Prof. Dr. Mustafa Aydın: Türkiye Ortadoğu’da gelişmeleri etkilemekten uzaklaştı
Ortadoğu'da dengeler her gün yeniden kuruluyor. Haniye suikasti, İran'ın İsrail karşısındaki caydırıcılığını sorgulatırken, Türkiye'nin bölgede etkili olma çabaları da sonuç almaktan uzak görünüyor. Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın ile söyleşimizin ikinci bölümünde Ortadoğu'daki oyun kurucuları konuştuk.
Geçtiğimiz hafta Hamas Lideri İsmail Haniye’ye İran’da düzenlenen suikast Ortadoğu’da tansiyonu daha da yükseltti. İran misilleme hazırlığı içindeyken İsrail, Lübnan’ı ve Hizbullah’ı hedef almaya devam ediyor. Türkiye’nin İsrail’e dönük sert açıklamalarına İsrail’den benzer tonda yanıt gelirken, bölgenin geleceği konusunda endişeler artıyor.
Haniye suikastı İran-İsrail geriliminde yeni bir savaşın mı habercisi? ABD, bu durumda nasıl bir tutum alacak? ABD’nin Irak’ta İran’a yakın güçleri bombalaması, İsrail’in Yemen’den Lübnan’a uzanacak şekilde direniş eksenini hedef alması nasıl yorumlanmalı? Türkiye’nin 7 Ekim’den bu yana izlediği politikadaki değişikliğin nedeni ne? Türkiye’nin bölgedeki etkinliği arttı mı azaldı mı? Bu soruları Kadir Has Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Mustafa Aydın’a sorduk.
Aydın göre Türkiye Ortadoğu’daki gelişmeleri etkilemekten uzaklaştı, Suriye ve Irak dışında izole oldu. Türkiye’nin son çıkışları biraz da bu köşeye sıkışmışlıktan çıkmayı amaçlıyor.
Geçtiğimiz hafta Hamas Lideri İsmail Haniye İran’da öldürüldü. Dünyanın genelinde yankı bulan bu olayın özellikle İran topraklarında gelişmesi ciddi soru işaretlerine neden oldu. Bazı uzmanlarNetanyahu’nun bilerek bu suikastı İran topraklarında gerçekleştirdiğine, böylece seçime kadar İran ile bir savaş başlatarak ABD’yi savaşa çekmeye çalıştığına dönük yorumlar yaptı. Siz bu olayı nasıl değerlendirirsiniz?
İlk olarak şununla başlayayım; İran, İsrail karşısında stratejik caydırıcılığını kaybetmiş durumda. Bunu yalnızca Haniye suikastını göz önüne alarak söylemiyorum. İlginç biçimde İsrail Haniye suikastını henüz üstlenmedi. Lübnan’daki saldırıyı üstlendiler, El Kassam Tugayları komutanını öldürdüklerini söylediler. Ama bunu üstlenmediler. Bazı yorumcular İsrail’e yakın veya İsrail’in taşeron olarak kullandığı örgütlerin bunu İran içinde yapmış olabileceğini ifade ediyor. Saldırının nasıl olduğunu şimdilik bir kenara bırakırsak, yeniden söylemek gerekir ki İran, İsrail’e karşı stratejik caydırıcılığını kaybetti.
Caydırıcılık basitçe “bana saldırma, sana misliyle karşılık veririm” üzerine kurulu, o korkuya dayanıyor. Buna karşın İran, İsrail’in kendisine dönük önceki saldırılarına etkili karşılık veremedi. Buna İsrail’in İran’da yaptığı diğer suikastlar de Şam'da konsolosluğu vurması da dahil. Bazı karşılıklar verildi tabii, ama bunlar da açıkça pazarlıklarla yapıldı.
‘ABD KÖRFEZ VE DOĞU AKDENİZ’E GETİRDİĞİ SAVAŞ UNSURLARIYLA İRAN’I HAPSETMİŞ DURUMDA’
Peki İran’ın bu caydırıcılığı kaybetmesinin nedeni ne?
Bence en önemli unsur ABD’nin çok net bir şekilde İsrail’in arkasında duruyor olması. ABD şunu söylüyor: “İsrail kötüyse biz İsrail’e kötü olduğunu söyleriz. Onu durdurmaya, fikrini değiştirmeye çalışırız. Ama siz İsrail’e saldırırsanız, bunu size ödetiriz.” Nitekim, ABD’nin Haniye suikastı sonrası ilk açıklamasını hatırlayalım. Birincisi, bizim bu işle bir alakamız yok dediler. İkincisi, İsrail’e herhangi bir misilleme gerçekleşirse yanında dururuz dediler.
