Quo Vadis Mr. Biden ve Mr. Xi Jinping?*

Dünyayı nereye götürüyorsunuz Bay Biden ve Bay Xi? Eski silahlanma yarışlarından, Soğuk Savaşlardan ders almadınız mı? Hegemonyacı anlayışlarınızı bir yana bırakın ve çözüm için işbirliği yapın.

Abone ol

BM GENEL KURULU KONUŞMALARI NE KADAR SES GETİRDİ?

BM Genel Kurulu bu yıl Covid salgınından bunalan dünya kamuoyunun ilgisini çekmek amacıyla Güney Koreli oğlan müzik grubu BTS’in performansıyla açıldı. Uluslararası müzik listelerinde başı çeken ve Türkiye’de de çok sayıda genç hayranı bulunan BTS rekor sayıda kişi tarafından izlenirken, BM kürsüsünü birbiri ardına şereflendiren dünya liderleri ağırlıkları ölçüsünde dinleyici bulabildiler. İlk günkü konuşmacılar arasında ABD Başkanı Joe Biden ve bir video kaydıyla Genel Kurul’a hitap eden Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping en çok ilgi çeken liderler oldular. Bundan daha doğal bir şey düşünülemez. Bu iki antagonist liderin ağzından dökülenler dünyanın alacağı yönü doğrudan etkiliyor. İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Raisi’nin konuşması da yüksek oktavlı ses tonu ve sert ABD eleştirileri nedeniyle yankı yapmış gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması ise ne uluslararası kamuoyunda ne de kendi iç kamuoyumuzda ses getirebildi. Erdoğan’ın New York ziyareti, en çok büyük paralara yeniden inşa edilen Türkevi binası ve muazzam araç konvoyu nedeniyle içeride konuşuluyor.

BIDEN SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN DİPLOMASİ SİLAHINI İŞARET EDİYOR

ABD Başkanı Joe Biden’ın konuşması, Afganistan hezimetinden hemen sonra yapılmış olması nedeniyle önemliydi. Bu arada bir parantez açıp, Taliban’ın BM’ye yeni bir temsilci atadığını ve BM’de temsil hakkının kendilerine verilmesini istediğini aktaralım. Taliban, uluslararası toplumu meşruiyetinin tanınması konusunda bir karar almaya zorluyor. Bunun Çin ve Rusya’nın tutumuna bağlı olarak akıllı bir hamle olup olmadığı yakında anlaşılacak. Görevden ayrılmakta olan BM Genel Kurul Başkanı Volkan Bozkır her ülkenin bu tür başvuru yapma hakkının olduğunu, başvurunun yetkili kurulda değerlendirileceğini ifade etmiş.

Biden Genel Kurul kürsüsünden, dünyanın yeni bir dönemeçte olduğunu, artık bitip tükenmez savaşlar döneminin sona erdiğini, ABD’nin askeri gücünü son çare olarak kullanacağını, yeni dönemin esas silahının diplomasi olacağını, diplomasiyi sonuna kadar zorlayacaklarını ilan etti. Biden’ın buna daha önce niye karar verilmediğini açıklamasını beklemek beyhude olur.

Umalım Biden dünya kamuoyuna verdiği taahhütlerinin arkasında durabilsin.

Biden dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük sorunları Covid salgını, iklim değişikliği, uluslararası barış ve istikrara, insanlık onuruna ve insan haklarına karşı yapılan saldırılar olarak sıraladı. Hemen ardından da ABD’nin bu sorunların çözümü için yine liderlik yapacak olmakla beraber, artık tek başına değil, dost ve müttefikleriyle beraber hareket edeceğini belirtti. Yani Trump’ın “Önce Amerika” söyleminden farklı bir tutum alacağını ifade etti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Biden’ın sözlerini ciddiye aldığını hiç sanmıyorum. Avustralya’nın denizaltı projesini iptal etmesinden dolayı kızgınlığı dinmeyen Macron herhalde Elize Sarayı’nın kapalı kapıları ardında Biden’dan rövanşı nasıl alacağını araştırıyordur.

Biden’ın konuşmasında herkes için bir şeyler vardı. Örneğin İsrail, Filistin sorununa iki devletli çözüm vurgusundan hiç hoşlanmadı. İsrail temsilcileri salonu terk ettiler. Bizim Cumhurbaşkanımız da Filistin’de iki devletli çözüm anlayışından ilham alarak, aynısını Kıbrıs’ta önerdi.

