Türkiye’nin her açıdan son derece kritik bir dönemden geçtiğini
söylemek alışkanlık haline gelse de 2023 seçimlerine yaklaştıkça
durumlar gittikçe daha kritik hale geliyor. İktidar, söylemlerinde
ve pratiklerinde daha da agresif bir tutum alırken hiçbir
stratejiye dayanmadığı gibi günü kurtarmaya bakıyor. Öte yandan
Burhan Hoca’nın da işaret ettiği gibi aslında sürekli kriz üreten
bu durum, daha özgürlükçü bir sistem inşa etme anlamında fırsata
çevrilebilir. Benim de İstanbul SBF’den hocam olan Burhan Hoca’yla
siyasetten ekonomiye ülkenin krizini ve çözüm yollarını
konuştuk.
CUMHURBAŞKANININ KUTUPLAŞTIRICI ÜSLUBU, ÜLKE SORUNLARININ
NESNEL BİR ŞEKİLDE TARTIŞILMASINI ENGELLİYOR
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu durumu hem bir
öğretim üyesi hem bir siyasetçi olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Bu
süreçte gözlemlediğiniz olgular, sadece siyasi iktidar anlamında
değil, politika yapma tarzı anlamında da bir dönemin sonuna
gelindiği izlenimini uyandırıyor mu?
Ben başından beri “tek adam rejimi” veya “tek adam yönetim
sistemi” demeyi tercih ediyorum. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi
“ diye adlandırmak çok anlamsız. Çünkü literatürde ve uygulamada
başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sistem ayırımı yaygın.
Bizdeki uygulama da büyük ölçüde cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile
yönetim biçimi olduğuna göre, Latin Amerika tipi başkanlık sistemi
veya güçlendirilmiş başkanlık sistemi denebilir. Biraz daha
açarsak, başkanlık sistemi aslında anlamını ve işlerliğini
kuvvetler ayrılığından alır. Örneğin ABD’de başkan yüksek yargıya
yargıç ataması veya büyükelçi ataması yaparken, senatonun onayı
gerekir. Obama son yılında bir yargıç ataması yapmaya çalıştı,
Cumhuriyetçi Parti engelledi. Bizdeki sistemde cumhurbaşkanının
atama gücüne sahip olduğu üst düzey bürokratların listesi bütün
devlet örgütünü kapsar. Ayrıca kuvvetler ayrılığının varlığını
iddia etmek imkânı yoktur. 2021 Türkiyesinin bu sistemi aşması bir
zorunluluktur. Çünkü sorunlarımızın çoğu bu yapıdan
kaynaklanmaktadır. Bütün yetki tek kişide toplandığı için,
yüksek enflasyondan üniversitelerde verim düşüşüne kadar tüm
sorunların kaynağı aynıdır.
PARTI İÇİ DEMOKRASİYE DAİR TÜM PARTİLERİN YOL ALMASI GEREKİYOR
ANCAK ALINACAK EN UZUN YOL İKTİDAR PARTİSİNİN
Bu sistem içindeki aktörlerin bir politika yapma
tarzları yok mu? Tek adam sistemi, nasıl bir politika yapma
biçimini dayattı?
O da sistemin yapısı ve içerdiği oyun kurallarından
soyutlanamaz. Daha açık bir deyişle, sistemin içinde yer alan tüm
aktörlerin davranışları da oyunun çerçevesine göre
belirlenmektedir. Bundan dolayıdır ki üst yargı organının başkanı,
cumhurbaşkanının yanında çay toplamaya gidebilmekte, Diyanet İşleri
Başkanı siyasal demeçler verebilmekte, rektörler “bu ilde AKP’yi
ben temsil ederim” diyebilmektedir. Benzer şekilde iktidar
partisinin milletvekilleri partileri ile ilgili eleştirilerini açık
ortamlarda dile getirmekten kaçınmaktadırlar. Bu konuda özellikle
akademik ünvanlara sahip milletvekillerinin YÖK sistemi ve rektör
atamaları konusunda ağızlarını açmamalarını çok hazin buluyorum.
Sistemin cumhurbaşkanına verdiği aşırı yetkinin bir yansıması da
parti içinde de demokrasinin olmayışıdır. Siyaseti uzaktan izleyen
bazı kişiler, parti içi demokrasi konusunda partiler arasında
hiçbir fark olmadığını ileri sürebilmektedirler. Parti içi
demokrasi konusunda tüm partilerin alması gereken bir yol
bulunmasına karşın, bu konuda alınacak en uzun yolun iktidar
partisine ait olduğu kesindir.
