Ben ikna oldum. İktisadi ve politik hayatımızdaki temel motif, duygular. Başımıza her ne geliyorsa, hep duygusal sebeplerden. Kriz mriz yok. Hepsi psikolojik, hatta tamamen duygusal manipülasyon bunlar. Hep yöneticilerimizin psikolojisi bozulsun diye yapıyorlar. Kim yapıyor? Dış güçler ve içerideki işbirlikçileri: Bir kere, dolar azıcık doldu diye hemen kriz diye bağrışanların niyetlerini sorgulamak lazım. Dolardan size ne kardeşim? Sizin yerli ve milli paranız yok mu? Misal, AVM’den ayakkabıyı dolarla mı alıyorsunuz? Bakın bu manipülasyonlar yüzünden dolarla dolmazla işi olmayan bizim gibi sıradan insanların en sevdikleri ayakkabı markası konkordato ilan ediyor. Yanlış anlaşılmasın, iflas etmiyor. Kriz olsaydı iflas ederdi. Ne yapıyor? “Borçlarımı birazcık ödeyemeyeceğim” deyiveriyor. Olsun, ödemeyiversin. Fabrikalarında çalışan yüzlerce işçiye ne mi olacakmış? Ne var canım, yerli ve milli ekonomimiz krize girseydi daha mı iyiydi? Herkes elini taşın altına koyacak biraz. Daha bu yaz indirimden (birincisi yüzde 50, ikinciye + yüzde 20) iki çift ayakkabı almıştım o firmadan. Hayır, böyle olacağını bilsem birkaç çift daha alırdım, sırf ekonomiye destek maksadıyla. Neyse, yüzümüzü başka firmalara döneceğiz artık. Destek sözümüz baki.
Meselenin tamamıyla duygusal ve psikolojik bir manipülasyonun eseri olduğu bakmayı bilen göz için apaçık ortada. Evveliyatı da var mutlaka ama biz yerden kazanmak için birkaç yıl öncesine kadar gidip bugüne nasıl geldiğimize bakalım. 2015 yılının Ekim ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, tam da 1 Kasım’da tekrarlanacak genel seçimlerin öncesinde, Yıldız Sarayı’nda bir araya gelerek bir açıklama yaptılar. Bu buluşmada ne konuşulduğundan çok, bu açıklamanın nerede, daha doğrusu neyin üzerinde yapıldığı gündem oldu. İki lider, altın varaklı koltuklarda oturuyorlardı. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi, Merkel’in tavırlarında bir yerini yadırgamışlık, bir oturduğu koltuğu hazmedememişlik, belki içten içe bir kıskanma seziliyordu. Sayın Cumhurbaşkanımız ise Almanya olsun, İngiltere, Fransa olsun, sonra ne bileyim daha büyük düşünürsek Amerika, Çin, Japonya olsun dünya ekonomisinde lider ülkelerin güçlü bir rakibi olmanın bilinciyle, rahat ve kendinden emin bir lider edasıyla hakkını veriyordu altın varaklı koltuğun.
Elbette, çekememezlik, dış politikada devletlerin birbirleriyle ilişkilerini nasıl yürüteceğini belirleyen temel prensiptir. Merkel’in yabancı konuklarını altın varaklı koltuklarda ağırlayamaması karşısında duyduğu eziklik kaçınılmaz olarak Türkiye-Almanya ilişkilerinde de birkaç yıla yayılan bir gerilime sebep olmuştu. Neyse ki, şu günlerde aradaki buzların eridiğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28-29 Eylül’de dört yıl aradan sonra Almanya’ya yapacağı ilk resmi ziyaretinde ikilinin hem de iki kez bir araya geleceğini öğreniyoruz.
Ekonomimizin bugün karşı karşıya kaldığı tamamen psikolojik saldırının altında yatan birinci sebep işte bu çekememezliğin yol açtığı manipülasyonlardır. 3. Havaalanı olsun, nükleer enerji yatırımlarımız olsun, hem dışarıda hem içeride Türkiye’nin şahlanan ekonomisini çekemeyenler, bir de duygularına yenilip Cumhurbaşkanımızın deyişiyle “bir Papaz için” bir kaşık suda fırtına çıkarınca, her daim duygusal esintilere açık, hassas ve nazlı bir çiçek olan ekönömi ne yapsın? Elbette kriz, kriz diye tutturanlar, akıl dışı bir sürü de sebep ileri sürüyorlar: Yok efendim Amerika’yla ilişkilerin gerilmesine bir Hristiyan din adamının FETÖ suçlamasıyla aylardır tutuklu bulunması sebep olmuş; yok efendim milletvekillerinin, insan hakları savunucularının, avukatların, öğretim üyelerinin ve on binlerce öğrencinin hapiste olması, özgürlüklerin kısıtlanması, serbestçe rekabet edebilecekleri ve haklarının güvence altında olacağı bir liberal politik ortam arayışındaki dış yatırımcıları kaçırıyormuş; yok eşi benzeri olmayan bir Türk tipi başkanlık sistemiyle adım adım bürokrasi ve ekonomi yönetimi dahil tüm kurumların tek adamın iki dudağından çıkacak kelimelerle hareket etmek zorunda kalacağı irrasyonel bir kamu örgütlenmesinin inşa edilmesi liberal ekonominin temel prensipleriyle çelişiyormuş…. Ne alakası var? Soruyorum size. Sırf Kanal İstanbul'umuz, bin odalı başkanlık sarayımız, 2 milyara yapılıp 26 milyon 400 bin TL’ye kiralanan Ankapark’ımız gibi prestij eserlerimize göz atmak bile, ekonomimizin ne denli güçlü olduğunu göstermiyor mu? Bir kere kriz olsa böyle mi olur? Bugün kriz olsa, okul müdüründen kaymakamına, valisinden bakanına, her kademeden yöneticimizin makam odaları, bir Yıldız Sarayı zenginliğinde döşenebilir mi?
Devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları kullanabilsin diye, Katar Emiri’nin 400 milyon dolara satışa çıkardığı uçağa talip olur mu? (Gerçi uçağa para verilmedi, biliyorsunuz. Türkiye talip olunca, Emir “ayıpsın, senden para almam, hediyemdir” demiş. Ne pampiş bir davranış :)) Sırf bu bile, kriz söyleminin bir manipülasyondan ibaret olduğunu göstermiyor mu?
İşte böyleyken böyle, değerli okur. Bence hepsi psikolojik. Yöneticilerimizin psikolojisi bozulsun, makam odasında yaptıkları günde yedikleri kısırlar boğazlarında kalsın, müdürü oldukları lisede yaptırdıkları altın varaklı kral dairelerinde uykularını karabasanlar bassın, ne bileyim şöyle iç huzuruyla kaymakamlık, valilik, bakanlık yapamasınlar diye uyduruyorlar tüm bunları. Ha bir de şu var: Kocaeli’nde işsiz bir baba, oğlunun okul kıyafetini alamayınca “Çocuklarıma bakamıyorsam niye yaşıyorum?” diyerek intihar etti. Valilik intiharın “tamamen psikolojik sebeplerle” olduğunu açıklamış.