BIDEN’IN KONUŞMASI AĞIRLIKLI OLARAK ÇİN’E YÖNELİKTİ

Biden’ın konuşması ağırlıklı olarak Doğu’dan yükselen Çin’e yönelikti. Biden açık açık ABD’nin Afganistan kamburunu üzerinden attıktan sonra dikkatini artık Hint-Pasifik bölgesine çevirdiğini söyledi. ABD’nin katı bloklara bölünmüş bir dünya ve Soğuk Savaş istemediğini vurguladı. ABD’nin dost ve müttefiklerini savunmaya devam edeceğini, güçlü ülkelerin zayıf ülkeleri tahakküm altına almalarına, topraklarını zorla ele geçirmelerine, onları ekonomik güçlerini kullanarak ezmelerine karşı çıkacağını belirtti. Bunlar ismini anmadan doğrudan Çin’e karşı söylenmiş sözlerdi.

ÇEVRE SORUNLARI ENDİŞE VERİYOR

Biden’ın konuşmasında dikkatimi çeken bir başka husus, uluslararası toplumun geleceği bakımından önümüzdeki on yılın belirleyici önemde bir zaman dilimi olacağına vurgu yapılmasıydı. Önümüzdeki on yıl iklim değişikliği sorunuyla mücadele bakımından elbette çok önemli. 2050 yılında global ısınma artışının 1,5 derecede sabit tutulabilmesi için 2030 yılına kadar, yani önümüzdeki on yıllık kısa süre içinde, sera gazı salınımlarının 2005 yılındaki seviyenin yüzde 50 altına indirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, insanlık yükselen atmosfer sıcaklıkları nedeniyle, yangın, sel, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi gibi felaketlerle ve büyük kasırgalarla karşı karşıya kalacak. Sıcaklık artışı 1,5 derecede durdurulamazsa, bu noktadan sonra felaketleri önlemek mümkün olmayacak. BM Genel Sekreteri Guterres İklim Değişikliği Sözleşmesi’nde mutabık kalınan yetersiz hedeflere ulaşma konusunda iyimser olmadığını açıkladı. Genel Sekreter dünyanın bir “felaketler çağlayanının” eşiğinde olduğu uyarısında bulundu. ABD ve Çin liderleri bu konuda daha fazla çaba göstereceklerini söylüyorlar. Biden iklim değişikliğine inanmayan Trump’tan farklı olarak sürdürülebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılacağını, daha fazla mali kaynağın iklim değişikliği ile mücadele için uluslararası topluma aktarılacağını açıkladı. Xi Jinping de ülkesinin artık ülke dışında kömür santralleri kurmayacağını duyurdu. Bunların karşı karşıya olduğumuz felaketler karşısında yeterli olması mümkün değil.

Dünyanın en büyük çevre kirleticisi bu iki büyük ülkenin çok daha fazlasını yapması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, Genel Kurul konuşmasında, altı yıl önce imzaladığımız anlaşmayı bu yasama döneminde onaylama niyetimizi müjdeledi. Sağır Sultan dahi duydu ama bir kere daha buradan belirtelim, BM İklim Değişikliği Sözleşmesini 191 ülke onaylarken bizimle beraber onaylamayan ülke sayısı sadece 6! İçinde yer aldığımız ülkeler liginde İran, Irak, Libya, Eritre ve Yemen var. Bu yaz orman yangınlarının ardında bölücü terör örgütünü veya Suriyeli mültecileri aradık, sel felaketlerini ise takdiri ilahiye bağladık. Marmara’daki müsilaj sorununun sorumluluğunu da geçmiş hükümetlere yıktık! Küresel ısınma ne AKP iktidarının, ne de bilgi sahibi olmadan her daim fikir sahibi olan medyatik zevatın aklına gelmedi.

Önümüzdeki kasım ayında Glasgow’da yapılacak BM İklim Değişikliği Zirvesi insanlığın geleceği bakımından umarız “hayırlara vesile olur”.

QUAD VE AUKUS ÇİN’DEN DUYULAN ENDİŞELERİN DIŞA VURUMU

Biden önümüzdeki on yılın kritik önemde olacağını vurgularken acaba başka bir şeylere de işaret etmiş olabilir mi? ABD diplomasi yayınlarını takip edenler, özellikle sağ görüşlü uzmanların, Çin tehdidinin göğüslenmesi bakımından önümüzdeki on yılın kritik bir dönem olduğunu, acilen yeni silah programlarına ihtiyaç duyulduğunu vurguladıklarını bilirler. Çin, Pasifik bölgesinde hızla güçleniyor, bunda kuşku yok. Özellikle Güney Çin Denizi’nde ve Tayvan üzerindeki Çin baskıları artıyor. Çin şu anda Güney Çin Denizi’nin yüzde 90’ı üzerinde egemenlik hakkı iddia ediyor. Tayvan ise sürekli Çin hava kuvvetlerinin ve donanmasının tacizine uğruyor. Artan Çin baskıları ABD’nin karşı hamlelerini davet ediyor. Biden’ın BM konuşması bu kararlılığın yeniden ifade edilmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Sadece ABD değil, bölgenin diğer ülkeleri de artan Çin baskısına karşı aralarındaki işbirliğini ve dayanışmayı bir süredir güçlendirmeye çalışıyorlar. Dörtlü Güvenlik Diyalogu (QUAD) oluşumu bu yakınlaşmanın sonucuydu. Belli bir olgunluğa ulaşan QUAD yapılanmasına üye ülkelerin lideri 24 Eylül’de Biden’ın ev sahipliğinde Vaşington’da bir araya gelecekler. Bu zirvede aralarındaki işbirliğini derinleştirmeleri bekleniyor. QUAD toplantısı vesilesiyle Biden Japon Başbakanı Suga, Hint Başbakanı Modi ve Avustralya Başbakanı Morrison’la ayrıca ikili görüşmeler yapacak.

QUAD’ın yanı sıra, geçen hafta Hint-Pasifik bölgesinde ABD, İngiltere ve Avustralya’yı bir araya getiren AUKUS adlı yeni bir savunma ittifakının kurulduğu dünyaya duyuruldu. Vaşington’da AUKUS ve QUAD arasında bir bağ kurulması da ihtimal dahilinde. AUKUS kurulurken Avustralya 2016 yılından bu yana Fransa ile yürüttüğü 12 konvansiyonel denizaltı inşa projesini iptal ettiğini, bunun yerine İngiltere ve ABD ile nükleer denizaltılar inşa etmeye karar verdiğini açıklayıverdi. Fransa’nın iptal edilen projeden dolayı 40-60 milyar dolarlık bir maddi kayba uğradığı ifade ediliyor. Bundan daha önemlisi Fransa’nın kırılan onuru. Macron bu üç Anglo-Sakson ülkenin Fransa’yı sırtından hançerlediğine inanıyor. Fransa, Hint-Pasifik bölgesinde ABD, Avusturalya, Japonya ve Hindistan gibi ülkelerle işbirliğini derinleştirerek, kendisine büyük devlet rolü biçmişti. Fransa sayesinde AB de bu bölgede daha büyük sorumluluklar üstlenecekti. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından AB’nin Hint- Pasifik stratejisinin açıklanacağı gün AUKUS’un ilan edilmesi her halde yaraya tuz basmıştır. AUKUS’la beraber hem Fransa’nın, hem de AB’nin Hint- Pasifik bölgesinde rol oynama hayalleri suya düşerken, bir türlü ete kemiğe bürünemeyen AB Güvenlik ve Savunma Politikası da ciddi bir darbe aldı.

Fransa’nın içine girdiği ihanete uğramışlık psikolojisinin NATO üzerinde ciddi bir etkisinin olacağı beklenmemeli. Macron hükümetinin onca tepkisine rağmen NATO’nun AB’li üyelerinin sesinin çıkmaması, Fransa’nın içinde bulunduğu yalnızlığı gösteriyor. Macron’un bugünkü durumu bir zamanlar De Gaule’ün durumuyla benzerlik gösteriyor. Ancak Macron’un De Gaule liderlik rolünü oynayabilmesi oldukça şüpheli.

