Prof. Dr. Ecmel Erlat: İklim değişikliği yoksulları vuruyor
Klimatolog Prof. Dr. Ecmel Erlat, altyapısı zayıf, düşük gelirli kentlerde yaşayan daha düşük gelire sahip nüfus gruplarının, iklim değişikliğinden daha fazla etkilendiğini söyledi.
Namık Alkan
İZMİR - İklim değişikliği ve küresel ısınma dünyamızı tehdit eder boyutta ilerlerken tarımsal faaliyetler, biyoçeşitlilik, insan ve ekosistem sağlığı, alt yapı ve gıda sistemleri üzerindeki var olan riskleri daha da büyütüyor. Klimatolog Prof. Dr. Ecmel Erlat, altyapısı zayıf, düşük gelirli kentsel alanlarda yaşayan insanların ve genel olarak daha düşük gelire sahip nüfus gruplarının, iklim değişikliğinin etkilerine daha fazla maruz kaldığını belirtti.
2008 ve 2019 yılları arasında kuraklık dışında sadece fırtına, sel ve orman yangınları gibi afetler nedeniyle 265 milyon insanın yaşadığı yeri değiştirmek zorunda kaldığını ifade eden Erlat, en savunmasız devletler ve toplulukların, ısınan bir dünyada en çok etkilenenler olmaya devam edeceğini ve eşitsizliklerin artacağını söyledi.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi klimatolog Prof. Dr. Ecmel Erlat ile iklim değişikliği ve küresel ısınmayı konuştuk.
'İNSAN KAYNAKLI DEĞİŞİKLİKLER ARTIK GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ SEVİYEYE ULAŞMIŞ'
İklim değişikliği ve küresel ısınma dünyamızı tehdit eder boyutta ilerliyor. Kavramsal olarak iklim değişikliği ve küresel ısınmadan ne anlamalıyız?
Sanayi Devrimi ile birlikte kömür ve petrol gibi fosil yakıtların yakılması, ormanların tahribi, kentsel alanların genişlemesi, azotlu gübre kullanımı, artan hayvancılık sonucu atmosferin bileşimi değişti, atmosferdeki karbondioksit, metan, diazotmonoksit gibi sera gazlarının oranları arttı. Yeryüzünün uzaya yaydığı enerjinin bu gazlar tarafından tutulması sonucu küresel sıcaklıklar artmaya başladı. Son 140 yılda küresel iklimde en belirgin değişim hava sıcaklıklarında meydana geldiği için insan kaynaklı iklim değişimini daha çok “küresel ısınma” olarak da ifade etmekteyiz.
Dünya'nın ikliminde meydana gelen değişiklikler sadece hava sıcaklıklarının artışı ile sınırlı değil. İnsan kaynaklı iklim değişiminin doğal çevre üzerindeki yaygın etkilerini şimdiden gözlemleyebiliyoruz. Örneğin küresel ölçekte buzullar ve buz tabakaları küçülüyor, nehir ve göl buzları daha erken parçalanıyor, deniz seviyesi yükseliyor, kuraklık, sel ve taşkın gibi aşırı hava/iklim olaylarının sıklığı ve şiddeti artıyor, bitki ve hayvanların coğrafi dağılımları değişiyor, bitkiler ve ağaçlar daha erken çiçek açıyor. Maalesef insan kaynaklı iklim değişiminin buzullar, okyanuslar ve mercan resifleri gibi birçok doğal sistemde oluşturduğu değişiklikler artık geri döndürülemez seviyeye ulaşmış durumda.
'KÜRESEL SICAKLIKLAR YÜKSELMEYE VE İKLİM DEĞİŞMEYE DEVAM EDECEK'
Havadaki sera gazı ve karbondioksit oranının artmasıyla başladığı kabul gören küresel ısınmanın başlangıcı sanayi devrimine kadar uzanıyor. Küresel ısınma beşeri faaliyetlerden bağımsız gelişen bir süreç mi yoksa doğayı tahrip eden kapitalist üretim biçiminin etkisi var mı?
Küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğu bilimsel bir gerçektir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) Beşinci Değerlendirme Raporu’na göre, 1950'den beri gözlemlenen ısınmanın yaklaşık yüzde 100'üne insan kaynaklı sera gazı emisyonları ve faaliyetleri neden oluyor. Ayrıca iklim modellerini kullanarak, günümüzde yaşadığımız iklim değişiminin doğal mı yoksa insan kaynaklı mı olduğunu ayırmak mümkün. İklim modelleri de son 150 yılda gözlemlenen ısınmayı doğal etkilerden ziyade büyük ölçüde insandan kaynaklandığını doğruladı.
Kapitalizm ve ekonomik büyüme hem gelir eşitsizliği hem de insan kaynaklı iklim değişikliği için itici bir güç kabul edilebilir. Küresel ölçekte ekonomik büyüme ve mal talebi özellikle düşük maliyetlerle hızlı üretim, doğal kaynakların tüketiminin artmasına, kirliliğe, sera gazı emisyonlarına, biyolojik çeşitlilik kaybına kısaca doğanın sömürülmesine yol açar. Nitekim küresel ısınmaya en büyük katkıda bulunan atmosferdeki karbondioksit oranı 2021 itibariyle, Sanayi Devrimi öncesi seviyesine (1750'den önce) göre yüzde 50'lik bir artış gösterdi. 2017'deki Carbon Majors Raporu, 1988'den bu yana küresel endüstriyel sera gazı emisyonlarının yüzde 71'inden sadece 100 şirketin sorumlu olduğunu ortaya koydu. 2020 yılında toplanan veriler, birincil enerji tüketiminde yüzde 31 pay ile dünya çapında en önemli enerji kaynağının ham petrol olduğunu ve bunu yüzde 27 pay ile kömür ve yüzde 25 ile doğalgazın takip ettiğini gösterdi. Bu durum hâlihazırda küresel enerji talebinin yüzde 83'ünün fosil yakıtlardan karşılandığını gösteriyor. Küresel nüfustaki hızlı artış nedeniyle önümüzdeki 20 yılda küresel enerji talebinin yüzde 48 artması bekleniyor. Fosil yakıt endüstrisine bağımlılığımız değişmediği sürece, küresel sıcaklıklar yükselmeye ve iklim değişmeye devam edecek.
'İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ YERİNDEN EDİLME VE GÖÇ ÜZERİNDE ŞİMDİDEN ETKİLİ'
İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bir sonucu olan düzensiz yağışlar bir yanda kentlerde, yaşam alanlarında sel baskınlarına neden olurken, diğer yanda tarımsal ekili alanların su altında kalmasına yol açıyor. İklim değişikliğinin küresel etkilerini anlatabilir misiniz?
İnsan kaynaklı iklim değişikliği hem doğal hem de insan yapımı sistemleri büyük ölçüde etkiliyor. Örneğin iklim değişikliği su döngüsünü şiddetlendiriyor. Bu, birçok bölgede daha yoğun yağış ve buna bağlı seller ve daha yoğun kuraklık olaylarına yol açıyor. Kutuplara yakın bölgelerde yağış artarken, Türkiye’nin de içinde bulunduğu subtropikal kuşakta yağış azalma eğilimi gösteriyor. Bu yaz Pakistan’da olduğu gibi muson yağışları daha güçlü ve daha değişken hale geliyor. İklim bölgeleri her iki yarımkürede de kutuplara doğru kayıyor. Yükselen deniz seviyesi alçak kıyı bölgelerde, daha sık ve şiddetli kıyı taşkınlarına ve kıyı erozyonuna yol açıyor. Daha fazla ısınma, Kanada ve Sibirya’daki donmuş zeminlerin erimesini, kar örtüsü ve yaz mevsiminde Kuzey Buz denizdeki deniz buzunun kaybına neden oluyor. Denizlerde su sıcaklığının yükselmesine (deniz ısı dalgaları), okyanus sularının asitlenmesine ve suda oksijen seviyelerinin azalmasına yol açıyor. Özellikle kentsel alanlar genellikle çevrelerinden daha sıcak olduğu için sıcak hava dalgalarını daha şiddetli yaşıyor, şiddetli yağış olaylarından kaynaklanan su baskınları da kentlerde artıyor.