ABD ayrıca, 7 Ekim’den bu yana Doğu Akdeniz ve Körfez’e getirdiği uçak gemileri ve diğer savaş unsurlarıyla kurduğu caydırıcılık ağını canlı tutmaya devam ediyor. İran’ı hapsetmiş durumda. Böyle bir noktada İsrail kendisini stratejik olarak çok rahat hissediyor. Gördüğüm kadarıyla sadece Gazze ve Hamas değil, pek çok yere organize saldırılar düzenliyor. Özellikle İran tarafından yakın çevresinde koordine edilen İsrail karşıtı güçleri de fırsattan istifade zayıflatmaya/yok etmeye çalışıyor. Hizbullah ile İsrail arasında düşük düzeyli bir savaş sürüyor uzun süredir. Haniye suikastıyla gözden kaçtı fakat İsrail Lübnan’ı hedef alan saldırılar yapıyor. Öte yandan ABD Irak’ta İran’ın desteklediği Şii güçleri bombalıyor. İsrail, Yemen’de İran destekli gruplara füzeyle saldırıyor. Aynı gün de Haniye suikastı İran topraklarında gerçekleşti.
Görülüyor ki İsrail/Netanyahu ABD’deki siyaseti çok iyi takip ediyor. ABD’lilerin kendi ifadeleriyle “topal ördek” haline gelmiş bir başkanlık döneminden geçiliyor. Aday olmayacağını açıklamış bir Başkan, istifa etmiş bir başkandan farklı değil. Artık onun dönemi bitmiş durumda. Buna karşın yeni iktidar ortada yok. Yani ABD’nin politikasını değiştirecek bir yapı söz konusu değil. Seçime kadar mevcut politika sürdürülecek. İsrail bunu bildiği ve İran’a karşı ABD’nin sağladığı caydırıcılık ağının farkında olduğu için bu kadar gözü kara davranıyor.
‘YENİ BAŞKANIN GÖREVİ DEVRALACAĞI OCAK 2025’E KADAR DAHA ÇOK SALDIRI GÖREBİLİRİZ’
İsrail ABD’nin sağladığı bu caydırıcılık şemsiyesinin güveniyle pek çok noktada ciddi suçlara da imza atarak hareket ediyor. ABD’yi savaşa çekmeye çalıştığını iddia edenler de var. Yeni başkan belli olana kadar bizi bu denklemde ne bekliyor?
Netanyahu Washington dönüşü edindiği bilgi ve izlenim uyarınca geniş cephede, karşı tarafa verebildiği en büyük zararı vererek bu savaşı sonlandırma yolunu seçebilir. Bu saldırıların arkasından Netanyahu, “Ben Hamas’a büyük zarar verdim, İran’a ciddi bir ders verdim, Hizbullah’a gözdağı verdim” diyerek savaşı sonlandırabilir. Ama bunu yapmayıp, aksine sonuna kadar -yani Washington’da yeni hükümet göreve gelene kadar- gitmeye de çalışabilir. Bunu şimdiden kestirmek zor. Gidişata göre karar verilebilecek gibi geliyor bana. ABD açısından nereden bakarsak bakalım, başkan Kasımda belli olsa da göreve başlaması Ocak 2025 başını bulacak… Yani daha 5 ay var. Netanyahu bu 5 ayda bu işi toparlamaya çalışacak. Bu nedenle bu tür saldırıları belki daha fazla göreceğiz. Burada şunu da atlamayalım; eğer İsrail sadece Haniye’ye bir suikast yapmak istiyorduysa, bunu başka yerlerde -örneğin yaşadığı Katar’da- çok rahatlıkla yapabilirdi. Bunun İran’da yapılmış olması Hamas’tan ziyade İran’a yönelik bir mesaj verme arzusuna işaret ediyor. İsrail burada İran’a karşı rahat davranabiliyor, çünkü ABD’nin sağladığı caydırıcılık ağı İran’ı hapsetmiş durumda.
‘ABD’NİN KURACAĞI YENİ MODEL İÇİN İSRAİL’E MEYDAN OKUYABİLECEK GÜÇLERİN ORTADAN KALKMASI GEREKİYOR’
Duruma daha geniş bakarsak, bölgede İsrail’e cevap verecek devlet sayısı gittikçe azaldı. Çok önce Mısır, daha yakın dönemde Irak, peşi sıra Suriye düştü denklemden. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ise zaten askeri tehdit değildi; siyasi karşıtlıkları da İbrahim Anlaşmaları’yla sona erdirildi. Şimdi İran’ın resmin dışına çıkartılması gerekiyor. Bu resimde İsrail’in varlığına tehdit oluşturabilecek olan İran da düşürülürse, o zaman yeni seçilecek ABD başkanı, Ortadoğu’ya kendi yeni modelini kurabilir.