ÇİN’İN AUKUS’A TEPKİSİ

Çin’in AUKUS’a tepkisi Fransa’dan çok daha ölçülü oldu. Çin AUKUS’un Soğuk Savaş zihniyetinin bir ürünü olduğunu vurgulayarak, muhataplarını yeni bir silahlanma yarışı konusunda uyarmakla yetindi. Oysa olan tam da bu. İster Hint-Pasifik, ister Asya-Pasifik olarak adlandırılsın, bu bölgede tehlikeli bir silahlanma başladı. Bu konuya geçen haftaki “Asya-Pasifik Bölgesinde Neler Oluyor?” başlıklı yazımda değinmeye çalışmıştım. Silahlanma Kore Yarımadası’ndan başlayarak Pasifik ve Hint Okyanuslarına kadar çok büyük bir coğrafyayı etkiliyor. Sadece geçen hafta Kuzey Kore ve Güney Kore ayrı ayrı yeni balistik füzeler denediler. Kuzey Kore’nin elindeki nükleer silahlar ise çok ciddi bir güvenlik sorunu.

QUAD’ın itici gücü Japonya da boş durmuyor, geleneksel pasifizmini bir kenara bırakarak sessizce silahlanıyor. AUKUS’un üyesi İngiltere’nin uçak gemisi Queen Elizabeth 2, Japonya’dan Çin’e karşı bayrak gösteriyor. Aynı limanda ABD’nin en büyük uçak gemisi Ronald Reagan daimî olarak konuşlu bulunuyor. Avustralya, Fransa’yla işbirliğini iptal ederken ulusal çıkarlarını gözettiğini belirtti. Çin’den uzun süredir baskı gören Avustralya QUAD’ın yanı sıra AUKUS içinde İngiltere ve ABD ile müttefik olmayı ve dünyanın nükleer denizaltı sahibi yedinci ülkesi haline gelmeyi ulusal çıkarları bakımından daha uygun gördü. Nükleer denizaltıların Çin’in Avustralya ihraç mallarına karşı uyguladığı baskıları durdurma olasılığı yok ama, Tayvan boğazında ve Güney Çin Denizi’nde Çin’e sıkıntı yaratacakları kesin.

Çin AUKUS’a tepkisi iki yönlü oldu. Birincisi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) İran kabul edilerek Çin’in (ve Rusya’nın) ittifak ağı genişletildi. İkincisi, ABD’nin kurulmasına ön ayak olduğu, ancak Trump’ın ayrılma kararından sonra Japonya’nın öncülüğünde Kapsamlı ve İlerici Trans Pasifik Ortaklık (CPTPP) olarak yoluna devam eden onbir üyeli serbest ticaret bölgesine Çin sürpriz şekilde üyelik başvurusu yaptı. İçerideki seçmen hassasiyetleri nedeniyle Biden’ın bir türlü cesaret edemediği bu hamlenin Xi Jinping’den gelmesi taktiksel nedenlere bağlanabilir. Zira çevre dostu üretim anlayışı, fikri mülkiyet hakları, tarife dışı engellerin yasaklı olması, etik ve denetime açık üretim gibi yüksek standartlara sahip CPTTP’ye Çin’in kısa sürede katılması hayli müşkül. Nitekim Japonya bunlara işaret ederek Çin’in CPTPP’ye katılmasının zor olacağını, buna rağmen başvurunun ciddiyetle değerlendirileceğini açıkladı. Ancak, CPTTP içindeki diğer ülkelerin Japonya ve Avustralya gibi Çin’i karşılarına almaları beklenmemeli. Çin’in başvurusu CPTPP’de bir yandan ABD’nin üyelik ihtimalini zayıflatırken, diğer yandan örgüt içinde uzun tartışmalara ve uyumsuzluklara yol açabilecek gibi.

YENİ SOĞUK SAVAŞ BAŞLADI

ABD’nin Hint-Pasifik bölgesine ağırlığını koymasıyla beraber, dünyadaki gerilimlerin arttığı kuşkusuz bir gerçek. ABD ve Çin istedikleri kadar yeni bölünmeler ve Soğuk Savaş istemediklerini söylesinler, yeni ittifaklar ve artan silahlanmayla beraber dünyada yeni bir Soğuk Savaş başladı bile. O halde başlığımızdaki soruyu her iki lidere sorabiliriz. Dünyayı nereye götürüyorsunuz Bay Biden ve Bay Xi? Eski silahlanma yarışlarından, Soğuk Savaşlardan ders almadınız mı? Hegemonyacı anlayışlarınızı bir yana bırakın ve dünyanın sorunlarının çözümü için işbirliği yapmaya odaklanın.

*Nereye Bay Biden ve Bay Xi Jinping?

Emekli Büyükelçi