İklim değişikliği tarımsal faaliyetler, biyoçeşitlilik, insan ve ekosistem sağlığı, alt yapı ve gıda sistemleri üzerindeki var olan riskleri daha da büyütüyor. Altyapısı zayıf, düşük gelirli kentsel alanlarda yaşayan insanlar ve genel olarak daha düşük gelire sahip nüfus grupları, iklim değişikliğinin etkilerine daha fazla maruz kalıyor. Örneğin iklim değişikliği, yerinden edilme ve göç üzerinde şimdiden etkili olmaya başladı. Ülke İçinde Yerinden Edilme İzleme Merkezi (IDMC) verilerine göre, 2008 ve 2019 yılları arasında kuraklık dışında sadece fırtına, sel ve orman yangınları gibi afetler nedeniyle 265 milyon insan yaşadığı yeri değiştirmek zorunda kaldı. Tarım sektöründe yüksek sıcaklıklar, su kıtlığı ve aşırı hava olayları daha düşük verime, daha yüksek verim değişkenliğine ve uzun vadede ekim için uygun alanlarda azalmaya neden oluyor. İklim değişikliği, tüm dünyada ticari faaliyetlerin aksaması, mülk hasarı, tedarik zincirlerinde ve altyapıda aksama, artan bakım ve malzeme maliyetleri ve daha yüksek fiyatlara yol açıyor. İklim değişikliği aynı zamanda insan sağlığını da tehdit ediyor. Solunum ve kardiyovasküler hastalıkların artması, aşırı hava olaylarına bağlı yaralanmalar ve erken ölümler, gıda ve su kaynaklı hastalıklar ve diğer bulaşıcı hastalıkların yayılımı ve coğrafi dağılımındaki değişiklikler ile ruh sağlığına yönelik tehditler iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerinde yarattığı başlıca olumsuz etkiler.
'TÜRKİYE'DE YERALTI SUYU KRİTİK DERECEDE TÜKENMİŞ'
Kuraklık ve susuzluk da bizi bekleyen büyük bir tehlike. Göllerin suyu çekilir, nehirler kururken, ekili tarım alanları da kuraklıktan etkileniyor. Türkiye’de susuzluk ve kuraklığın boyutu nedir?
Subtropikal kuşakta, Akdeniz makroklima alanı içerisinde kalan Türkiye’de yıllar arasında büyük yağış değişikliklerinin görülmesi, yaygın veya bölgesel ölçekli, farklı şiddetteki kuraklık olaylarına neden oluyor. Aşırı kuraklıkların sıklıkla gözlendiği bölgelerimiz; Akdeniz, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, İç Anadolu, Ege bölgesidir. Genel olarak Türkiye’de mevcut iklim koşulları altında çölleşmeye eğilimli yarı kurak ve yarı nemli araziler, ülke topraklarının yaklaşık yüzde 30’unu kaplıyor. Ancak insan kaynaklı iklim değişikliği Türkiye’nin içinde yer aldığı Akdeniz havzasında 1970’li yıllardan itibaren kurak dönemlerin daha sık ve daha şiddetli yaşanmasına yol açıyor. Ağaç halkalarına göre hesaplanan kuraklık şiddeti verileri, 1998-2012 dönemi yaz mevsiminin son 900 yılın en kurak periyodu olduğunu göstermiştir. NASA'nın GRACE-FO uydusu, Doğu Akdeniz’de son 15 yıllık yağış eksikliğinin ve kuraklığın ardından Türkiye'de yeraltı suyunun kritik derecede tükenmiş olduğunu gösterdi.
DSİ'den alınan rakamlar, Türkiye'deki mevcut suyun 2000 yılında kişi başına yaklaşık 1650 metreküpten 2020'de 1350 metreküpün altına düştüğünü gösteriyor. Birleşmiş Milletler, bir ülkede kişi başına düşen su miktarının 1700 metreküpün altına düşmesi halinde bu durumu, su stresi, 1000 metreküpe düştüğünde ise su kıtlığı olarak tanımlıyor. Nüfus artışı (tahmini 100 milyon nüfusla), iklim değişikliği ve kentleşmenin etkisiyle sekiz yıl sonra (2030 yılında) Türkiye’de bir kişi için su varlığının 1000 m3'e düşmesi bekleniyor.
