Prof. İbrahim Kaboğlu: Çalışırsak Türkiye parlamenter sisteme geri dönecektir
KHK ile ihraç edilen akademisyen Prof. İbrahim Kaboğlu: 2019 seçimlerine ortak paydalarda gidilmeli...
DUVAR - Barış Bildirisi gerekçe gösterilerek, KHK ile ihraç edilen akademisyen Prof. İbrahim Kaboğlu, Barış Bildirisi'ne imza attığı için yargılanan akademisyenleri, ABD'de devam eden Reza Zarrab davasını ve 2019 seçimlerini değerlendirdi. Kaboğlu, 2019 seçşmleri için 16 Nisan'da yaşanan 'Hayır Cephesi'ne dikkat çeken Kaboğlu " CHP’den İyi Parti’ye, HDP’ye, ÖDP’ye Saadet Partisi’ne kadar hepsi bu sözünü ettiğim asgari müştereklere sarılmalı. Ve 2019 seçimlerine kadar bu ortak paydalara gidilmeli. Bu şekilde, sıkı çalışılması durumunda çok büyük ihtimalle Türkiye parlamenter sisteme geri dönecektir" yorumunda bulundu.
BirGün'den Meltem Yılmaz'a konuşan Kaboğlu'nun açıklamaları şöyle:
Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi, 11 Ocak 2016’da, Türkiye’de 89 üniversiteden 1128, yurtdışından 355’i aşkın akademisyen ve araştırmacının imzasıyla duyurulmuştu. Hemen ardından, metne imza atan 1128 akademisyen “terör örgütü propagandası yapmak”la suçlandı. Söz konusu davanın ilk duruşması yarın görülecek. Bu davadan ne bekliyor, ne öngörüyorsunuz?
Öngörmek zor, zira olayın geçmişi belli ama geleceği belli değil. Geçmişinde, Türkiye’de Kürt sorununa yönelik barış süreci AKP hükümeti tarafından kamuoyu önünde başlatıldı ama onun da ötesinde Oslo’da başlayıp Dolmabahçe’de devam eden görüşmelerle bir de perde arkası oldu. Ve bu görüşmelerle eylemler sırasında hep ‘terör örgütü’ adı verilen PKK lideri ile önde gelenleri muhatap alındı. Ama ne zaman ki AKP, 7 Haziran 2015’te iktidarı kaybetme eşiğine geldi, o zaman yörüngesini değiştirdi. 1 Kasım seçimlerinde sonra ise Kürt sorunu unutularak, Başkanlık rejimi ve anayasa tartışmaları konusu ile gündeme geldi. Ne ki, 15 Temmuz Darbesi de olunca yepyeni bir gündem oluştu.
Yani gündem sürekli değişti. Peki değişmeyen neydi?
Türkiye’nin 2015’i çok büyük katliamlarla geçirdiği gerçeği değişmedi. Öyle ki, Sivas’ı, Tokat’ı, Maraş’ı, Çorum’u unutur hale geldik. Zira 2015 Suruç’tan başladı, Ankara’daki büyük katliama kadar sürdü. Ve devletin zirvesi, Ankara’da yaşanan büyük katliama terör bile diyemedi, “kokteyl” terör dedi. Orada yakınlarını kaybeden kişilerin yakınlarının yasını tutmalarına izin verilmedi. Bu çok acı bir şey, toplumsal barışın değil savaşın tohumlarını eken bir şey.
Dolayısıyla biz akademisyenlerin imza attığı ve 11 Ocak 2016’da açıklanan bildirinin yazımının ortam ve koşulları bu şekildeydi. Bir başka deyişle Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam kesinlikle bir barış ortamı değildi.
Bu noktada sürekli bildirinin içeriği tartışma konusu haline getiriliyor. Ve bildiriyi kimin kaleme aldığı…
Bakın, bildirinin içeriğini kelimesi kelimesine paylaşmak şart değil. Biz, yüzlerce sınav kağıdında aynı soruyu soruyoruz ama hiçbir kağıdın diğeri ile örtüşmeyeceğini biliyoruz. Dolayısıyla böyle bir bildiriyi siz yazsanız farklı yazarsınız ben yazsam farklı yazarım. Ama burada dikkat edilmesi gereken konu, mesajın ne olduğu. Bu bildirideki mesaj, şiddete son ve barışa çağrıdır. Bu çerçevede, bu mesajın suç olup olmadığına bakacaksınız. Gerisi garnitürdür, ikincildir ve tartışılabilir. Bir metnin suç unsuru olması için savaşa ve şiddete çağıran, etnisite kavgası öngören, aşağılayıcı, hakaret edici unsurlar içermesi gerekiyor. Bu bildiriyi kimlerin kaleme aldığı konusuna gelince, bu bildiriyi tabii ki 1128 kişi hep birlikte yazamaz. Bir grup yazar.
