Prof. Dr. Esergül Balcı: Devlet kademe kademe eğitimden çekiliyor

Prof. Dr. Esergül Balcı, Türkiye’de devletin eğitimden çekildiğini söyledi. Balcı, barınma sorunu yaşayan öğrencilerin “kendilerine daha iyi ve ucuz imkân sunan tarikat yurtlarına” itildiğini anlattı.

Abone ol

İZMİR- Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi iken 2018 yılında yaptığı "Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği, 1 Milyon Öğrenci Tarikatların Elinde” konulu çalışma ile dikkat çeken eğitim politikası uzmanı Prof. Dr. Esergül Balcı, Türkiye’de devletin kademe kademe eğitimden çekildiğini söyledi.

Açlık ve yoksulluk sınırında yeterli besini bulamayıp ekmekle karnını doyuran insanların, nasıl nitelikli eğitim alacaklarını soran Balcı, barınma sorunu yaşayan öğrencilerin, “kendilerine daha iyi ve ucuz imkân sunan tarikat ve cemaat yurtlarına” adeta itildiğini anlattı.

Balcı ile okullar açılırken eğitimdeki sorunlarını konuştuk...

'ÜNİVERSİTELER İŞSİZLİĞİ ÖTELEMEKTEN BAŞKA BİR İŞE YARAMIYOR'

Okullar yine pek çok sorunla birlikte açılıyor. Ancak bu yılki sorunlar, öncekilere göre daha da katmerlenmiş durumda. Ekonomik kriz, barınma sorunları ve okur giderleri öğrenci ve ailelerini zorlayacak gibi duruyor. Eğitim politikaları uzmanı olarak baktığınızda okullar hangi sorunlar ile açılıyor?

Daha eğitim yılı başlamadan hakkını arayan öğretmenler dövüldü. Cumhurbaşkanı da dövülen öğretmenlere “çapulcu” dedi. Aslında durumun özeti bu. Hal böyle olunca, bu seneki sorunlar, öncekileri bile aratacak nitelikte görünüyor. Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Enflasyon resmi ve resmi olmayan rakamlara göre, yüzde 80-181 arasında değişiyor. Ülkemizde DİSK 2022 raporuna göre, 10 milyon kişi asgari ücretle geçiniyor. TÜİK’e göre, işsizlik oranı yüzde 11,4. Toplumun yüzde 20’si yoksul iken, devlet kademe kademe eğitimden çekiliyor. Açlık ve yoksulluk sınırında yeterli besini bulamayıp ekmekle karnını doyuran insanlar, eğitime nasıl para ayırıp nitelikli eğitim alacaklar? Üstelik nitelikli okullar özel sektör tarafından açılıp buralarda fahiş ücretler istenirken ve devlet okulları da nitelikli-niteliksiz diye ayrılmışken… Öte yandan devlet, okulları nitelikli, niteliksiz ve proje okulları diye ayırarak öğrencileri daha işin başında damgalıyor. Bu okullar için yapılan sınavı kazanan öğrencilerin oranı çok düşük. Nitelikli okula ya da proje okuluna giremeyen çocuğun aldığı puan da hiçbir yerde kullanılmıyor, gösterdiği bir yıllık çaba boşa gidiyor. Ayrıca veliler, salgın endişesiyle çocuklarını geçen yıl okula göndermeyip bu yıl gönderdikleri için ilkokulda sınıfların kalabalıklığı işi çığırından çıkarmış, bakanlığın öngörüsüzlüğü sonucu, çocuklar başka okullara savrulmuş durumda.

Öğretmenler ise kadrolu, sözleşmeli, ücretli şeklinde gruplara ayrıldı. Öğretmenlik mesleğinin saygınlığı yok edildi. Atanamayan öğretmenlerin bazıları intihar ediyor. Özel okul öğretmenleri ise ücretleri düşük olmasına rağmen çok çalıştırılıyor, üstelik baskıya maruz kalıyorlar. Öğretmen atamalarında ihtiyaç yerine din kültürü öğretmenlerine öncelik veriliyor. Millilikten söz edip, Türk dilinin iyi öğretilmesini planlarına koyan iktidar, uygulamada Türk Dili ve Edebiyatı dersinden öğrencilerin 12'nci sınıf sonunda bir şekilde geçmesini sağlayarak, aksi yönde hareket ediyor. Öte yandan ara insan gücü yetiştiren meslek liseleri yerine imam hatip okulları açılarak istihdama yönelik işgücü yetiştirilemiyor. 12 yıllık okul mezunları üniversiteye gitme beklentisi ile hem üniversitede vakit ve para kaybediyor hem de işsiz kalıyorlar. Açılan üniversiteler işsizliği ötelemekten başka bir işe yaramıyor.

