Rakı balık Ayvalık’la spiritüel bir yolculuk: Zeytin Ağacı
Elbette bu bir kurmaca metin ve “söylediğim her şeye inanın” demiyor. Ama bu terapi kısmı haricinde gerçeküstü öğelere yer verilmemesi, birbirinden farklı üç kadın karakter etrafında dönen dizide diğer detayların oldukça gerçekçi olması işi biraz karıştırıyor. Bir de tabii ortam çok müsait. Her şey bu kadar kötüye giderken beş günlük tatil için kredi çeken insanların olduğu ülkede bu yönteme de yoğun bir akış olabilir gibi görünüyor.
İnsan çok tuhaf bir yaratık. En güçlü, becerikli, en on parmağında on sekiz marifet insanların bile çok basit tıkanma noktaları var mesela. Hepimizin okyanusu geçip derede boğulma anlarımız, kendimize bile sımsıkı kilitli odalarımız var. Böyle olmasaydı edebiyat, sinema ve sosyal bilimlerin bir kısmı muhtemelen hiç olmazdı zaten. Hiç de açık bir kitap olmadığımız için kitaplara sonsuza dek ihtiyacımız var.
Neresinden baksan tuhaf bir yaratık olan insanın en tuhaf yanlarından biri de, katilin suç mahalline dönme ‘ihtiyacı’ gibi, acı/sıkıntı mahalline tekrar tekrar dönme alışkanlığı. Yüzleşilmesi güç, acı veren olaylarda kendini suçlu hissetmeye eğilimli insan “bu kez becereceğim, aşacağım” azmiyle tekrar tekrar aynı şeyi yaşıyor. Bile isteye yapmıyor tabii bunu, “bu kez çok farklı olacak” diye iniyor bilinçdışı iplerle aynı kuyulara. Her defasında itinayla kendisine büyük acı verecek insanlara âşık olanlar, seri aldatılanlar, farklı farklı işleri kurup kurup batıranlar, farklı yerlerden hep aynı kazığı yiyenler… Örnekler hem sonsuz çoğaltılabilir hem de hemen herkeste, hayat göçürten cinsten olmasa da bu “kalıp tekrarlama” huyunun farklı bir örneğine rastlanabilir.
Unutmayalım ki hayat bizden ibaret değil, şansımız gibi şanssızlıklarımızı da tamamen biz belirlemiyoruz aslında. Pek çok şey sınıfsal, günümüzde hemen hemen her şey de politik. Siyasetten kültüre, aileden yakın çevreye bin farklı değişkenin etkisiyle oluşuyor bu talih denen çark. Kökü tamamen bizde olan mevzu sayısı göründüğü kadar çok değil. Yine de kendi hayatımızın figüranı da değiliz, “kaderimiz” üzerinde belli bir etkimiz de var tabii. Tüm koşullar eşit olduğunda durmaksızın tekrarlanan hataların insanın kendi içindeki kilitli odalarla bir ilgisi olmalı. İşte bu imkân ve ihtimal, her şeyin bayır aşağı gürbüz bir coşku/dehşet bileşimiyle yuvarlandığı günümüz hayatında psikoterapiden spiritüel alanlara, “kendini iyi hisset” temelli koca bir alana kapı aralıyor. Ülkede hayat pek bir düzelme sinyali vermediğine göre de buralarda kaba tabirle “daha çok ekmek var”.
Psikiyatri, psikoloji, psikoterapi alanlarına artan toplumsal ilgi oldukça olumlu. Ancak her konuda olduğu gibi burada da bilim ve bilim dışı, akılla aklın tam dışı, birbirine karışmış yumaklar halinde ilerliyor. Çeşitli alanlardan insanlar durmaksızın çözüm vaatli atölyeler açıyor. Psikolojik destek artan bir gereklilik ama bu alanda uzman pek çok kişi, kurum olduğu halde uzun zaman ve aynı zamanda para istiyor. Herkes aynı ölçüde erişemiyor bu desteğe. Bu nedenle bu tür atölyeler çok ilgi görüyor.
İşte bu ortamda son yıllarda hayatımıza birbiri ardına psikoterapi dizileri girdi. Öne çıkanların çoğu üzerine de yazdım şu ana dek. Bu dizilerin tümü kendi türünde başarılıydı. Psikoterapi alanına ilgi uyandırmalarının yanı sıra aile içi şiddet, baskı altındaki kadın karakterleri daha önce çok örneği olmayan biçimde öne çıkarmaları gibi nedenlerle de ilgiyi hak ettiler. Öte yandan toplumsal olanı bireysel olana fazlasıyla endekslemek, “her şeyin sebebi ve çözümü tamamen sensin” (yanlış) şiarını benimsetmek, aile ile toplum arasındaki bağları görmezden gelerek sorunların kaynağını daraltmak gibi ortak zaaflara da sahipti çoğu.
Eğrisiyle doğrusuyla, kabaca “terapötik diziler” olarak adlandırabileceğimiz bir tür, iyiden iyiye yerleşti ve bir süre daha büyük ilgi göreceğe benziyor. Öyleyse giderek daha iyi örneklerin ortaya çıkma ihtimalini artırmak için üzerine düşünmekte yarar var.
Bu tür dizilerin sonuncusu, yine OGM Pictures imzalı “Zeytin Ağacı”. Senaryosu Nuran Evren Şit’e ait dizinin yapımcısı Onur Güvenatam, yönetmeni Burcu Alptekin. Tuba Büyüküstün, Murat Boz, Seda Bakan, Boncuk Yılmaz, Fırat Tanış, Serkan Altunorak, Rıza Kocaoğlu, Füsun Demirel gibi renkli bir oyuncu kadrosuna sahip son Netflix dizisi. Cunda’da geçen dizi, rakı balık Ayvalık temasıyla da iç açmasının yanı sıra “aile dizim”i kavramını gündeme taşımasıyla da çok konuşuluyor bugünlerde.
Aile dizimi aslında yeni bir terapi yaklaşımı değil. Spiritüel konulara çok meraklı bir arkadaşımdan, 7-8 yıl önce epeyce övgüsünü işitmiştim. Yöntemden kabaca bahsetmekle birlikte hayli gizemli davrandığını da iyi hatırlıyorum. Spiritüel meraklar konusunda ben iyimser ihtimalle 5’sem, arkadaşım kesinlikle 10. derecedeydi. Ben dizideki rasyonel genel cerrah Ada’nın (Tuba Büyüküstün) rolünü üstlenerek diyalogun “mucize diye bir şey yoktur, bin yıllık sorunlar bir nefeste çözümlenmez, ayrıca bilim…” kısmında yer alıyordum. Benim de gönül gözüm hayli açıktır, kalbimle irtibatı çok önemserim, sadece hayati konularda boş umutlara çok fazla kapılmayı riskli buluyorum. Aşı karşıtlığının vardığı son noktada bir bilim insanının kapısına dana dili bırakıp onu ölümle tehdit eden şahsın on saniyede salıverilmesinden bir kapıdan girip öbüründen çıkan kadın katillerine dek, hayatımızı her cepheden kuşatan akıl dışılık, hakikate uzaklık, haksızlık cehenneminde aklın ipini bırakmaktan yana değilim. Yoksa elbette insanın belirli bir miktar da mucize ihtiyacı var. Olmadık şeylerin olabilirliğine inanmak bir ihtiyaç, evet. Bu yanımızı dengede tutabildiğimiz sürece sakıncası yok, aksi halde sürgit dolandırılmaktan başka bir yere varamayız gibime geliyor.
Bir süredir bilinen bu psikoterapi/ psikodrama yaklaşımı bir diziye konu oldu ve dizinin Ayvalık’ta kurduğu o masalsı, renkli atmosferle beraber her yaraya merhem gibi görünmeye başladı. Nesrin Duman’ın şu makalesinden yönteme dair ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz. Açıklayıcı ilk kısmı kısaltarak aktarıyorum: “20. yy’ın sonlarında Hellinger tarafından dünyaya tanıtılmış olan aile dizimi terapisi, ailenin nesiller boyu birbirlerine görünmez bağlarla bağlı olduğu anlayışını benimsemektedir. Bireyi, içinde doğduğu ailenin şekillendirdiğine inanan bu yaklaşım, aile sistemindeki bir kişinin kadersel olarak diğer bir aile üyesine bağlı olduğunu ileri sürmektedir (…) Aile dizimi bu haliyle çeşitli terapi akımlarının sentezlenmesiyle ve Zulu kültür ve ritüellerinin birleştirilmesiyle geliştirilmiş bir terapi modelidir. Aile dizimi modelinde psikolojik rahatsızlıkların önemli bir kısmına, hatta belki de çoğunluğuna kök ailede yaşanmış sorunların sebep olduğu ileri sürülmektedir (…) Psikoterapi seansı sırasında birey ailesine geri götürülüp, ailesiyle içsel dünyada barıştırılmaktadır. Bireyin ailede özdeşleştiği kişinin farkına varması ve bu özdeşimi çözüme kavuşturması için fırsat sunulmakta, sistemin bozulan yanları onarılmaya çalışılmaktadır. Bu haliyle aile içindeki enerjinin özgürce akması sağlanmaktadır.”
