'Psikoterapi odası'ndan notlar
Psikoterapist Tuğçe Isıyel’in kaleme aldığı ve Doğan Kitap’tan yayınlanan kitabı Ya Hiç Karşılaşmasaydık, denemelerden oluşuyor. Ya Hiç Karşılaşmasaydık, hem iç hem de dış dünyamızda süregiden, bazen birleştiren, bazen ayıran, ama her daim bir dönüşümü beraberinde getiren karşılaşmalar üzerinden inşa ettiğimiz hayatlarımızı anlamaya yönelik bir araştırma olarak düşünülebilir.
Likya Bademci
Hayatlarımız bir şey olurken diğer taraftan olmayan şeylerin de toplamı. Her tercihin aynı zamanda diğerinden vazgeçme durumu olması, kimi zaman beklemediğimiz anda karşımıza çıkan insanlar, kitaplar, filmler belki sadece bir cümle, döndüğümüz sokak köşeleri, bindiğimiz vapurlar… Ama farkında olarak ama olmayarak hayatın, akışın içinde karşılaşmaların ve aynı zamanda karşılaşmamaların içinde geçen günlerimizin bizi götürdüğü her nokta yine bize dair, yine bizimle bağlantılı.
Psikoterapist Tuğçe Isıyel’in kaleme aldığı ve Doğan Kitap’tan yayınlanan kitabı Ya Hiç Karşılaşmasaydık hep süren bu karşılaşmalara dair yazdığı denemelerden oluşuyor. Hem iç hem de dış dünyamızda süregiden, bazen birleştiren, bazen ayıran, ama her daim bir dönüşümü beraberinde getiren bu karşılaşmalar üzerinden inşa ettiğimiz hayatlarımızı anlamaya yönelik bir araştırma olarak da düşünülebilecek bir kitap Ya Hiç Karşılaşmasaydık... Hem okuruna hem de okurunun hayatındaki diğer tüm insanlara yeni ve farklı bir pencereden bakma imkânı sunan Isıyel, sadece danışanları ile olan seanslarında edindiği gözlemlere değil, gündelik yaşamın içinde karşısına çıkan insan hallerine, sinema ya da edebiyat örneklerine de yer veriyor.
Aynı zamanda bilinçdışının kuytu köşelerini aydınlatmaya dair cesur bir çaba olan kitabında ötekiyle bir araya gelip, yüzleşmeye, kendini açmaya ve karşı tarafın kendini açmasına izin vermeye dair de bir çaba içeriyor.
Kitaba başlarken Isıyel oynamaktan gizli bir haz aldığı oyundan bahsediyor. “Bu değil de o kararı alsaydım, hayatımda ne değişirdi?”
Her daim süren ve sürecek olan karşılaşmaların içinde bütünlüğümüzü korumayı sürdürdüğümüz, ötekinde kaybolmaksızın ya da onu yok etme gayretine girmeksizin temas edebildiğimiz, aldıklarımızla verdiklerimizin dengesini koruduğumuz, zenginleşirken dengelendiğimiz bir yolculuk.
Karşılaşmalara açık olmamak, bunlardan korkmak ya da böylesi durumlarda zarar göreceğini düşünüp kendini kapatmak, beslenme ve büyüme şansına ket vurmak demek. Kendi konfor alanından çıkmaktan, çemberin dışına adım atmaktan çekinen insanların yaşadığı topluluklar ise kaçınılmaz olarak yaratıcılığın ve paylaşımın gelişmediği birer yapıya dönüşmeye mahkûm.
Bu noktada karşılaşmaların iyilik ya da kötülük üzerinden değil de deneyimsel açıdan katkıları ve dönüştürücülüğü üzerinde durmanın önemine değinen Isıyel, sadece psikoterapi odasıyla sınırlamadığı deneyimlerini okurlarıyla paylaşıyor. Hayatı yaratıcı bir sürece dönüştürmek üzere atılmış bu adım, mutluluklar, coşkular ve heyecanlar kadar hüsranları, yenilgileri ve kayıpları da içinde barındırıyor. Lakin hayat dediğimiz şey de zaten böyle bir şey değil mi…
Bolca referans ile daha da zenginleşmiş pek çok bölümden oluşan kitabın sayfalarında aile ve çocukluk anlatılarından, kadın-erkek ilişkilerine, topluma uyum sağlama sorunundan, yalnızlıkla baş etmeye dair pek çok meseleyi bulacaksınız. Stalk yapmaktan ayrılığın yasını bir türlü tutamayan kalpler mi dersiniz, tek başına kalmaktan korktukça daha da yalnızlaşma hali mi, paranoyası ile sezgisi arasına sıkışıp kalma durumu mu, değişmeye kapalı olma hali mi… Bu haliyle bilhassa teknoloji çağıyla beraber yirmi yıl öncesine artık hiç de benzemeyen ilişkilenmeler, karşılaşmalar ve kopuşlar arasında pusulasını yitirmemeye çalışan insan evladının dert ortağı, bazen de fener tutucusu olabilecek Isıyel’in “Ya Hiç Karşılaşmasaydık” dediği kadar var.