Trump’ın İbrahim Anlaşmaları'yla kafasındaki şu; sisteme meydan okuyabilecek güçler ortadan kalktığı için yeni başkan 7 Ekim’de çöken modeli, Ortadoğu’da rahatlıkla kurabilir. ABD belki de bu yüzden İsrail’in amansızlığına, kural tanımazlığına göz yumuyor. Kurulacak yeni yapı için ona meydan okuyabilecek güçlerin ortadan kalkması gerekiyor -ki o da İran merkezli direniş ekseni. O direniş ekseni ortadan kaldırıldığında İran’ın bölgedeki nüfuzu azalacak ve bu yeni model rahatlıkla kurulabilecek.
Bu süreçte Türkiye’nin politikasına baktığımızda temkinli cümlelerle başlayan sürecin, “Nasıl ki Karabağ’a girdik İsrail’e de gireriz” noktasına evrildiğini görüyoruz. Türkiye’nin politikasını nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye Ortadoğu’daki gelişmeler karşında marjinalize oldu, gelişmeleri etkileyemeyecek bir noktaya geldi. O nedenle şimdi bölgedeki varlığını hatırlatmaya çalışıyor. Örneğin bu kadar destek verilen Filistin meselesinde bile Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ı daha önce davet edip ret almış olmak ilginç. Şimdi bu ay içinde geleceği söyleniyor. Türkiye 7 Ekim’de başlayan saldırılar ve Gazze işgalinin başında temkinli hareket etti. Taraflarla görüşmeye çalıştı, taraflar üzerinde etki kurmaya çalıştı, fakat bunlar -büyük ölçüde kendi dışındaki gelişmelerin etkisiyle-Türkiye’yi bir yere taşımadı. Yerel seçimlerde konunun etkili olduğu düşünülünce iç siyasette söylem düzeyinde sertleşme oldu, fakat bunun pratikte fazla bir etkisi olmadı. İçten gelen baskıyla ticaret durduruldu. Ama ilginç bir şekilde Türkiye elçisini çekmedi, daha önce bundan ufak krizlerde dahi elçi çekiliyordu. Keza Bakü-Ceyhan üzerinden Azeri petrolünün İsrail’e taşınmasına engel olunmadı. Özetle, Türkiye fiili olarak sonuç alıcı pek bir adım atabilmiş değil.
‘EĞER SAVAŞTAN SONRA ORTADOĞU’DA YENİ BİR OYUN KURUCULUK OLACAKSA TÜRKİYE BURADA OLMAYACAK GİBİ ANLAŞILIYOR’
Sert retoriğin iç siyasete dönük olduğunu düşünüyorum, çünkü dış siyasette retorikle sonuç alınmaz, ancak karşı tarafta benzer tepkileri doğurur, kamuoylarını galeyana getirir, fiilen sonuç alıcı bir noktaya getirmez. Aynı zamanda bu retorik Türkiye’yi uluslararası alanda sınırlıyor. Eğer savaştan sonra bölgede yeni bir oyun kuruculuk olacaksa, Türkiye burada olmayacak gibi anlaşılıyor. Oysa bir şekilde Filistinli grupları hem 1990’lar hem de 2000’lerde bir araya getirmeye çalışan Türkiye’ydi. Gördük ki burada bu rolü Çin kaptı. Muhtemelen Çin, İsrail ile de görüşüyordur, ama onu henüz bilmiyoruz. Diğer taraftan Hamas ve İsrail arasında müzakere yapıldığında bu Katar ve Mısır aracılığıyla yapılıyor. Bunu genelde perde gerisinde ABD geliştiriyor. ABD’nin içinde olduğu bir süreçte ise Biden döneminde Türkiye’ye yer vermesi pek düşünülecek bir sonuç değil. Biden yönetimi böylesi süreçlere Türkiye’yi dahil etmek istemiyor. Öte yandan İsrail, Netanyahu da Türkiye ile ilişki kurmak istemiyor. Zaten Türkiye de bunu istemiyor. Yani burada hat koptu diyebiliriz. O zaman Türkiye’ye bölgede yapacak pek bir şey kalmıyor. Türkiye’nin önemli hatalarından biri, sürekli bir bağırma, çağırma, tehdit etme üstünden hareket ediyor olması. Uygulamada pek bir hareket yok ama söylem öyle. Bu da insanları ürkütüyor.
‘TÜRKİYE TRUMP VEYA HARRİS GELMEDEN ESAD İLE MASAYA OTURMAYA ÇALIŞIYOR’
Bir anlamda Türkiye Ortadoğu’da izole oldu diyebilir miyiz?
Şöyle, Türkiye’nin halen Ortadoğu’da iki hareket sahası var: Suriye ve Irak. Suriye’de hareket edebilmek için Rusya’ya ihtiyacı var. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan Esad’la görüşmek isteğini defalarca dile getirdi. Ama Türkiye orada bunu tek başına yapamıyor, Suriye ile masaya oturabilmek için Rusya’yı kullanmaya çalışıyor ve bunu Trump veya Harris gelmeden halletmeye çalışıyor. Sonuçta Demokrat başkanların Türkiye’ye müzahir bir politika izlemediğini gördük. Trump’ın da ne yapacağını bilmiyoruz ama ilk döneminde değişken tavırlarıyla Türkiye’ye çok da faydalı olmadığını gördük. O nedenle Türkiye yeni başkan gelmeden burada adım atmaya çalışıyor.
‘TÜRKİYE’NİN SON ÇIKIŞLARI BÖLGEDE KÖŞEYE SIKIŞMIŞLIKTAN KURTULMA ARZUSUNA DAYANIYOR’
Ancak Irak’ta farklı bir resim var sanıyorum. Bir kalkınma yolu projesi dahi gündeme gelmişti?
Evet, orada süreç iyi ilerliyor. Türkiye’nin Irak’ta özellikle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile iyi ilişkileri var. Irak merkezi hükümetiyle de fena olmayan bir ilişki yapısı kuruldu. Gerçekleşir ya da gerçekleşmez kalkınma yolu iyi bir fikir. Etrafında en azından bir birliktelik oluşturulabilir. Askerî açıdan Türkiye, Kuzey Irak’ta güçlü bir ağ kurdu. Bu ağla PKK ile Suriye arasındaki bağı kesecek gibi görünüyor. Bir de Irak’ta aslında Türkiye’nin politikalarının altını boşaltacak bir İran vardı. Ama onu da şimdi İsrail ve ABD zayıflatıyor. Bölgenin İran’ın etkisinde olmasındansa Türkiye Irak’ın kuzeyinde etkili olsun ve Irak istikrar kazansın görüşü işleniyor. Burası dışında Türkiye açısından Ortadoğu’da ciddi bir köşeye sıkışma söz konusu; Türkiye’nin son çıkışları bence biraz da bundan kurtulma arzusuna dayanıyor. Çözümün parçası olamayan Türkiye’nin ne kadar sorun olabileceğini gösterme çabası olarak görüyorum bu son açıklamaları.
Prof. Dr. Mustafa Aydın Kimdir?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye), Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olan Prof. Dr. Mustafa Aydın, Lancaster Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar alanında yüksek lisans ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora eğitimi aldı. Michigan Üniversitesi (1998), Richardson Institute for Peace Studies (1999), Harvard Üniversitesi (2002), Atina Üniversitesi (2003), Avrupa Birliği Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (2003) ve Institute for Human Sciences’da (2018) misafir araştırmacı olarak bulundu. Kadir Has Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi olan ve aynı zamanda Uluslararası İlişkiler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanlığı ile World Council for Middle Eastern Studies Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini sürdüren Aydın, ayrıca Avrupa Bilim ve Sanat Akademisi, Türk-Yunan Forumu, Global İlişkiler Forumu, Uluslararası Araştırmalar Topluluğu, Türk Atlantik Konseyi, Siyasi İlimler Türk Derneği ve Avrupa Orta Asya Araştırmaları Derneği üyesidir. Akademik hayatının yanı sıra, aralarında Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkistan Masası Başkanlığı (1999-2003), Uluslararası Politika Araştırmaları Enstitüsü Direktörlüğü (2005-2011) ve Uluslararası Karadeniz Komisyonu Eş-Başkanlığı (2010) ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi, Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Araştırmalar ve Etütler Merkezi, International Center for Black Sea Studies, Hellenic Center for European Studies danışmanlığının da bulunduğu çok sayıda ulusal ve uluslararası düşünce kuruluşunda görevler almış olan Profesör Aydın’ın akademik ilgi alanları Uluslararası Politika, Dış Politika Analizi, Güvenlik Çalışmaları ile Orta Asya, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Doğu ve Türkiye dış ve güvenlik politikalarıdır.