'ÖĞRENCİLER TARİKAT VE CEMAAT YURTLARINA ADETA İTİLİYORLAR'

Özellikle barınma sorununu ayrı bir başlık olarak değerlendirmek lazım. Devlet yurtlarının yetersiz olması nedeni ile yıllardır öğrencilerin barınma sorunu çözülemiyor. Siz yaptığınız çalışmalarda bu noktaya da dikkat çektiniz. Öğrencilerin barınma sorunları onlara tarikat yurtlarına mecbur mu bırakıyor?

Yaptığımız çalışmalarda, özellikle üniversite öğrencilerinin barınma sorununun çözülemediğini gördük. Yurt sayıları son derece yetersiz, olanlar da niteliksiz. Devlet yurtlarında öğrenciler bu salgın koşullarında bir odada 6/8 kişi kalıyor, öğrencilerin kendilerine ait telefonla konuşabilecekleri özel bir yerleri yok. Yurdun dışına çıkarak telefonla konuşabiliyorlar. Öğrencilere ödenen yemek ücretleri çok yetersiz. Yeterli beslenemiyor o gencecik beyinler. Ek yemek aldıklarında paraları yetmiyor. Banyo ve sıcak su sorunu var. Yurda son giriş saati erken olduğu için öğrencilerin sosyalleşme ve kültürlenmesine engel olunuyor. Öğrencilere tahsis edilen internet kotası çok düşük olduğu için öğrenciler interneti yeterince ve özgürce kullanamıyor. Temizlik durumu kötü, yerler haftada bir kez kirli paspasla siliniyor, çalışma odaları sınav döneminde yetmiyor. Hal böyle olunca kendilerine daha iyi ve ucuz imkân sunan tarikat ve cemaat yurtlarına adeta itiliyorlar. Zaten bu yurtlar için öğrenci avlayan gruplar, sene başında üniversitelerin bahçelerinde tanıtım için stand açarak yeni gelen ve ekonomik durumu kötü olan ailelerin çocuklarına sahip çıkma bahanesi ile kendilerine çekiyorlar. Daha sonra da kendi görüşleri doğrultusunda eğitiyorlar. Tanıdığım bir aile, üniversiteye yeni giren kızı için yurt ararken, “bizim yurda kaydınızı yaptırır, imkanlarımızdan yararlanırsınız ama kızınız bizim verdiğimiz eğitimlere de katılmak zorunda” denmesi üzerine kızlarını o yurda vermemişlerdi. O aile bilinçli olduğu için şartlarını çok fazla zorlayarak kızını o yurda vermemişti ancak daha yoksul ve bilinçsiz aileler için bu söz konusu olamıyor. Bazıları da aksine iyi niyetle “dinimizi öğrensin bunda ne sakınca olabilir” diye düşünmekteler. Oysa oralarda öğretilen din, yozlaştırılmış Emevi-Selefi zihniyete ait dini dogmalar.

MEB istatistiklerine göre, 2021’de 4 bin 406 özel yurt var, bunlardan 3 bin 331’i vakıf ve derneklere ait. Tarikatlar vakıf ve dernek adı altında gizli olarak işlevlerini yerine getiriyor. Yaptığımız araştırmada da özel yurtların üçte birinin tarikat ve cemaatlere ait olduğunu saptamıştık. Mahalle aralarındaki tarikat evlerinin sayısını tahmin bile edemiyoruz. Devlet yurtlarının kapasitesi ise 2021’de 695 bin. Örgün öğretim gören üniversite öğrenci sayısı 2021-2022’de, 3 milyon 400 bin civarında iken geriye kalan 3 milyona yakın öğrenci nerede kalacak? Sorunun cevabı belli aslında. Tarikat yurtlarında ve evlerinde kalan bu çocuklar denetim yapılmadığı ve denetimi yapacak olanlar da tarikat üyesi olduğu için her türlü istimara açıklar. Bu yurtlarda pek çok olay yaşandı, çocuklar taciz ve tecavüze uğradı, kimisi intihar etti, kimisi intihar süsü verilerek öldürüldü, bunlar hâlâ yaşanmaya devam ediyor.

'MEB EĞİTİMİ TARİKATLARLA DİYANET'İN ELİNE BIRAKTI'

Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi iken, 2018 yılında yaptığınız "Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği, 1 Milyon Öğrenci Tarikatların Elinde” konulu çalışma ile bu konuya dikkat çekmiştiniz. Geldiğimiz noktada uyarılarınız dikkate alındı mı, yoksa tabloyu daha da mı kötü görüyorsunuz?