YAŞANAN KUTUPLAŞMANIN NEDENİ, TEK ADAM SİSTEMİ
Yaşanan sorunları sadece parti içi demokrasiyle
indirgeyebilir miyiz?
Politika yapma tarzıyla ilgili başka bir sorun da, tek adam
sisteminin seçilmesine ilişkin kuralların siyaseti bloklaşmaya ve
kutuplaşmaya götürmesidir. Bu sorun parlamenter sistemde bu ölçüde
ağır değildir. Özellikle sistemin baş aktörünün siyasete bakış
tarzı, dünya görüşü ve üslubu genel olarak politika yapma tarzını
ve üslubunu da etkilemektedir. Bugünkü cumhurbaşkanının
ötekileştirici, kutuplaştırıcı üslubunun ülke sorunlarının nesnel
ve anlamlı biçimde tartışılmasını engellediği kesindir. Bu
saptamaların sonucu olarak, bugünkü sistemin birçok nedenle
değiştirilmesi ve değişimle birlikte siyaset yapma tarzında da bir
yenilenme Türkiye için büyük bir ihtiyaçtır.
ÇÖZÜMÜN İLK ŞARTI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE BAĞIMSIZ YARGIDIR
Bütün siyasi partiler mevcut durumdan çıkış yolu olarak,
üretim odaklı ekonomi, yolsuzluk ve israfa son vs. gibi genel geçer
ifadeler kullanıyorlar. Ama bunu nasıl yapacağını ayrıntılarıyla
anlatan çok az. Bu çerçevede bakıldığında CHP’nin somut önerileri
neler? Bir kurtuluş reçetesi ya da yol haritası var
mı?
Bir kurtuluş reçetesi veya tek bir büyük proje propaganda etkisi
yapsa da, sorunların çözümü tek bir projeye veya sektöre
indirgenemez. Örneğin şu ülke sanayi ile kalkındı, bu ülke tarımla
kalkındı gibi ifadeler de pek anlamlı değildir. Önce başarılı bir
ekonominin ön koşullarını veya altyapısını konuşalım, yani doğrudan
ihracatla, enflasyonla ilgili gibi gözükmeyen konular. Bunlardan
birincisi hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargıdır. Bunlar tüm
ekonomik kararların ve sözleşmelerin güvencesidir. Şirket kurmaktan
yatırım yapmaya, yabancı sermaye çekmeye kadar her kararı etkiler.
İkinci olarak devletin aldığı kararların, koyduğu kuralların
nesnel, saydam ve adil olmasıdır. Sadece bu özellikleri taşıması da
yetmez, tüm ilgili tarafların da böyle olduğunu bilmesi ve inanması
gerekir. Üçüncü olarak, politikaları iktisat biliminin günümüzde
sunduğu bilgilere hâkim ve deneyimli kadroların belirlemesi
gerekir. Dördüncü olarak, her şeyi plana bağlamak gerekmese de,
genel stratejiyi belirleyen ve temel hedefleri ve gerekli
kaynakları hesaplayan, saptayan bir planlama örgütüne ihtiyaç
vardır. Beşinci olarak, eğitim sektörünün yeni bir anlayışla
düzenlenmesi ve ekonomiyle bağlantısının kurulması gerekir. Hızlı
kalkınmanın motor gücü iyi yetişmiş, özgür ve bağımsız düşünen,
problem çözme becerisine sahip, bir yabancı dili hakkıyla öğrenmiş,
dünyaya açık bir işgücüdür. Dar anlamda ekonomik konulardan da söz
edelim. Birinci nokta Merkez Bankası’nın göreli özerkliğidir. Bir
iktidarın inadına göre başkan değiştirilmemeli, Merkez Bankası’nın
birinci görevi fiyat istikrarı olmalıdır. Tarım ve hayvancılık
kapsamlı biçimde desteklenmelidir. İhracatın yapısını zaman içinde
katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürünlerine doğru değiştirmek
gerekir. Yeni teknolojileri kullanan genç girişimciler teşvik
edilmeli, üniversitelerin teknoparkları güçlendirilmelidir. Sosyal
politika alanında da “aile destekleri sigortası” uygulamaya konarak
hiçbir ailenin temel gelirden yoksun kalmaması sağlanmalı. Burada
hızla sınırlı bir listeden söz ettim. Aslında çok daha ayrıntılı
hazırlıklar yapılmış durumda.
