Prof. Dr. Burhan Şenatalar: Bugün değişime direnen ve statükocu olan AKP’dir

Prof. Dr. Burhan Şenatalar, yeni sisteme Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilmesinin yanlış olduğunu, siyasi aktörlerin tutumlarını da tek adam yönetimi denilmesi gereken bu sisteme uyarladığını düşünüyor. Şenatalar geçmişte darbeler ve olağan dışı müdahaleler nedeniyle CHP’nin işçi sınıfıyla bağlarının zayıfladığını, son yıllarda ise bu sorunun aşılmaya başlandığı kanaatinde.

İslam Özkan islamozkan@gmail.com

Türkiye’nin her açıdan son derece kritik bir dönemden geçtiğini söylemek alışkanlık haline gelse de 2023 seçimlerine yaklaştıkça durumlar gittikçe daha kritik hale geliyor. İktidar, söylemlerinde ve pratiklerinde daha da agresif bir tutum alırken hiçbir stratejiye dayanmadığı gibi günü kurtarmaya bakıyor. Öte yandan Burhan Hoca’nın da işaret ettiği gibi aslında sürekli kriz üreten bu durum, daha özgürlükçü bir sistem inşa etme anlamında fırsata çevrilebilir. Benim de İstanbul SBF’den hocam olan Burhan Hoca’yla siyasetten ekonomiye ülkenin krizini ve çözüm yollarını konuştuk.

CUMHURBAŞKANININ KUTUPLAŞTIRICI ÜSLUBU, ÜLKE SORUNLARININ NESNEL BİR ŞEKİLDE TARTIŞILMASINI ENGELLİYOR

Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu durumu hem bir öğretim üyesi hem bir siyasetçi olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Bu süreçte gözlemlediğiniz olgular, sadece siyasi iktidar anlamında değil, politika yapma tarzı anlamında da bir dönemin sonuna gelindiği izlenimini uyandırıyor mu?

Ben başından beri “tek adam rejimi” veya “tek adam yönetim sistemi” demeyi tercih ediyorum. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi “ diye adlandırmak çok anlamsız. Çünkü literatürde ve uygulamada başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sistem ayırımı yaygın. Bizdeki uygulama da büyük ölçüde cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yönetim biçimi olduğuna göre, Latin Amerika tipi başkanlık sistemi veya güçlendirilmiş başkanlık sistemi denebilir. Biraz daha açarsak, başkanlık sistemi aslında anlamını ve işlerliğini kuvvetler ayrılığından alır. Örneğin ABD’de başkan yüksek yargıya yargıç ataması veya büyükelçi ataması yaparken, senatonun onayı gerekir. Obama son yılında bir yargıç ataması yapmaya çalıştı, Cumhuriyetçi Parti engelledi. Bizdeki sistemde cumhurbaşkanının atama gücüne sahip olduğu üst düzey bürokratların listesi bütün devlet örgütünü kapsar. Ayrıca kuvvetler ayrılığının varlığını iddia etmek imkânı yoktur. 2021 Türkiyesinin bu sistemi aşması bir zorunluluktur. Çünkü sorunlarımızın çoğu bu yapıdan kaynaklanmaktadır.  Bütün yetki tek kişide toplandığı için, yüksek enflasyondan üniversitelerde verim düşüşüne kadar tüm sorunların kaynağı aynıdır.

PARTI İÇİ DEMOKRASİYE DAİR TÜM PARTİLERİN YOL ALMASI GEREKİYOR ANCAK ALINACAK EN UZUN YOL İKTİDAR PARTİSİNİN

Bu sistem içindeki aktörlerin bir politika yapma tarzları yok mu? Tek adam sistemi, nasıl bir politika yapma biçimini dayattı?

O da sistemin yapısı ve içerdiği oyun kurallarından soyutlanamaz. Daha açık bir deyişle, sistemin içinde yer alan tüm aktörlerin davranışları da oyunun çerçevesine göre belirlenmektedir. Bundan dolayıdır ki üst yargı organının başkanı, cumhurbaşkanının yanında çay toplamaya gidebilmekte, Diyanet İşleri Başkanı siyasal demeçler verebilmekte, rektörler “bu ilde AKP’yi ben temsil ederim” diyebilmektedir. Benzer şekilde iktidar partisinin milletvekilleri partileri ile ilgili eleştirilerini açık ortamlarda dile getirmekten kaçınmaktadırlar. Bu konuda özellikle akademik ünvanlara sahip milletvekillerinin YÖK sistemi ve rektör atamaları konusunda ağızlarını açmamalarını çok hazin buluyorum. Sistemin cumhurbaşkanına verdiği aşırı yetkinin bir yansıması da parti içinde de demokrasinin olmayışıdır. Siyaseti uzaktan izleyen bazı kişiler, parti içi demokrasi konusunda partiler arasında hiçbir fark olmadığını ileri sürebilmektedirler. Parti içi demokrasi konusunda tüm partilerin alması gereken bir yol bulunmasına karşın, bu konuda alınacak en uzun yolun iktidar partisine ait olduğu kesindir.

