Ciddi yüzlü, edepli Radyo Mecmuası’nın ardından, önce Radyo Haftası gibi aktüel, dedikodulu haber ağırlıklı bir versiyona geçildi. Radyo Alemi türü dergiler ise hakikaten alemdi. Günümüzde sabah kuşağında televizyon veya youtube kanallarında çok izlenen fesat dedikodu programlarını aratmayacak içeriklerle karşılaşıyordunuz.
Kitlesel ilgi gören, ticari değeri olan her yenilik kendi mecrasını yaratıyor. Tematik dergiler de bu mecralardan biri. Önce tiyatro, sinema dergileri ve gazetelerde oyunları, filmleri, oyuncuları konu edinen sayfalar vardı. Televizyon yayınları başladıktan bir süre sonra tek kanallı TRT’nin kanal sayısı artıp, içerikleri zenginleşmeye yüz tuttuğunda televizyon dergileri ve gazetelerin televizyon sayfaları zuhur etmişti. Sonra aynı süreç video yaygınlaşmaya başlayınca yaşandı. Bilgisayar birçok eve, önce oyun konsolları, sonra da iletişim/enformasyon edinme aracı olarak girdiğinde gazete bayileri bilgisayar ve oyun dergilerinden geçilmez oldu.
Sinemadan televizyona kadar geçen süredeki boşluğu radyo doldurmuştu. Evlerin baş köşesine konulan bu pahalı ve gösterişli alet o kadar büyüleyici bir etki yaratmıştı ki, sesine uzaktan kulak vermekle yetinilmez, bir seyir nesnesiymiş gibi etrafına toplanılırdı. Belirli saatlerde yayın yaptığı için, radyonun kaçta açılacağını ve ne kadar süreyle açık kalıp hangi programların dinleneceğini evin büyüğü, sözü geçeni, yani erkekler belirlerdi. Ama gündüzleri radyo yayınları kadınlar ve ihtiyarların avuntusuydu. Radyodaki “solistler geçidi” türünden programlardan dilek tutulur, şimdiki dizilerin ilk hali olan “arkası yarın”lar, “radyo tiyatroları” hevesle beklenirdi. Yaşı tutan çoğu kişinin albümünde radyo dinlerken veya dantel örtü ya da aksesuarlarla süslü bir radyo ile evde, stüdyoda verilmiş pozlar olsa gerek. Aşağıda bunlardan biri var.
Radyo başka dünyaların bilgisini, kültürünü, sanatını, dünya ve ülke gündemini evin içine taşıdığından, evin mahremiyetinden “dışarı”ya bir yolculuğu da mümkün kılardı. Sokak, yabancılar, radyo açık olduğu müddetçe kapalı kapılar ardından sesleriyle, sözleriyle, nağmeleriyle eve sızarlardı.
Evlerin, kahvehanelerin, lokantaların, devlet dairelerinin, köy odalarının en muteber köşelerini işgal eden radyonun işleyişi, program akışı ve içeriklerinin yanında yarattığı yıldızları ve temsilcisi olduğu kültürü de konu edinen radyo dergileri kısa sürede yaygınlaştılar.
Başvekalet Umum Müdürlüğü’nün çıkardığı ciddi yüzlü, edepli Radyo Mecmuası’nın ardından, önce Radyo Haftası gibi aktüel, dedikodulu haber ağırlıklı bir versiyona, çok geçmeden de Radyo Alemi gibi daha magazinel, iç gıcıklayıcı haberler ve paparazzivari dedikodulara yer veren bir dergi türüne yol alındı.
Radyo Haftası benzeri dergiler, Ankara ve İstanbul radyolarında emisyon denilen solo konserlerin ve fasılların kaydedildiği stüdyoları gezerek, idarecilerle, radyo sanatçılarıyla söyleşiler yaparak, arkası yarın tarzı programların nasıl hazırlandığına dair merak uyandırıcı tüyolar aktararak dolduruyorlardı sayfalarını. Hangi dönemde, ne tür kültür politikalarının etkili olduğunu, bu politikaların hangi müzik türüne (halk, sanat müziği veya caz, hafif batı müziği, klasik müzik gibi) itibar edip öne çıkardığını da takip etmek mümkün oluyordu bu haberlerle. Şarkı sözleri, şarkıcılarla röportajlar ve okur mektupları da eksik olmuyordu. Şarkı sözü deyip geçmeyin, internetin olmadığı bir dönemde mırıldanmak, eşlik etmek veya bağıra bağıra söylemek istediğiniz bir şarkının, hele yabancı dildeyse, sözlerini bulup ezber etmenin tek yolu buydu. Bazen nota da ekleniyordu sözlere. Olur da meşk etmek isterse okur diye…
Radyo Alemi türü dergiler ise hakikaten alemdi. Günümüzde sabah kuşağında televizyon veya youtube kanallarında çok izlenen fesat dedikodu programlarını aratmayacak içeriklerle karşılaşıyordunuz. Kaynağı fısıltı gazetesi olan, çoğu mesnetsiz aşk iddiaları, ihanetler, gizli buluşmalar… Bu iddialardan siyasetçiler ve sanayiciler de nasiplerini alıyorlardı. Bir kadın radyo ve sahne yıldızının Adnan Menderes’in İngiltere’de düşen uçağından sağ kurtulan yolcular arasında yer alması, Radyo Alemi’ne günlerce malzeme oluyordu örneğin.