Yaptığımız o çalışma ile kamuoyunun dikkatini tarikatlaşma konusuna çekmeye çalışmıştık. Hatta o çalışma bu konudaki ilklerdendir. O gün ortaya çıkan sonuçlar ekip arkadaşlarımı ve beni çok şaşırtmıştı. Üniversitede bu nedenle soruşturma geçirip erken emekli olmak zorunda bile kalmıştım. Çok ses getiren ve getirmeye de devam eden bu çalışma sonrasında birtakım çalışmalar yapıldı, durumun vahameti daha çok anlaşıldı. Ama ne yazık ki tarikat gerçeğinden çocuklarımızı uzaklaştıracak bir şey yapılmadığı gibi bu, daha da arttı. Dernek ve vakıf çatısı altındaki bu gizli tarikatlarla Milli Eğitim Bakanlığı çeşitli eğitim ve sosyal faaliyet anlaşmaları yaptı, toplantılar düzenledi, eğitimi adeta tarikatlarla Diyanet'in eline bıraktı. Okul öncesi eğitimi için Diyanet İşleri Başkanlığı ile protokol imzalandı. Çocuklar için, “camiye git ödülleri al” diye ödüllü yarışmalar düzenlendi.

2012 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın Kur'an kurslarını denetim görevine son verilmesi ve kurslardaki yaş sınırının kaldırılması ile bu yapıların açtıkları kurum sayısı hızla arttı. 2013’te Türk Ceza Kanunu’nun 263. maddesi yürürlükten kaldırıldı. Böylece kanuna aykırı eğitim kurumu açan, çalıştıran ve bu merkezlerde çalışanlara verilen 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası kalkmış oldu. Bu düzenleme ile kaçak tarikat okul ve yurtlarının artmasının önü açıldı. 2019’da Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği'nde değişiklik yapılarak, STK’lerin “her tür ve seviyedeki resmi ve özel örgün ve yaygın eğitim kurumlarında sosyal etkinlik yapması sağlandı. Böylece STK adı altında tarikat ve cemaatler, okul öncesinden üniversiteye kadar tüm okullara, protokol yapmaya gerek duymadan girmeye başladılar.

'LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİM YARA ALDI'

Öğrenciler özellikle yurtlar vasıtası ile tarikatların eline düşerken, okullarda durum nasıl? Laik ve bilimsel eğitim AK Parti hükümetleri döneminde yara aldı mı?

Konuya sistem yaklaşımı ile bakıldığında okullarda da durumun farklı olduğu söylenemez. Tüm kurumlar bileşik kaplar hesabı birbirini etkiler ve etkilenir. AK Parti hükümetleri döneminde laik ve bilimsel eğitim elbette ki yara aldı. Ama bu kasıtlı ve belirlenen eğitim politikaları doğrultusunda yapılan bir işlem. Bilinçsiz ya da kazara bazı bürokratların densizliği şeklinde asla değil! Bilinçli olarak ve adım adım yapılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dindar ve kindar nesil yetiştirme” hedefi laik muhaliflerin bütün engelleme çabalarına karşın yürütülüyor. Çünkü yirmi yıldır bu hedefle yola çıkıp sürekli olarak aynı hedefe doğru yürüyen iktidarın, hedeften sapması söz konusu olamaz. Eğitim programlarından laik eğitimi yozlaştırmak amacıyla “Hayatın Başlangıcı ve Evrim” dersinin kaldırılması, programlara, “Siyer-i Nebi”, “Kur’an-ı Kerim”, “Arapça”, “Peygamberin Hayatı” dersleri ile 12 Eylül döneminde konulup, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin itirazına rağmen sürdürülen, zorunlu din dersleri bu konudaki basit örneklerdir. Üstelik zorunlu din dersi henüz soyut konuları anlayamayacak olan 12 yaşından küçük çocuklara verilmekte ve sadece Diyanet'in dini eğitim politikası doğrultusunda dayatılmaktadır. Sözüm ona 12 yıllık zorunlu eğitim adıyla gerçekleştirilen 4+4+4 ile köy okulları kapatıldı, 8 yıllık kesintisiz eğitimin rövanşı gerçekleştirildi, mesleki eğitime yönelme bahanesi ile imam hatip okullarının önü açıldı, çocuklar adrese dayalı sistemle çoğu imam hatibe döndürülen okullara ya da özel okula gitmek zorunda bırakıldı. Yoksul aile çocukları da imam hatip okullarına gitmek zorunda kaldılar. Bu okullarda okuyan öğrenciler ise dinden soğutulduğu için deizme kaydılar. 12 yıllık yeni sistemle, öğrencilerin bir kısmı ilk dört veya sekizinci sınıftan sonra çeşitli nedenlerle 'çocuk işçi', 'çocuk gelin', 'tarikat üyesi çocuklar' haline geldiler. Öğretmenler ise norm fazlası haline geldikleri gibi bu sisteme hazırlıksız yakalandıkları için bir yandan mağdur, diğer yandan başarısız oldular.