Önlem alınmazsa iklim değişikliği ve küresel ısınmada en kötü senaryo ne olabilir? İnsan neslinin tükenmesine kadar giden bir sürecin yaşanması olası mıdır?
Sanayi Devrimi öncesine göre küresel ortalama sıcaklıklar 1.26°C arttı. Bu artış bile günümüzde yaklaşık 3,3 milyar ila 3,6 milyar insanın iklim değişikliğinin etkilerine karşı oldukça savunmasız ortamlarda yaşamını sürdürmesine yol açıyor. IPCC'nin Altıncı Değerlendirme Raporu (AR6) önümüzdeki 20 yıl içinde küresel sıcaklık artışının neredeyse kesin olarak 1,5°C'lik kritik eşiğe ulaşacağını belirtiliyor.
30 yıllık çabalara ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamındaki bazı ilerlemelere rağmen, insan kaynaklı sera gazı emisyonları artmaya devam ediyor. Bu artış trendi devam ederse dünyayı 2100 yılına kadar 2,1°C ile 3,9°C arasında bir sıcaklık artışı bekleniyor. RCP8.5 olarak bilinen ve dünyanın metre kare başına 8.5 watt ısınması durumunu ele alan 'en kötü durum' senaryosu, 2100 yılına kadar küresel ortalama sıcaklıklarda 4 ila 5 °C artış öngörüyor. Ancak, İklim sistemi çok karmaşık olduğu için, devam eden sıcaklık artışında belli eşik değerlerin geçilmesi ile birlikte ani ve/veya geri döndürülemez değişikliklerin tetiklenme olasılığı da mevcuttur. Örneğin kutuplara yakın donmuş toprakların erimesi ile atmosfere çok büyük miktarlarda metan ve karbondioksit salınması veya milyarlarca ton karbondioksit depolayan Amazon ormanlarının kuraklıklar ve yangınlar nedeniyle yok olması ve bu sırada depoladığı karbondioksiti atmosfere geri vermesi gibi olayların gerçekleşmesi halinde en kötümser senaryonun bile önüne geçecek katastrofik sonuçlar doğabilir.
Büyük ölçekli, kentleşmiş tarım toplumlarının yükselişinin 12 bin yıl önce Holosen'in istikrarlı iklimi altında başladığını görüyoruz. O zamandan beri, insan nüfusu yıllık ortalama sıcaklığın yaklaşık 13 °C olduğu dar bir iklim kuşağı içinde yoğunlaşmış, ekonomik faaliyetlerini mevcut iklim koşullarına göre şekillendirmişti. Ancak kötümser iklim senaryolarının gerçekleşmesi durumunda, tüm dünyada insanlar yeni iklim koşullarına uyum sağlamakta zorlanabilir, bulaşıcı hastalık yayılım riski artabilir, toprak kaybı, su ve gıda güvensizliği artabilir ve bu koşullar uluslararası çatışma riskini yaratabilir. Örneğin, başta Sahra Çölü ve Arap Yarımadası olmak üzere günümüzde yıllık ortalama sıcaklığın 29 °C olduğu bölgelerde 30 milyon insan yaşamakta olup bu bölgeler dünyanın politik olarak kırılgan bölgeleridir. 2070 yılına gelindiğinde yaklaşık 2 milyar insanın yıllık ortalama sıcaklığın 29°C olduğu bu bölgelerde yaşayacağı öngörülüyor.
En savunmasız devletler ve topluluklar, ısınan bir dünyada en çok etkilenenler olmaya devam edecek ve eşitsizlikler artıracaktır. Küresel iklim değişikliği sadece insan toplumlarını tehdit etmekle kalmayıp büyük bir biyolojik çeşitlilik kaybına da yol açacaktır. Günümüzde 1.26°C bir sıcaklık artış bile “altıncı kitlesel yok oluş” olarak adlandırılan bir milyona yakın türün (bitkiler ve hayvanlar) neslinin tükenmesine yol açmıştır.