Profesör, sizi hiç kimse dinlemiyor!

Öğreten ve öğrenen arasındaki ilişki dengeli bir ilişki değil, çoğu zaman demokratik bir ilişki de değil. Öğretmek bildiğini dayatmak ve sonra onun aynı biçimde tekrar edilmesini beklemek değil. Öğretenin sorumluluğu bilgiyi sunmak ve öğrenenin bu bilgiyle ne yapacağını değerlendirmesi için alan sunmak.

Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Pandemi krizi ortaya çıkmadan birkaç hafta önce derste küreselleşme sürecinde üretimin dönüşümünden, teknolojik işsizlikten söz ederken bugün geçerli olan bazı mesleklerin yirmi yıl sonra işlevini kaybedeceğini söylediğimde öğrencilerimden biri “Yapay zekâ geliştikçe üniversitelerde hocalara da gerek kalmayacak” diye yapıştırıvermişti. İçinde bulunduğumuz şartlarda uzaktan eğitim deneyimi ile kendimizi fütürist bir senaryonun ortasında buluverdik, bu sayede yapay zekâ mı insan zekâsı mı karşılaştırması için de deneysel bir ortam kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.

Yükseköğretim Kurumu’nun uzaktan eğitime geçiş kararını takip eden süreçte tüm üniversiteler altyapıları ve kaynakları dahilinde uzaktan eğitim programlarını uygulamaya koydular. Bu süreçte üniversiteler kendi portal ve sunucularını kullansalar da uzaktan eğitim için kullanılan program ve yazılımların tamamı yabancı yazılımlar. Sadece bu bile bu alandaki eksikliğimizin ve dışa bağımlılığımızın bir göstergesi. Bu süreçte bireysel internet paketlerinin kullanılması başka bir kısıt, öğrenciler sıklıkla kısıtlı bütçeleri nedeniyle sınırsız internet imkanına sahip değiller ve canlı yayında eğitimi yürütmenin birincil şartı etkin bir veri transferi imkanının olması. Üçüncü bir mesele uzaktan eğitim tüm akademik alanlar için uygun olmaması, özellikle uygulama gerektiren alanlarda sıkıntı yaratması. Uzaktan eğitime karşı olanlar imkanların eşit olmadığından ve uygulamalı alanların eksik kaldığından şikayetçi oldu. Bu şikayetler yerinde olsa da bir çözüm önerisinden yoksun. Herkesin bilgisayarı olmasa da telefonu var, gerekirse ders telefon bağlantısıyla aktarılır, uygulamalı alanların uygulama kısımları da örgün öğretim sürecinde tamamlanabilir. Bu süreci hiçbir şey yapmadan geçirmenin etkin olduğunu savunmak mümkün değil. Dördüncü bir zorluk da ders veren öğretim üyeleri pedagojik formasyon derslerini tamamlamış olsalar dahi uzaktan eğitimin gerektirdiği teknolojik bilgi ve beceriye sahip değil; alelacele hazırlanan bilgilendirme videoları, online rehberler böyle bir pratiğe sahip olmayan öğretim üyeleri için zorlayıcı oluyor. Sorunları el yordamıyla çözmeye çalışmak, amaç yerine araca odaklanmak eğitim sürecinin işleyişine de yansıyor.

Bütün bunlar uzaktan eğitimi etkileyen dışsal faktörler. Ancak asıl mesele uzaktan eğitim sürecinin işleyişi. Kısaca örneklendirmek için geçen hafta yürüttüğüm 11 kişilik doktora dersimden ve 125 kişilik lisans dersimden örnek vermek isterim. Doktora dersinde öğrenci sayısının az olması ve öğrencilerin belli bir bilgi birikimiyle derse dahil olması nedeniyle işleyişin daha az aksadığını söylemek mümkün. Lisansüstü dersler, lisans derslerinden farklı olarak, öğrenciler bir ön hazırlıkla derse dahil olduğu için, aynı zamanda dersler tek yönlü didaktik bir anlatım yerine interaktif bir tartışmaya dayalı olduğu için farklı yürüyor. Gerekli ön hazırlık yapıldığı takdirde interaktif tartışmanın sınıfta ya da ekran başında olması büyük fark yaratmıyor. Ekran başında belirleyici olan kullanılan programların kesintisiz bir iletişime imkân tanıması. Ancak bir lisansüstü eğitimde genel olarak belirleyici olan öğrencilerin bir araştırmacı şevkiyle ve bir bilim uzmanı merakıyla eğitim sürecine aktif olarak katılmaları.