'ALTILI MASA'DA EĞİTİMİN YETERİNCE TARTIŞILDIĞINI DÜŞÜNMÜYORUM'

Olası bir iktidar değişikliğinde yeni hükümete düşen görevler nelerdir? Eğitimin yukarıdaki sorunları muhalefet partilerinin ve Altılı Masa'nın gündeminde mi?

Muhalefete düşen en önemli görev, Milli Eğitim Bakanlığımızı tarikatların sultasından, dayatmasından kısaca elinden kurtarmaktır. Bu amaçla yeni kanun yapmaya gerek yok, mevcut kanunlar yeterli. Nitekim Atatürk bunun önüne geçmek için Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurarak, din istismarını önlemeye çalışmıştı. Ancak o günkü Diyanet İşleri Başkanlığı ile bugünkünün aynı olduğunu düşünmek safdillik olur. Her kurum gibi o da yozlaşmış, gerçek görevinden uzaklaşmıştır. Nitekim Diyanet'e bağlı olarak görev yapan imamların söylem ve davranışları da bunu kanıtlar nitelikte. Bu imamlardan birisi bir TV kanalında yaptığı konuşmada müziğin zinayı çağrıştırdığını söylüyor. Bir başka imam küçük kız çocuklarına cinsel tacizin onların şort giymesinden kaynaklandığını açıklıyor. Taciz olayı sanki sadece kız çocuklarına yapılıyormuş gibi. Bir başka imam da camiye gelen 7 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğu camide taciz ettiği için tutuklanıyor. Cübbeli Ahmet olarak bilinen tarikat şeyhinin Selefilik uyarısı bizzat bizim çalışmamız sırasında karşılaştığımız bir durum ve Cübbeli'nin uyarısından çok daha ciddi boyutlarda. Ortadoğu ülkelerinden gelen selefi şeyhler bizzat Diyanet'in yol vermesiyle Anadolu’da cirit atıyor, vaazlar veriyor.

Şimdiye kadar yapılan toplantılarda eğitimin Altılı Masa'nın gündemine yeterince gelip tartışıldığını düşünmüyorum. Konular daha çok ekonomi, yoksullaşma, enflasyon, güçlendirilmiş parlamenter sistem etrafında dolaştı. Oysa ekonomik sorunlar, eğitimli, kültürlü, iş ahlakına sahip, dürüst, işine, çevresine ve kendisine saygısı olan insanlarla aşılır. Bu da eğitimle olur. Ancak benim görüştüğüm siyasiler “anketlerde en büyük sorun olarak ekonomi çıkıyor, biz de ona odaklanıyoruz” diyorlar. Muhalefetin tek tek yaptıkları bazı eğitim toplantıları olsa da eğitim gibi önemli bir konuda birlikte geniş kapsamlı çalışma yapmaları yerinde olur. Atatürk top sesleri altında 1921’de Ankara’da Maarif Kongresi toplamış, önceliği milli ve çağdaş eğitime vermişti. İzmir İktisat Kongresi ise 1923’te İzmir’de toplanmıştır. Siyasilerin göz ardı ettiği işte bu!

'HÜKÜMET BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ'Nİ DE ELDE EDİP BİLDİĞİ GİBİ AT OYNATMAK İSTİYOR'

Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun rektör atanması ile 4 Ocak 2021’de başlayan özerk-demokratik bir üniversite mücadelesi eylemleri 20 aydır sürüyor. Bu eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümet bu üniversitede ne yapmak istiyor?

Hükümet Türkiye’nin gözbebeği ve en seçkin üniversitelerinden olan Boğaziçi Üniversitesi'ni de elde edip bildiği gibi at oynatmak istiyor. Zaten iktidara geldiğinden beri bütün kurumları adım adım elde etmedi mi? Böylece giderek muhalif üniversite ve kurum kalmamış olacak. Üniversitenin yaptığı eylemler demokrasi ve üniversite özerkliği mücadelesidir. Bu durum özünde, 12 Eylül’de kurulan YÖK’e ardından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne yani bugüne kadar uzanan bir sürecin sonucudur. Böyle bir ortamda bilimsel üretim özgürce yapılamaz. Nitekim salgın döneminde salgınla ilgili araştırma yapmak isteyenlere Sağlık Bakanlığı verileri vermedi, araştırma konularını sınırladı. Yaptığım araştırma nedeniyle bana soruşturma açıldı. Bilimsel özerklik olsa bunlar olur muydu? Bu nedenle Boğaziçililerin mücadelesini, destekliyorum, ama giderek kamuoyu bu konuya alışmaya ve gündemden düşmeye başladı. Onlar mücadelelerinden vazgeçmiyorlar, azim ve kararlılıkla devam ediyorlar, kendilerini takdir ediyorum.