YAŞANAN KUTUPLAŞMANIN NEDENİ, TEK ADAM SİSTEMİ

Yaşanan sorunları sadece parti içi demokrasiyle indirgeyebilir miyiz?

Politika yapma tarzıyla ilgili başka bir sorun da, tek adam sisteminin seçilmesine ilişkin kuralların siyaseti bloklaşmaya ve kutuplaşmaya götürmesidir. Bu sorun parlamenter sistemde bu ölçüde ağır değildir. Özellikle sistemin baş aktörünün siyasete bakış tarzı, dünya görüşü ve üslubu genel olarak politika yapma tarzını ve üslubunu da etkilemektedir. Bugünkü cumhurbaşkanının ötekileştirici, kutuplaştırıcı üslubunun ülke sorunlarının nesnel ve anlamlı biçimde tartışılmasını engellediği kesindir. Bu saptamaların sonucu olarak, bugünkü sistemin birçok nedenle değiştirilmesi ve değişimle birlikte siyaset yapma tarzında da bir yenilenme Türkiye için büyük bir ihtiyaçtır.

ÇÖZÜMÜN İLK ŞARTI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE BAĞIMSIZ YARGIDIR

Bütün siyasi partiler mevcut durumdan çıkış yolu olarak, üretim odaklı ekonomi, yolsuzluk ve israfa son vs. gibi genel geçer ifadeler kullanıyorlar. Ama bunu nasıl yapacağını ayrıntılarıyla anlatan çok az. Bu çerçevede bakıldığında CHP’nin somut önerileri neler? Bir kurtuluş reçetesi ya da yol haritası var mı?

Bir kurtuluş reçetesi veya tek bir büyük proje propaganda etkisi yapsa da, sorunların çözümü tek bir projeye veya sektöre indirgenemez. Örneğin şu ülke sanayi ile kalkındı, bu ülke tarımla kalkındı gibi ifadeler de pek anlamlı değildir. Önce başarılı bir ekonominin ön koşullarını veya altyapısını konuşalım, yani doğrudan ihracatla, enflasyonla ilgili gibi gözükmeyen konular. Bunlardan birincisi hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargıdır. Bunlar tüm ekonomik kararların ve sözleşmelerin güvencesidir. Şirket kurmaktan yatırım yapmaya, yabancı sermaye çekmeye kadar her kararı etkiler. İkinci olarak devletin aldığı kararların, koyduğu kuralların nesnel, saydam ve adil olmasıdır. Sadece bu özellikleri taşıması da yetmez, tüm ilgili tarafların da böyle olduğunu bilmesi ve inanması gerekir. Üçüncü olarak, politikaları iktisat biliminin günümüzde sunduğu bilgilere hâkim ve deneyimli kadroların belirlemesi gerekir. Dördüncü olarak, her şeyi plana bağlamak gerekmese de, genel stratejiyi belirleyen ve temel hedefleri ve gerekli kaynakları hesaplayan, saptayan bir planlama örgütüne ihtiyaç vardır. Beşinci olarak, eğitim sektörünün yeni bir anlayışla düzenlenmesi ve ekonomiyle bağlantısının kurulması gerekir. Hızlı kalkınmanın motor gücü iyi yetişmiş, özgür ve bağımsız düşünen, problem çözme becerisine sahip, bir yabancı dili hakkıyla öğrenmiş, dünyaya açık bir işgücüdür. Dar anlamda ekonomik konulardan da söz edelim. Birinci nokta Merkez Bankası’nın göreli özerkliğidir. Bir iktidarın inadına göre başkan değiştirilmemeli, Merkez Bankası’nın birinci görevi fiyat istikrarı olmalıdır. Tarım ve hayvancılık kapsamlı biçimde desteklenmelidir. İhracatın yapısını zaman içinde katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürünlerine doğru değiştirmek gerekir. Yeni teknolojileri kullanan genç girişimciler teşvik edilmeli, üniversitelerin teknoparkları güçlendirilmelidir. Sosyal politika alanında da “aile destekleri sigortası” uygulamaya konarak hiçbir ailenin temel gelirden yoksun kalmaması sağlanmalı. Burada hızla sınırlı bir listeden söz ettim. Aslında çok daha ayrıntılı hazırlıklar yapılmış durumda.

MUHALEFET MEVCUT OTORİTER YAPININ KRİZİNİ, FIRSATA ÇEVİREBİLİR

Birçok akademisyen ya da yorumcu, demokrasiye geçildiği taktirde sorunların çözüleceği konusunda hemfikir. Ancak demokratik teamüllere kısmen alışık olmakla birlikte bu teamüllerin bir yaşam tarzı haline gelmediği bir toplumda, otoriter yönetime son verip dört başı mamur bir demokrasiye geçiş nasıl mümkün olacak?

Dört başı mamur bir demokrasi nerede var bilmiyorum. ABD’nin durumu, orada demokrasinin dört başı mamur olmak bir yana tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösterdi. Şimdi onarım sürecini yürütmeye çalışıyorlar. Öte yandan sorunlarına ve bazı eksiklerine karşın Yeni Zelanda, Avustralya, Almanya ve İskandinav ülkeleri gibi ülkelerde demokrasinin hayli geniş olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemize gelince, ben büyük bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bizim büyük bir sıçrama yapma şansımız var, bir diğer deyişle bir büyük dönüşüm. Özellikle son yıllarda sorunlarımız çok arttı. Birçok alanda Türkiye geriye gitti ve gidiyor.  Yargı, medya, özgürlükler, üniversiteler, kamu yönetiminde saydamlık, hesap verebilirlik ve liyakat gibi konuların tümünde on yıl öncesine göre daha kötü bir noktadayız. İşsizlik, gelir dağılımında adaletsizlik, yerel yönetimlere baskı konularında da durum aynı. Yurttaşlarda umutsuzluk ve güvensizlik üst düzeyde. Buradan ancak büyük bir dönüşümle çıkılabilir. Ben bu dönüşümün öncelikle “özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, dayanışmacı (sosyal adaletçi), çevreci ve kalkınmacı”  bir çerçeveye oturması gerektiğine inanıyorum. Böyle bütünlüklü bir dönüşüm için topluma güven vermek ve “birlikte yapabiliriz” duygusunu yaratmak birinci koşuldur. Türkiye toplumu hiçbir Ortadoğu toplumuna benzemez, hatta Balkan ülkelerine göre de daha zengin bir özgürlük mücadelesi ve sosyal mücadele geçmişine ve deneyimine sahiptir. Ayrıca böyle bir değişim için elini taşın altına sokacak uzman kadrolara da fazlasıyla sahiptir. Hiç kuşkusuz bu süreçte değişimden ve demokrasiden yana olan partilerin düşünsel ve eylemli öncülüğü büyük önem taşımaktadır.

MUHALEFETİN CUMHURBAŞKANI ADAYI, DİYALOĞA AÇIK, UZLAŞTIRICI VE TOPLUMA GÜVEN VEREN BİR KİŞİ OLMALI

Erken seçimle ya da değil, başkanlık yarışına dair öngörüleriniz neler? Sayın Kılıçdaroğlu’nun ifade ettiği gibi isimler üzerinden değil de ilkeler üzerinden gidersek, muhalefetin nasıl bir cumhurbaşkanı adayı olmalı? Bu aday ne gibi özelliklere sahip olmalı?

Bence yukarda açıklamaya çalıştığım büyük dönüşümle uyumlu bir vizyona ve kararlılığa sahip olmalı, kısa bir ifadeyle Türkiye’yi güçlendirilmiş parlamenter sisteme götürme iradesine ve maharetine sahip biri olmalı. Aynı zamanda demokrasi ittifakını bir arada tutabilecek ve son olarak da kazanma şansı yüksek biri olmalı. Diyaloğa açık, uzlaştırıcı ve topluma güven veren bir kişi olmalı. Herhangi bir kişiyi düşünerek konuşmadığımdan emin olabilirsiniz.

BU SAATTEN SONRA İKTİDAR, REFORM BİR YANA KÖTÜ GİDEN İŞLERİ YABANCI GÜÇLERE BAĞLAYACAK, CHP’Yİ SUÇLAMAYA DEVAM EDECEK, MİLLİYETÇİLİK DOZUNU DAHA DA ARTIRACAK

AKP sizce reform yapabilir mi? AKP’nin bir sonraki başkanlık ve parlamento seçimlerini kazanma olasılığı nedir?

AKP’nin reform yapma olasılığını görmüyorum. Zaten şu ana kadar reform sözcüğü ile gündeme getirdiği birçok konu oldu, sonuçta hiçbir değişiklik görmedik. AKP’nin reform yapması ancak ve ancak büyük, kapsamlı bir özeleştiri ile mümkün olur. O da iddiasını ve kendisine inanan insanların güvenini zayıflatır. Ayrıca anlamlı bir reform yapmasının MHP açısından sıkıntı yaratacağını çok iyi bilirler. Bu saatten sonra reformdan daha yüksek olasılıkla kötü giden işleri yabancı güçlere bağlamak, CHP’yi suçlamak, milliyetçilik dozunu artırmak gibi yöntemler kullanılacak diye düşünüyorum. Örneğin son olarak “enflasyon, faiz, kur” üçgeninin dış güçlerin oyunuyla bu kadar yüksek olduğunun iddia edilmesi gibi. Bu konuda şunu söyleyebilirim, iktisat bilimi açısından enflasyonun kaynağı olarak faizlerin gösterilmesi fazla bir anlam taşımıyor. Bu iddianın olumlu bir etkisi oldu, ekonomi okuyan öğrenciler bu vesileyle enflasyonun kaynakları konusunu gayet iyi okuyarak öğrendiler. 

BUGÜN STATÜKO PARTİSİ ARTIK AKP OLMUŞTUR

CHP’nin devlet ve dolayısıyla statüko partisi olmaktan kurtulduğunu ve kendi içinde ciddi bir dönüşüm geçirdiğini düşünüyor musunuz?

CHP’nin devlet ve statüko partisi olmaktan çıktığını düşünüyorum, daha açıkçası biliyorum. Hem CHP’lilerin çabalarıyla, hem de hayatın dayatmasıyla. Biliyorsunuz daha 12 Mart 1971’de CHP içinde bir kanat müdahaleye karşı çıkmıştı. 12 Eylül’ün en büyük mağduru da en geniş anlamda sol ve işçi sınıfı olmuştur. DİSK’in kapatılması ve konfederasyon yöneticilerinin ve bağlı sendika yöneticilerinin yıllarca hapiste yatması işçi sınıfına ağır bir darbe olmuştur. 12 Eylül yasaları ile örgütlü mücadele alanı da daraltılmıştır. Böylece CHP’nin işçi sınıfıyla bağları zayıflamıştır. Son yıllarda bu sorun aşılmaya başlandı. Bugün CHP işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin sorunlarına en aktif biçimde sahip çıkmaktadır. Özellikle son aylarda milletvekilleri ve parti meclisi üyeleri gruplar halinde yurdun dört bir köşesinde halkla buluşmaktadır. Bugün statüko partisi artık AKP’dir. Kurmuş olduğu düzeni korumaya çalışmaktadır. Çünkü hesabını vermekte çok zorlanacağı işler yapılmıştır. 128 milyar doların hangi tarihlerde hangi kurdan kimlere satıldığı devlet sırrı gibi saklanmaktadır. Ayda 10 bin dolar gizli ödeme yapılan eski milletvekili açıklanmıyor. Bu gibi sorunlar yarın yargıya taşınacağından, bugünden baş ağrısı yaratıyor, bu da düzenin ve iktidarın korunması gereksinimini güçlendiriyor.

HDP’NİN KAPATILMASINA MİLLET İTTİFAKINA DESTEK VERİP VERMEMESİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK KARŞI ÇIKILMALIDIR

HDP ile ne yapılmalı? Muhalefet HDP’ye nasıl yaklaşmalı? HDP’ye ilişkin açılan kapatma davasına dair düşünceleriniz?