MUHALEFET MEVCUT OTORİTER YAPININ KRİZİNİ, FIRSATA
ÇEVİREBİLİR
Birçok akademisyen ya da yorumcu, demokrasiye geçildiği
taktirde sorunların çözüleceği konusunda hemfikir. Ancak demokratik
teamüllere kısmen alışık olmakla birlikte bu teamüllerin bir yaşam
tarzı haline gelmediği bir toplumda, otoriter yönetime son verip
dört başı mamur bir demokrasiye geçiş nasıl mümkün
olacak?
Dört başı mamur bir demokrasi nerede var bilmiyorum. ABD’nin
durumu, orada demokrasinin dört başı mamur olmak bir yana
tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösterdi. Şimdi onarım sürecini
yürütmeye çalışıyorlar. Öte yandan sorunlarına ve bazı eksiklerine
karşın Yeni Zelanda, Avustralya, Almanya ve İskandinav ülkeleri
gibi ülkelerde demokrasinin hayli geniş olduğunu söyleyebiliriz.
Ülkemize gelince, ben büyük bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzu
düşünüyorum. Bizim büyük bir sıçrama yapma şansımız var, bir diğer
deyişle bir büyük dönüşüm. Özellikle son yıllarda sorunlarımız çok
arttı. Birçok alanda Türkiye geriye gitti ve gidiyor. Yargı,
medya, özgürlükler, üniversiteler, kamu yönetiminde saydamlık,
hesap verebilirlik ve liyakat gibi konuların tümünde on yıl
öncesine göre daha kötü bir noktadayız. İşsizlik, gelir dağılımında
adaletsizlik, yerel yönetimlere baskı konularında da durum aynı.
Yurttaşlarda umutsuzluk ve güvensizlik üst düzeyde. Buradan ancak
büyük bir dönüşümle çıkılabilir. Ben bu dönüşümün öncelikle
“özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, dayanışmacı (sosyal adaletçi),
çevreci ve kalkınmacı” bir çerçeveye oturması gerektiğine
inanıyorum. Böyle bütünlüklü bir dönüşüm için topluma güven vermek
ve “birlikte yapabiliriz” duygusunu yaratmak birinci koşuldur.
Türkiye toplumu hiçbir Ortadoğu toplumuna benzemez, hatta Balkan
ülkelerine göre de daha zengin bir özgürlük mücadelesi ve sosyal
mücadele geçmişine ve deneyimine sahiptir. Ayrıca böyle bir değişim
için elini taşın altına sokacak uzman kadrolara da fazlasıyla
sahiptir. Hiç kuşkusuz bu süreçte değişimden ve demokrasiden yana
olan partilerin düşünsel ve eylemli öncülüğü büyük önem
taşımaktadır.
MUHALEFETİN CUMHURBAŞKANI ADAYI, DİYALOĞA AÇIK, UZLAŞTIRICI VE
TOPLUMA GÜVEN VEREN BİR KİŞİ OLMALI
Erken seçimle ya da değil, başkanlık yarışına dair
öngörüleriniz neler? Sayın Kılıçdaroğlu’nun ifade ettiği gibi
isimler üzerinden değil de ilkeler üzerinden gidersek, muhalefetin
nasıl bir cumhurbaşkanı adayı olmalı? Bu aday ne gibi özelliklere
sahip olmalı?
Bence yukarda açıklamaya çalıştığım büyük dönüşümle uyumlu bir
vizyona ve kararlılığa sahip olmalı, kısa bir ifadeyle Türkiye’yi
güçlendirilmiş parlamenter sisteme götürme iradesine ve maharetine
sahip biri olmalı. Aynı zamanda demokrasi ittifakını bir arada
tutabilecek ve son olarak da kazanma şansı yüksek biri olmalı.
Diyaloğa açık, uzlaştırıcı ve topluma güven veren bir kişi olmalı.
Herhangi bir kişiyi düşünerek konuşmadığımdan emin
olabilirsiniz.
BU SAATTEN SONRA İKTİDAR, REFORM BİR YANA KÖTÜ GİDEN İŞLERİ
YABANCI GÜÇLERE BAĞLAYACAK, CHP’Yİ SUÇLAMAYA DEVAM EDECEK,
MİLLİYETÇİLİK DOZUNU DAHA DA ARTIRACAK
AKP sizce reform yapabilir mi? AKP’nin bir sonraki
başkanlık ve parlamento seçimlerini kazanma olasılığı
nedir?
