesi gündemde, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, katıldığı bir canlı yayında böyle bir planlamanın olmadığını söylese de taslak metinde buna yer verildiği biliniyor. Ev sahiplerinin kira ödemelerinden aldıkları meblağdan kesilecek yüzde 20’lik bir stopaj aslında kiracılara bunun yansıtılması anlamına gelmiyor mu? Bu da zaten ev alacak durumda olmayan insanlara bir ekstra yük demek değil mi?

Kesinlikle öyle. Verginin yansıması aslında piyasa ilişkileri içinde oldukça normal bir olay. Devletin vergi gelirleri açısından hiçbir fark olmuyor, vergi geliri azalmıyor. Verginin fiskal amacı açısından baktığınızda devleti ilgilendiren bir şey yok. Ancak vergiyi gerçekte almak istediği kesim ödemiyor, almayı tercih etmediği kesim ödüyor. Ev sahibinden alacaktı, ancak gel gelelim vergiyi kiracı ödüyor. Bu böyle olmamalı. İş yeri stopajı da yine kiracıya ödettiriliyor. Konut kısmı da işyeri stopajı gibi olacak, kiracı ödeyecek.

Bu arada eğer ev sahibinin kira geliri devlete stopaj yöntemiyle ödenirse burada artık ev sahibi bu vergiyi ödediğini hissetmemiş olacak. Beyanname yönteminde hissediyor. Beyannameyi de geçmişe dönük olarak veriyor. Söz gelimi tüm mali yıl boyunca siz Ocak 2023’te kira almaya başladınız, Aralık 2024’e kadar toplamda 500 bin TL kira geliri elde ettiniz. 2024’ün mart ayında beyan edip ödemeye başlıyorsunuz. Öncelikle enflasyon o beyanname dönemi boyunca toplanan gelirinizi eritti. Ayrıca siz öderken hissediyorsunuz. Stopajı hissetmeme tarafı var, ama beyanname öyle değil. Örneğin o parayı harcadınız, kiracınız da çıktı nasıl ödeyeceksiniz? Denetim olmayınca beyanname bu nedenle artık inisiyatif gibi bir şey oluyor. Örneğin kontrat yapılmamış, ya da yapılan kontrat noterde yok. Kirayı elden almışlar. İşte burada beyanname inisiyatife kalıyor. 20 yıl önce de derslerde kiralar bankacılık sisteminden geçse vergi idaresi net gelire kavuşur ve vergide adalet sağlanır diyordum. Ancak kiracı-ev sahibi ilişkisi o dönemde şimdiki gibi değildi, artık öyle gerildi ki, yıllar önce olsa bu yansımayı bu kadar net olumsuz konuşamazdık. Kiralık evlerin kısıtlı olduğu, rantın yüksek olduğu yerlerde bunu konuşur olduk, ama normal şartlarda konuşmazdık. Ancak artık gayrimenkul alanı epey sorunlu. Hem kiranın yüzde 25 artırılma sınırı hem deprem hem de en başta enflasyon bunların hepsi artık gayrimenkul sahipliğinden çok kazanç sağlayan, gelir yaratanları ya da tersine çok kaybedenleri yarattı.

'KURUMLAR VERGİSİNDE TÜRKİYE OECD BEPS PLANINI UYGULAYACAK'

Toplumda tepki çeken bir diğer konu özellikle belirli ve büyük şirketlere tanınan vergi afları ve vergi muafiyetleri. Öyle ki 'vergi ödememek için zengin olmanız gerekir' gibi yaygın bir kanı oluşmuş durumda. Bu çerçevede taslak metinde kurumlar vergisinde bir artış öngörüldüğü gibi Türkiye’de faaliyet gösteren çokuluslu şirketlere yüzde 15 düzeyinde vergi getirilmesi yer alıyor. Sizce getirilen bu vergiler ve düzenlemeler toplumda yaygın hale gelen bu adaletsizliği bir nebze de olsa yatıştırır mı?

Vergi adaletinin sağlanması konusunda “ayırma kuramı” emeği sermayeye göre daha az vergilendirmek gerektiğini ifade eder. Söylediğim gibi emeği şayet ücret artışlarıyla koruyamıyorsanız, vergileri düşürerek de bunu sağlayabilirsiniz. Ayrıca sermayenin vergi yükünü ağırlaştırır, istisna ve muafiyetlerini törpülerseniz o da ayırma kuramı üzerinden vergi adaletini sağlayabilir. Sonuçta bu iki üretim faktörünü aynı noktada bırakmamış olursunuz. Bu vergi paketi taslağında emek ile ilgili bir şey yok ama sermayeyle ilgili ayırma kuramını hayata geçirecek şekilde uygulamalar başlayacak görünüyor.

Küresel asgari kurumlar vergisi zaten olmak durumunda. Türkiye bugünlerde OECD BEPS planına uygun şekilde küresel asgari kurumlar vergisi mevzuatını iç hukuk sistemine aktaracak. Bunun dışında kalamayız, küreselde bütün şirketler vergi cennetlerine gitmesin, bu şekilde vergi avantajları artık son bulsun diye 180 civarında ülkenin imzaladığı bir metne dayanıyor bu uygulama. Olması gereken bu, zararlı vergi rekabeti ile mücadele etmek gerekir ki burası doğru, ayrıca ülkemiz uluslararası dev şirketlerin kârlarından vergi geliri de elde edebilir.

'ASGARİ GELİR VERGİSİ TASLAKTAN ÇIKARILDI, ANCAK ADALETİ SAĞLAYACAK BİR UYGULA OLABİLİRDİ'

Geçmişe göre nasıl değişiklik getirecek bu adım?

Şöyle, normal şartlarda bize gelen uluslararası şirketten yüzde 15 küresel asgari kurumlar vergisi alacağız. Ancak şirket “ama güneş enerjisi için geliyorum” ya da “ülkenizde elektrikli otomobil yapacağım” dediği durumda öyle istisnalar, vergi muafiyetleri tanınıyor ki kurumlar vergisi oranı örneğin yüzde 1’e düşüyor. O artık yüzde 1 olmayacak, asgari yüzde 15 olacak, onu benimsetmeye çalışıyorlar tüm ülkelere. Buna karşı şirket “başka yere gidiyorum” derse gittiği yerde de aynı vergiyi verecek.

Ayrıca küreseldeki asgari kurumlar vergisinin bir de yurt içi versiyonu var taslakta. Kurumlar vergisi oranı şu anda reel sektörde yüzde 25, finansal sektörde yüzde 30. Taslağa göre asgari kurumlar vergisi uygulamasında mükellef hasılatından giderlerini düştükten sonra yüzde 10 kurumlar vergisini devlet garanti altına alacak, sonra istisna ve muafiyetler düşülecek. Bu da taslağın sermayeyi vergileyebilmesi açısından olumlu bir adım.

Taslakta bir de asgari gelir vergisi vardı, işte o vergide adalet ve vergi güvenliği açısından çok işimize yarayacaktı, ama taslakta olmayacak sanırım. Ticari ve serbest kazanç sahiplerinin gelir ve harcamaları arasındaki makas yüzde 20’lik fark gösteriyorsa, örneğin zarar eden şirketlerin sahipleri hala lüks içinde yaşıyorsa “şuna bir bakalım, harcamalarını bize izah etsinler” denmeli.

Peki neden bu konuda daha sert adım atılmıyor? Yani bir kaygı, fren mekanizması mı var?

Böyle sorgulamalarda ya da ağır vergilendirmede sermaye, para vs. yurtdışına çıkabiliyor. Bu akla gelen ilk ihtimal, bunun yanında şirketi başkasının üstünde gösterebilir. Örneğin şirkette muhatap olduğunuz kişinin adı Ahmet, ancak vergi levhasında Ayşe yazıyor gibi bu durumda her şeyi yapabiliyorlar. En önemlisi sermaye, özel sektör temsilcileri önemli bir baskı grubu, ekonomik büyüme özel sektöre dayalı olduğu için de karar alıcılar büyümeden taviz vermek istemiyorlar.

Bunu daha önceki söyleşilerimizde de sorduk. Dünya genelinde üst gelir grubundaki yüzde 1 ile yüzde 99 arasındaki servet dağılımında uçurum demenin hafif kalacağı bir fark var. Benzer bir durum Türkiye’de de geçerli. TÜİK Gelir Dağılımı 2023 İstatistikleri'ne göre en yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1.8 puan artarak yüzde 49.8'e çıkarken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay 0.1 puan azalarak yüzde 5.9 oldu. Bu göstergeler ışığında Türkiye servet vergisi uygulamalı mı?