Buradan da anlaşılacağı üzere, heyecan ve şüphe uyandıran yanları birbirine denk bir yöntem. Travmaların kökünün geçmişte ve özellikle de aile geçmişinde aranması psikanalizin ana uğraşlarından biri zaten. Ailelerin yanı sıra toplumların geçmişi de “kolektif bilinçdışı” dediğimiz dağarcığı oluşturuyor. Dizide çokça başvurulan Mark Wolynn kitabının başlığı gibi, “Seninle Başlamadı”. Bizimle başlamadığı kesin de, bizimle biter mi, kökü bu kadar derinde olan bir şeyi hele de hızlı bir terapi süreci bir çırpıda çözebilir mi, orası çok tartışmalı.
Daha önce pek çok yazımda değindiğim gibi, yakın ve uzak tarihimiz yüzleşilememiş acılar antolojisi gibi. Yani mesele yalnızca ailesel değil, toplumsal. Ama elbette aile tarihinin de bugünümüzde bir yeri vardır. “Aile dizim”i işte bu örtük bağları su yüzüne çıkarıyor, belli ki bir başarısı da var.
Ancak bu yöntem dizide, hayli fantastik biçimde, astral seyahate uzanan bir gerçeküstülükte işleniyor. Birbirini hiç tanımayan insanlar grup terapisi esnasında birbirlerinin hatta geçmiş karakterlerin ruhuna bürünebiliyorlar. Sonuçlar da sadece psikolojiyle ilgili değil, kanser gibi bir hastalığın ilerleyişinde bile etkili olabiliyor. İşte buralar bana göre izlenebilir epeyce yanı olan dizinin tehlikeli kısımları.
Elbette bu bir kurmaca metin ve “söylediğim her şeye inanın” demiyor. Hatta aksine, olaya bu denli fantastik bir boyut kazandırması itibarıyla masum bile sayılabilir. Aile dizimi uygulaması daha az fantastik olsa bu kısımlar hiç sorgulanmaz, gerçeklik hissi çoğalırdı. Ama bu terapi kısmı haricinde gerçeküstü öğelere yer verilmemesi, birbirinden farklı üç kadın karakter etrafında dönen dizide diğer detayların oldukça gerçekçi olması işi biraz karıştırıyor. Bir de tabii ortam çok müsait. Her şey bu kadar kötüye giderken imkânı bol olan ne yaparsa yapsın da, beş günlük tatil için kredi çeken insanların olduğu ülkede buralara da bir akış olabilir gibi görünüyor. Dört tarafı şarlatanla çevrili ülkemizde sanal bir tabela asıp kendisine “aile dizimcisi” rolü biçecekler de sıradadır. Bu yazıyı yazmadan önce Twitter’da “Zeytin Ağacı terapisi yapılır” gibi bir tweete rastladım mesela. Şaka olsa keşke.
Dizilerin güncel merakları, güncel eğilimleri ve dertleri takip etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bir dizi insana iyi gelebilir, olmazı olur gibi göstermek de bu kaçışa dahildir. Yine de bu zor dönemde aklın ipini de sıkı tutmak gerekiyor. “Zeytin Ağacı”nın rakı, balık, Ayvalık kısmına tavım, mucize vaat eden tarafına ise “bu bir dizi” diye yaklaşmayı şiddetle öneririm. Mucizeler masallarda güzel, hayatta daha gerçek çözümlere odaklanmak uzun vadede herkese daha iyi gelir.