AKP’nin reform yapma olasılığını görmüyorum. Zaten şu ana kadar
reform sözcüğü ile gündeme getirdiği birçok konu oldu, sonuçta
hiçbir değişiklik görmedik. AKP’nin reform yapması ancak ve ancak
büyük, kapsamlı bir özeleştiri ile mümkün olur. O da iddiasını ve
kendisine inanan insanların güvenini zayıflatır. Ayrıca anlamlı bir
reform yapmasının MHP açısından sıkıntı yaratacağını çok iyi
bilirler. Bu saatten sonra reformdan daha yüksek olasılıkla kötü
giden işleri yabancı güçlere bağlamak, CHP’yi suçlamak,
milliyetçilik dozunu artırmak gibi yöntemler kullanılacak diye
düşünüyorum. Örneğin son olarak “enflasyon, faiz, kur” üçgeninin
dış güçlerin oyunuyla bu kadar yüksek olduğunun iddia edilmesi
gibi. Bu konuda şunu söyleyebilirim, iktisat bilimi açısından
enflasyonun kaynağı olarak faizlerin gösterilmesi fazla bir anlam
taşımıyor. Bu iddianın olumlu bir etkisi oldu, ekonomi okuyan
öğrenciler bu vesileyle enflasyonun kaynakları konusunu gayet iyi
okuyarak öğrendiler.
BUGÜN STATÜKO PARTİSİ ARTIK AKP OLMUŞTUR
CHP’nin devlet ve dolayısıyla statüko partisi olmaktan
kurtulduğunu ve kendi içinde ciddi bir dönüşüm geçirdiğini
düşünüyor musunuz?
CHP’nin devlet ve statüko partisi olmaktan çıktığını
düşünüyorum, daha açıkçası biliyorum. Hem CHP’lilerin çabalarıyla,
hem de hayatın dayatmasıyla. Biliyorsunuz daha 12 Mart 1971’de CHP
içinde bir kanat müdahaleye karşı çıkmıştı. 12 Eylül’ün en büyük
mağduru da en geniş anlamda sol ve işçi sınıfı olmuştur. DİSK’in
kapatılması ve konfederasyon yöneticilerinin ve bağlı sendika
yöneticilerinin yıllarca hapiste yatması işçi sınıfına ağır bir
darbe olmuştur. 12 Eylül yasaları ile örgütlü mücadele alanı da
daraltılmıştır. Böylece CHP’nin işçi sınıfıyla bağları
zayıflamıştır. Son yıllarda bu sorun aşılmaya başlandı. Bugün CHP
işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin sorunlarına en aktif biçimde
sahip çıkmaktadır. Özellikle son aylarda milletvekilleri ve parti
meclisi üyeleri gruplar halinde yurdun dört bir köşesinde halkla
buluşmaktadır. Bugün statüko partisi artık AKP’dir. Kurmuş olduğu
düzeni korumaya çalışmaktadır. Çünkü hesabını vermekte çok
zorlanacağı işler yapılmıştır. 128 milyar doların hangi tarihlerde
hangi kurdan kimlere satıldığı devlet sırrı gibi saklanmaktadır.
Ayda 10 bin dolar gizli ödeme yapılan eski milletvekili
açıklanmıyor. Bu gibi sorunlar yarın yargıya taşınacağından,
bugünden baş ağrısı yaratıyor, bu da düzenin ve iktidarın korunması
gereksinimini güçlendiriyor.
HDP’NİN KAPATILMASINA MİLLET İTTİFAKINA DESTEK VERİP
VERMEMESİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK KARŞI ÇIKILMALIDIR
HDP ile ne yapılmalı? Muhalefet HDP’ye nasıl yaklaşmalı?
HDP’ye ilişkin açılan kapatma davasına dair
düşünceleriniz?