Daha önceki pek çok çalışmamda olduğu gibi fikrim değişmiyor, bence servet vergisi acilen olmalı. Neden derseniz? Servet unsurları çeşitli gelir grupları arasında nasıl dağılmış, yüzde 20’lik dilimler, ki bunlar gelir dağılımın aynası olma özelliği taşır, sonuç ortada. En zengin yüzde 20’lik nüfus milli gelirin yarısına sahip, milli gelirini diğer yarısına ise on milyonlarca kişi sahip olma mücadelesi veriyor. Yıllardır düşmeyen ve doğru ölçülmeyen enflasyon da zenginler grubu yarattı.

'TÜRKİYE NET SERVET VERGİSİ UYGULAMASINA GEÇMELİ'

Serveti nerede vergilemek daha mantıklı? Adil gelir ve servet dağılımının olmadığı ülkelerde. Sizce serveti vergileyebilmek Norveç’te gördüğümüz gibi Gini katsayısının 0.27 olması sonucunu ortaya çıkarıyor olabilir mi? Peki bizde Gini katsayısı neden 0.43,3? Bu görünüm ne kadar adaletsizse o serveti vergilendirmek o kadar zorlaşıyor. Bir katılık var bu alanda. O serveti vergileyemediğimiz için Gini katsayısı düşmüyor. Düşüş olmadığı için de o servete sahip olabiliyorlar.

Bu kısır döngüyü kırabilen ülkeler var. Kuralı koymak lazım. En başta serveti tanımlayamıyoruz. Biz serveti emlak ve motorlu taşıt veya miras-barış yoluyla intikal olarak görüyoruz. Peki servet yalnızca bunlar mı? Ben net servet vergisi öneriyorum. Bu Gini katsayısını düşürür. Çok muazzam zengin aileler, şirketler var, yani Türk oligarklar da var. İşte onlara tanınan her türlü avantaj, imkan, imtiyaz sonrasında ayrıca bakacağız bu kişiler vergi rekortmeni olabilmişler mi? Devletin verdiğiyle aldığını karşılaştırması lazım. Orada tapu, e-devlet, e-vergi gibi alanlarda eşgüdüme gitmesi lazım.

'GRİ LİSTEDEN ÇIKIŞ TÜRKİYE’NİN İTİBARI AÇISINDAN ÖNEMLİ'

Son olarak 28 Haziran’da Türkiye Mali Eylem Gücü’nün Gri Listesi’den çıktı. Bakan Şimşek bunu “Başardık” tweetiyle duyurdu. Gri listeden çıkmak neden önemli?

Tüm finansal kurumların ve devlet otoritesinin terörün finansmanı ve kara paranın aklanmasında suistimal edilmemesi ve risklerle karşılaşmaması için Gri Liste'den çıkış önem taşıyordu. Son yıllarda böyle suistimaller nedeniyle Gri Liste'ye girmiştik.

Türkiye'nin Gri Liste'de olması, uluslararası sermaye akışında cazibesini düşüren ve yabancı yatırımcının güveninin azalmasına yol açan bir faktör. Ayrıca TL'de değer kaybında, kamu ve özel sektör için farklı ekonomik yaptırımların gündeme gelmesinde, CDS'in yükselişinde, kamu ve özel sektörün dış borçlanmayı daha maliyetli gerçekleştirmesinde de etkili oldu. Kısaca FATF'nin Gri Liste kararı, ülkenin itibarı açısından önemli bir gösterge.

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz kimdir?

Binhan Elif Yılmaz, yüksek lisans ve doktora eğitimlerini İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Maliye Teorisi Ana Bilim Dalı’nda tamamladı. 2014’ten bu yana İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Maliye Bölümü’nde profesör olarak görev yapmaktadır. Yılmaz’ın kamu ekonomisi, vergi sistemi, kayıt dışı ekonomi, sosyal güvenlik ekonomisi, borç yönetimi ve borç krizleri alanlarında 20’si kitap ve kitap bölümü olmak üzere 100’ü aşkın akademik çalışması, ulusal ve uluslararası kongrelerde sunulan bildirileri bulunmaktadır. T24’te haftalık olarak yazılarına devam etmektedir.

Tüm yazılarını göster