Rıza Sarraf Türkiye’nin davası mıdır ve davanın iç siyasete yansıması, mevcut göstergeler ışığında, ne şekilde gerçekleşir?
Davanın Türkiye siyasetine yansıması konusunda yine iki senaryodan söz edeceğim. Birincisi AKP’nin içinde homurtular oluşur ve bu çatlaklara yol açar, böylece bir temizlik harekatı başlar. Kamuoyu da, kim bu 20’lerindeki çocuğu Türkiye’nin kahramanı yaptı diye sorgulayabilir. Keza ortada, bir çocuğun altından kalkamayacağı rakamlar, büyük bir düzenek olduğu açık ve bunun doğrudan muhatabı AKP. İkinci senaryo da, iktidar cephesi bu davayı ABD düşmanlığı, FETÖ tezgahı, CHP iftirasına dönüştürebilir ki gidişat o yönde görünüyor.
Ne gözlemlediniz?
Kerhendi hukuka uymaları, zorlaya zorlaya. En demokrat söylemleri dillendirdikleri zaman bile. Türkiye’de liberaller AKP’ye inandığı zaman ben, siz Demokrat Parti’nin yaptığını yapmaya başladınız diyordum.
Yani siz bugünlere gelineceğini öngörüyordunuz?
Tabii ki. Öngördüğüm için mahkeme koridorlarına sürüklendim. Esasen FETÖ kanadı beni sürükledi. Şimdi onlar da, FETÖ’nün yaptığını devam ettiriyorlar. Bakın, nasıl bir çelişkidir ki, hukuksuz bir şekilde pasaportuma el konulmuş olması nedeniyle yurtdışına çıkamayan bir Kaboğlu, daha dün skype üzerinden katıldığı AB ile ilişkiler toplantısında, Suriyeli göçmenler konusunda Türkiye’yi savunuyor.
Şimdi? Tüm bu davaların, suçlamaların, düşmanlıkların ortasında; ne tür bir dönemden geçiyoruz?
Şu an en dipteyiz. Herkesin düşmanlaştırıldığı, herkese nefret kusulduğu, Türkiye içindeki akademisyenlerden tutun, ABD’ye kadar Avrupa’ya; Esad’dan Kaddafi’ye, Sisi’den Ganuşi’ye kadar herkesin düşmanlaştırıldığı bir dönemde dibe vurmuşuz demektir. Çıkış ancak bundan sonra yakalanabilir. Bunun için de muhalefet cephesinin Hayır döngüsünü aşması gerekir. Evet’in yüzünü göstermek, demokratik Anayasa, parlamenter sistem, insan hakları için evet demek gerekir.
AK Parti, 2019 seçimlerinde başkan adayını koyacak. Diğer yandan muhalefet de, parlamenter sisteme geri dönüş vaat edecek. Muhalefetin adayının seçimi alması durumunda, süreç nasıl işler?
2019 seçimlerine, 16 Nisan metninin açtığı usul doğrultusunda gitmek gerekiyor. Önce yerel seçimler ve sonra, meclis ve başkan seçimini yapmak. Ancak şu anda aday belirleme zamanı değil, şu anda anayasa konusunda T.C’nin ulusal ve uluslararası ölçekte kazanımları nelerdir, bugüne kadar mecliste ne tür uzlaşmalar oldu, sivil toplum emeği nedir; bunları saptamak ve CHP’den İyi Parti’ye, HDP’ye, ÖDP’ye Saadet Partisi’ne kadar hepsi bu sözünü ettiğim asgari müştereklere sarılmalı. Ve 2019 seçimlerine kadar bu ortak paydalara gidilmeli. Bu şekilde, sıkı çalışılması durumunda çok büyük ihtimalle Türkiye parlamenter sisteme geri dönecektir.