HDP’ye kapatma davası açılmasının kaynağı siyasidir. AİHM’nin
parti kapatma ile ilgili kriterleri oldukça nettir ve bugünkü
koşullarda HDP’nin kapatılmasına yeşil ışık göstermiyor. Siyasi
olarak 31 Mart seçimlerinde görülen sonuçlardan sonra, HDP’nin
üstüne giderek demokrasi blokunu zayıflatmak ve çatlatmak amacı
güdülüyor. Bu konuda muhalefet HDP’nin politikalarını destekleyip
desteklememe konusundan bağımsız olarak parti kapatma konusunda net
tavır almalıdır. Özgürlükleri savunmak zaten özünde böyle bir
şeydir, yani benim sizin özgürlüğünüzü savunmam için mutlaka sizin
görüşlerinizi paylaşmam gerekmez, düşünce özgürlüğüne ve onunla
ilgili uluslararası ölçütlere inanmam yeterlidir.
AYLARCA SÜREN BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ’NE ANCAK SAYGI DUYULUR
Son olarak Melih Bulu geçtiğimiz gün görevden alındı, bu
görevden almayı nasıl yorumluyorsunuz?
Cumhuriyet’in yüzüncü yılı yaklaşırken bu ülkede yükseköğretim
sistemine yapılmış en mantıksız, en haksız müdahaleden söz
ediyoruz. 2021 başında ilk defa tek bir üniversite hedef seçildi ve
Boğaziçi Üniversitesi’ni “yerli ve milli yapma operasyonu”
başlatıldı.1992’den bu yana uygulanan sistemde üniversitelerde
rektör seçimi yapılıyor, ilk altı sırada yer alan aday listesi
YÖK’e gönderiliyor, YÖK sayıyı üçe indiriyor, cumhurbaşkanı da o üç
kişiden birini atıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nin kültürüne uyarak
genellikle en uygun adayın isminde bir yoğunlaşma sağlanıyordu. Beş
yıl kadar önce, bir dönem başarıyla rektörlük yapmış olan Prof.Dr.
Gülay Barbarosoğlu üniversitede oyların % 85’ini aldı ve liste
Ankara’ya gitti. Olağandışı bir şekilde aylarca rektör ataması
yapılmadı. Ondan sonra daha önce rektör yardımcılığı da yapmış olan
Prof. Mehmet Özkan atandı. Üniversite içinden olduğu ve daha önce
rektör yardımcılığı yapmış olduğu için fazla tepki toplamadı. 2021
başında yapılan atamayla gelen Prof. Melih Bulu ismi pek duyulmamış
ve akademik birikimi Boğaziçi’nde profesör olmak için yeterli
olmayan bir kişiydi. Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden
birine kurum dışından böyle bir kişinin atanması doğal olarak büyük
tepki yarattı. Aylarca süren direnişe sadece saygı ve teşekkür
duyulur. Sadece kendi üniversitelerini değil, tüm Türkiye
üniversitelerini savundular. Akademik özgürlüğe, kurumsal özerkliğe
ve katılımcı üniversite anlayışına kararlı ve etkili bir şekilde
sahip çıktılar. Bu arada Bulu’nun tezinde intihal iddiaları giderek
güçlendi. Altı ayda tepkilerin söneceğini düşünen Bulu, bir gece
ansızın kendisini kapı dışında buldu.
Bugünkü iktidarın üniversite anlayışı çağdaş değil. İktidar
üniversiteleri de diğer kurumlar gibi kendi dünya görüşüne uygun
hale getirmeyi amaçlıyor. Kadrolaşmayı bir numaralı amaç olarak
görüyor. Bütün rektörleri bir tek kişinin atadığı başka hiçbir
üniversite sistemi yok. Batı ülkelerinde katılımcı, nesnel ve
oldukça saydam yöntemler uygulanıyor. Üniversitelerin yönetimi
konusunda bugünkü iktidardan hiçbir umudum, beklentim yok, ancak
demokrasi bloğunun bu konuda bir temel yaklaşımda buluşması için
çaba göstermeye değer. 2023 sonrasında üniversitelerin yönetim
modelinin yenilenmesi bugünden önemli bir hedef olarak görülmeli ve
tartışılmalıdır.
BURHAN ŞENATALAR KİMDİR?
İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi. CHP
Parti Meclisi üyesi. Lisans ve doktora İ.Ü. İktisat Fakültesi. Aynı
fakültede (1969-1981) ve İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde
(1981-2000) maliye bölümlerinde görev yaptı. ABD, İngiltere ve
Almanya’da çeşitli üniversitelerde konuk araştırmacı olarak
bulundu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in atamasıyla YÖK Genel
Kurul üyeliğinde bulundu (2001-2005) Üniversite Öğretim Üyeleri
Derneği (1993-1998) ve TÜSES Vakfı (2000-2004) başkanlığı
yaptı.