Dergilerin yayımlandıkları dönemin ekonomik, siyasal ve kültürel panoraması da sayfalara yansıyordu. Önce tek parti idaresinin 2. Dünya Savaşı eşiğindeki otoriter yönetim anlayışının etkisiyle, başta bahsettiğim soğuk yüzlü, devlet terbiyesine uygun içerik çıkıyordu okur karşısına. Derken Demokrat Parti iktidarı ve her mahallede milyoner yaratma projesi, kentleri yıkıp yeniden yapma seferberliği, gündelik hayata sirayet eden Amerikanlaşma’nın etkisi hissediliyor radyo dergilerinde. Güzellik ve bakım ürünleri, lüks daireleri tefriş edecek modern mobilyalar, hazır yiyecekler, buzdolapları, fırınlar, pikaplar ve tabii ahşap/metal aksamı, rengarenk aydınlatma sistemiyle aynı zamanda birer gösterişli mobilya olan radyolar… Hükümet eliyle DP destekçileri tarafından kurulan Vatan Cephesi’ne katıldığı iddia edilen yüzlerce insanın adı radyodan okunmaya başlandığında Demokratlar’ın sonu yaklaşmıştı artık.
50’lerden itibaren radyonun program içerikleri de hafiflemiş, hercaileşmişti tabii. Bunlar da sayfalara yansıyordu. Müzeyyen Senar’ın çılgın ev partileri, o dönem “genç kızların pin-up’ı” olarak lanse edilen Zeki Müren’in pervasız pozları da. Şimdi esamisi okunmayan fakat dönemin starı sayılabilecek, ilk caz tecrübeleriyle piyasayı canlandıran ve kısa sürede şansına küsüp ABD’ye yerleşen yetenekli ve yakışıklı Celal İnce, Ankara Radyoevi’nin önünde bekleşen kadınların onu görür görmez imza için koşuşturdukları, hatta iç çamaşırlarını fırlattıkları anlatılan dönemin radyo ve sahne starı sanat müziği şarkıcısı Ahmet Üstün, dekolte kıyafetleriyle boy gösteren kapak yıldızları… Onların aşk maceraları, evleri, aileleri, çocukları.
Tıpkı bugün gibi, ünlülerin zevkle ve epey harcama yaparak döşenmiş evlerini geziyordunuz dergilerin muhabirleriyle. Her bir değerli veya anısı olan parçanın önünde fotoğraf çektirip izahat veriyordu yıldızlar. Bazen de başvuran okurlardan “şanslı” olanlar bizzat ünlülerin evlerinde ağırlanıyorlardı. Hayran mektuplarının altın çağının yaşandığı o yıllarda okuru hayallerini süsleyen idollerle bir araya getirmek, dergilere epey okur kazandırmış olsa gerek.
Dönemin zevkini, modasını ve beğenilerini yansıtıyordu çoğu ithal olan bu mobilyalar. Okurların büyük bölümünün asla erişemeyecekleri bir debdebeyi, konforu bizzat yaşadıkları yanılsamasına vesile oluyordu. Bir tür göz kirası gibi, yıldızlar çekilişle hayranlarına hediye dağıtıyorlardı. Kimi zaman bu hediyelerin kendi evlerinden seçtikleri bir parça olduğu iddia edilerek manevi değeri arttırılıyordu. Ayrıca, yıldızın hayranlarına verdiği kıymetin bir göstergesine de dönüşüyor bu jest. Bu hediyeleri ilerde altın çağını yaşayacak promosyon seferberliğinin önceli gibi görebiliriz.
Asıl ilginç olan hayranları yıldızlarla buluşturup, gereğinden fazla yakınlaştıran bir uygulama olan yıldızların çocuklarına isim seçmeydi. Bu durum okura aileden biri olduğunu hissettiriyordu belki. Perihan Altındağ Sözeri, yakında doğacak çocuğuna isim öneren mektupların arasında kayboluyordu neredeyse. Önerilenler arasından rastgele seçtiği bir ismi çocuğuna verdiğine inanmamız bekleniyordu. Gazino kültürünün ortalığı kasıp kavurduğu yetmişlerin ilk yıllarında şarkıcı Serpil Barlas, bir magazin gazetesi aracılığıyla ve aynı yöntemle bu kez “koca adayı” arayacaktı kendisine. Bulacak ve evlenecekti de onunla. Karı-kocanın kaderi ne oldu, bilinmez!
Gece kulübü ve gazino kültürünün eğlence pratiğine damgasını vurduğu bir dönem başlıyordu yavaş yavaş. Haliyle radyo yıldızları sahnelere transfer oluyorlardı. Bunun yanında, radyoya ayağını atmamış dansözler, uvertürler, gösteri yıldızları da sayfalara konuk oluyorlardı. Hatta giderek radyo sanatçılarından daha fazla ilgi çekmeye başlıyorlardı. Mesela, sonradan boyanarak kapatılmış çıplak göğüsleriyle Dansöz Nana!
Diyeceğim o ki, arşivlerde dolanmak buralara nerelerden geldiğimizi gösteriyor. Ahlak anlayışından sermaye yapısına kadar birçok alandaki dönüşümler hakkında fikir veriyor.
Bu yazının kitap önerisi Aziz Nesin’den. Hem oradan satın alacağınız kitaplar, Nesin Vakfı’na ve dolayısıyla vakfın himayesindeki çocuklara gidecek, hem de yazarın Bursa’daki sürgün dönemini, içini döktüğü mektuplardan okuyacaksınız: Bursaname, Yazılmamış Özyaşamöyküsü, Aziz Nesin, Nesin Yayınevi.