HDP’ye kapatma davası açılmasının kaynağı siyasidir. AİHM’nin parti kapatma ile ilgili kriterleri oldukça nettir ve bugünkü koşullarda HDP’nin kapatılmasına yeşil ışık göstermiyor. Siyasi olarak 31 Mart seçimlerinde görülen sonuçlardan sonra, HDP’nin üstüne giderek demokrasi blokunu zayıflatmak ve çatlatmak amacı güdülüyor. Bu konuda muhalefet HDP’nin politikalarını destekleyip desteklememe konusundan bağımsız olarak parti kapatma konusunda net tavır almalıdır. Özgürlükleri savunmak zaten özünde böyle bir şeydir, yani benim sizin özgürlüğünüzü savunmam için mutlaka sizin görüşlerinizi paylaşmam gerekmez, düşünce özgürlüğüne ve onunla ilgili uluslararası ölçütlere inanmam yeterlidir.

AYLARCA SÜREN BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ’NE ANCAK SAYGI DUYULUR

Son olarak Melih Bulu geçtiğimiz gün görevden alındı, bu görevden almayı nasıl yorumluyorsunuz?

Cumhuriyet’in yüzüncü yılı yaklaşırken bu ülkede yükseköğretim sistemine yapılmış en mantıksız, en haksız müdahaleden söz ediyoruz. 2021 başında ilk defa tek bir üniversite hedef seçildi ve Boğaziçi Üniversitesi’ni “yerli ve milli yapma operasyonu” başlatıldı.1992’den bu yana uygulanan sistemde üniversitelerde rektör seçimi yapılıyor, ilk altı sırada yer alan aday listesi YÖK’e gönderiliyor, YÖK sayıyı üçe indiriyor, cumhurbaşkanı da o üç kişiden birini atıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nin kültürüne uyarak genellikle en uygun adayın isminde bir yoğunlaşma sağlanıyordu. Beş yıl kadar önce, bir dönem başarıyla rektörlük yapmış olan Prof.Dr. Gülay Barbarosoğlu üniversitede oyların % 85’ini aldı ve liste Ankara’ya gitti. Olağandışı bir şekilde aylarca rektör ataması yapılmadı. Ondan sonra daha önce rektör yardımcılığı da yapmış olan Prof. Mehmet Özkan atandı. Üniversite içinden olduğu ve daha önce rektör yardımcılığı yapmış olduğu için fazla tepki toplamadı. 2021 başında yapılan atamayla gelen Prof. Melih Bulu ismi pek duyulmamış ve akademik birikimi Boğaziçi’nde profesör olmak için yeterli olmayan bir kişiydi. Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden birine kurum dışından böyle bir kişinin atanması doğal olarak büyük tepki yarattı. Aylarca süren direnişe sadece saygı ve teşekkür duyulur. Sadece kendi üniversitelerini değil, tüm Türkiye üniversitelerini savundular. Akademik özgürlüğe, kurumsal özerkliğe ve katılımcı üniversite anlayışına kararlı ve etkili bir şekilde sahip çıktılar. Bu arada Bulu’nun tezinde intihal iddiaları giderek güçlendi. Altı ayda tepkilerin söneceğini düşünen Bulu, bir gece ansızın kendisini kapı dışında buldu.

Bugünkü iktidarın üniversite anlayışı çağdaş değil. İktidar üniversiteleri de diğer kurumlar gibi kendi dünya görüşüne uygun hale getirmeyi amaçlıyor. Kadrolaşmayı bir numaralı amaç olarak görüyor. Bütün rektörleri bir tek kişinin atadığı başka hiçbir üniversite sistemi yok. Batı ülkelerinde katılımcı, nesnel ve oldukça saydam yöntemler uygulanıyor. Üniversitelerin yönetimi konusunda bugünkü iktidardan hiçbir umudum, beklentim yok, ancak demokrasi bloğunun bu konuda bir temel yaklaşımda buluşması için çaba göstermeye değer. 2023 sonrasında üniversitelerin yönetim modelinin yenilenmesi bugünden önemli bir hedef olarak görülmeli ve tartışılmalıdır.

BURHAN ŞENATALAR KİMDİR?

İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi. CHP Parti Meclisi üyesi. Lisans ve doktora İ.Ü. İktisat Fakültesi. Aynı fakültede (1969-1981) ve İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (1981-2000) maliye bölümlerinde görev yaptı. ABD, İngiltere ve Almanya’da çeşitli üniversitelerde konuk araştırmacı olarak bulundu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in atamasıyla YÖK Genel Kurul üyeliğinde bulundu (2001-2005) Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (1993-1998) ve TÜSES Vakfı (2000-2004) başkanlığı yaptı.

Tüm yazılarını göster