Daha önce hem bu mecrada hem de başka mecralarda, Türkiye muhafazakârlığı üzerine yazdığım yazılarda muhafazakârlıkla İslamcılığın ayrı şeyler olduğunu, emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığıyla entarnasyonalizmin ondan eksiltilmesi durumunda geriye İslamcılık diye bir şey kalmayacağını anlatan yazılar kaleme aldım. Bunların çoğunda da AKP’nin İslamcılığı iğdiş ettiğini ancak Türkiye İslamcılığının da iğdiş edilmeye ve gasp edilmeye son derece yatkın bir karaktere sahip olduğunu elden geldiğince işaret etmeye çalıştım. İslamcılığın bu topraklarda özünde Padişahın yetkilerini sınırlamaya çalışan (Bkz. Mehmet Akif Ersoy, Bediüzzaman Said Nursi, Namık Kemal, Ali Suavi vs. gibi Osmanlı aydınları) bir çizgi olduğunu, otoriterlikle/istibdatla teorik olarak masa başında değil, kelle koltukta mücadele eden önemli bir akım olduğunu dillendirdim. Hedeflerinin arasında kendi modernleşmesini yaratmayı amaçlayan yeni bir ekonomik, toplumsal ve politik sistem oluşturmak olduğunu da dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Yukarıda değindiğim üç unsur doğrudan ifade edilmese de Akif Emre’nin birçok yazısına da sinmiş unsurlardı. Belki de doğrudan bu ifadeleri kullanmıştır bilmiyorum, o daha çok epistemik tahakküm, küreselleşme gibi kavramsallaştırmaları tercih ediyordu ama özünde söylediği buydu. Ama tek bildiğim Akif Emre’nin kendisini asla devasa muhafazakâr kitleyle aynı görmediğiydi. Neredeyse her yazısında muhafazakârlığın İslamcılığa ne kadar dışrak olduğuna dair göndermelerde bulunurdu. Göndermeler diyorum çünkü hükümete yakın bir gazetede bunları ifade ettiği için son derece dikkatli olmak zorundaydı, bir taraftan hükümetin diğer taraftan da giderek trolleşme eğilimi gösteren, boğazına kadar fikri banallik ve politik görgüsüzlüğe batmış muhafazakârların hışmından kurtulmaya çalışıyordu. Bu iki unsur nedeniyle hiçbir düşüncesini rahatlık içerisinde ifade etmiyor, edemiyordu. Ancak bu kendisini sansürlediği anlamına gelmiyordu çünkü entelektüel açıdan zengin bir donanıma sahip Müslüman bir aydın olarak Emre, yazı ve tartışmada nobran bir üslubu istese de kullanamazdı, bu rafine üslup onun kişiliğiyle de örtüşen bir şeydi, nezaketsizlik onun üslubuna aykırıydı. Ayrıca derdi şahıslar olmadığı için kişiselleşme eğilimi gösteren konuları bile fikir odaklı bir şekilde ele almaya özen gösteriyordu. Böylelikle kişileri odağa oturtmak yerine köşesini, Türkiye’de İslamcılık davasına dair sorunları ele aldığı eleştirel bir platforma dönüştürüyordu. Üzerinde sürekli durduğu ve hakkında onlarca yazı kaleme aldığı mesele, Türkiye’de zeminin İslamcılar ve Müslümanlar açısından ne kadar kaygan hale geldiği, mezhepçileştiği, şovenizmle buluştuğu ve hepsinden kötüsü devleti kutsayan zeminden hareket eden bir toplumsal harekete dönüştüğüydü.
Peki buna karşın muhafazakârlar daha doğrusu muhafazakâr entelijansiya ne yaptı? Çoğu üç maymunu oynadı. Tabii burada hem iktidara hem de işbirliği yaptığı yıllarda Gülen Örgütü’ne karşı eleştirilerini çekinmeden dile getiren birkaç İslamcı aydını tenzih etmeliyiz. Sadece üç maymunu oynasalar yine iyi; Akif Emre’nin aleyhinde kampanyalar düzenlediler, Ortadoğu’da despotik rejimleri desteklemekle suçladılar. Tabii bunlar sadece dışarıda sosyal medya ve basında/medyada alenen dile getirilenlerdi. İçerde ise onun İslamcılığa ihanet ettiğini, ümmetçi çizginin dışında kaldığını, hükümete yönelik eleştirilerinin haksız ve yersiz olduğunu, bozgunculuk yaptığını söylüyorlardı.
Peki bu kadar acımasızca saldıran, yaşarken onu yalnız bırakan, sahiplenmek bir yana samimiyetsiz tiplerle bir olup onu sıkıştıran ve İslamcılığın olumlu vasıflarını hak etmeyen muhafazakârlar ne yaptı dersiniz? Tam kadro onun cenazesine koştular, arkasından ağıtlar yaktılar. ‘Kör ölür badem gözlü olur’ sözünü doğrularcasına, kendileri bundan hiç nasip almadıkları halde onun ne kadar ilkeli, omurgalı ve dik duruşa sahip bir aydın olduğunu anlatıp durdular.
Akif Emre’nin muhafazakârlığa dair söyledikleri ile muhafazakâr/dindar siyasal ve kültürel elitlerin ona karşı ikircikli tutumu, aslında muhafazakârlaşan, devletçileşen ve özünü yitiren Türkiye İslamcılığının öyküsüdür. Şu anda da Akif Emre’yi anma toplantıları düzenliyor, vefatının sene-i devriyesinde onu rahmetle anıyorlar. Hâlbuki güç ve tahakküme tavır alışı başta olmak üzere, hayatında Akif Emre’nin savunduğu değerlere dair en küçük bir müşterek hissiyata sahip olmayanların onu iğreti bir şekilde anmaları ne kadar da samimiyetsizce. Allah ıslah etsin. Rahmetlinin kabri nurlarla dolsun.