Lisans eğitiminde durum farklı. Toplam 250 öğrencimden 190’ı derse online olarak kayıtlandı, ilk derse 125 öğrenci katıldı. Normalde derse sınıfta katılan kadar öğrenci katılmış oldu. Hemen hepsi internet bağlantısından ötürü kameralarını kapattığı için boşluğa konuşur gibi ders anlattım ve bu ciddi bir yabancılaşmaya yol açtı. Teknik bilgimin ve beni destekleyecek altyapının eksikliği bir tedirginliğe yol açtı, sık sık durup anlattıklarımın öğrencilere ulaştığını teyit etme ihtiyacı hissettim. Genel olarak ders içeriğinin yeniliği, çoğu zaman okumaların yapılmaması lisans derslerini daha didaktik bir formata itiyor, birkaç meraklı öğrencinin soru sorması dışında dersi veren kişiyi zorlayacak, düşündürücü tartışmalar ortaya çıkmıyor. Sınıfta veya uzaktan eğitimde öğrencinin performansını, katılımını ve öğrenme sürecini etkileyen en önemli unsurlardan biri müfredatın kendi içindeki tamamlayıcılığı, güncelliği ve çeşitliliği. Bunları sağlamadığımız durumda Açık Öğretim'in yıllarca değişiklik yapılmadan okutulan kitaplarından, izlenilen videolarından bir farkımız kalmıyor.

Uzaktan eğitimin ilk haftasında öğrencilerden gelen en önemli geri bildirim derslerin canlı olarak yapılması talebiydi. Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi Açık Öğretim ve EBA TV yayınlarının gösterdiği gibi asenkron, yani kaydedilmiş yayınlar karşılıklı iletişime imkân tanımıyor, bir süre sonra dinleyenin kopmasına, dikkatinin dağılmasına neden oluyor. Anlatıcının fazlasıyla kontrollü, konsantre, gergin anlatımı bir yapay zekâ simülasyonu olabilir, ama gerçek anlamda eğitimin karşılıklı iletişime dayanan boyutunu yansıtmıyor.

Öğreten ve öğrenen arasındaki ilişki dengeli bir ilişki değil, çoğu zaman demokratik bir ilişki de değil. Öğretmek bildiğini dayatmak ve sonra onun aynı biçimde tekrar edilmesini beklemek değil. Öğretenin sorumluluğu bilgiyi sunmak ve öğrenenin bu bilgiyle ne yapacağını değerlendirmesi için alan sunmak. Bu sorumluluk sınırsız ya da karşılıksız değil. Öğreten bildiğiyle sınırlı, dolayısıyla bir alanda uzman olmak kişinin her şeyi bildiği anlamına gelmez. Öğreten de öğrenen de bildiğinden sorumlu, dolayısıyla öğrenme isteği olmayan, merakı olmayan bir öğrenciye kimsenin bir şey öğretmesi mümkün değil. Eğitim sürecinin kendine has zorlukları varken bir de üstüne araçsal kısıtlar geldiğinde durum daha da karmaşıklaşıyor. İçinde bulunduğumuz süreç bize yapabileceklerimizi gözden geçirmemiz için bir fırsat sunuyor.

2015 yılında Biswas ve Kirchherr tarafından “Profesör, sizi hiç kimse okumuyor!” başlıklı yazı oldukça ses getirmişti. Yazarlar, akademik yayınların politika önermesi içermemesini eleştiriyor, akademik dünyanın hakemli dergilerde yayınlanan makaleleri performans göstergesi olarak kullanması sebebiyle giderek dış dünyadan koptuğunu ve kendi içine kapandığını bu nedenle politikacılara ulaşmada ve toplumsal değişim yaratmada etkin olmamasını eleştiriyordu. Uzaktan eğitim de bildiklerimizin ne kadar anlamlı olduğunu, anlattıklarımızın dinleyicilerimize nasıl ulaştığını ve öğrenme sürecindeki rolümüzü düşünmemiz için bir fırsat sunuyor. Eğitimin hem içeriğinin hem de araçlarının değişen dünyaya, yeni kuşakların bilgiye ulaşma biçimlerine, bilgiyle kurdukları ilişkiye uyumlanması gerekiyor. Bilginin yenilenmesi, yenilenirken mevcut tüm bilgi ağlarını, alanlarını ve akışlarını kullanarak yayılması gerekiyor. Evlerimize kapandığımız ve kendimizle baş başa kaldığımız bugünlerde eğitim felsefemiz üzerinde düşünmemiz şart. Yoksa yapay zekâ yerimize geçmek için kapıda bekliyor.

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü