Rakip aşı tartışmaları pandemi sonrası dünya için bize ne söylüyor?
Rakip aşıların tıbbi yeterlilikleri konusunu uzmanlarına bırakırsak, aşı tartışmalarının uluslararası örgütler ve devletler arası ilişkiler bağlamında nasıl cereyan ettiği siyaset bilimciler için ilginç bir gözlem konusu. Biz de bu aşı tartışmalarını siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler açısından yakından takip eden, Çin uzmanı hocamız Çağdaş Üngör’e sorduk.
Pandemi birinci yılına yaklaşırken, küresel halk sağlığı sistemi
dönemsel tartışmalarla yankılanıyor. Salgının başlangıcında virüsün
kökeni ve yayılmasında sorumluluğun kimde olduğu tartışıldı, hatta
ABD ve Çin arasında diplomasi savaşlarına
neden oldu.
Salgının küresel bir boyut aldığı ikinci dönemde ise hangi
korunma ve tedavi yöntemlerinin daha başarılı olduğu sorusu tıp
alanının dışına çıkıp devletler arası bir yönetişim yarışı haline
geldi. Karantinanın etkililiğinin yanı sıra insan haklarına uygun
olup olmadığı, bireycilik karşıtı toplumsal değerlerin mi
hükümetlere/belediyelere duyulan güvenin mi halkın işbirliği için
gerekli şartlar olduğu, pandemi desteğinin işverene mi işçiye
aktarılması gerektiği tartışılan
konular arasındaydı.
Pandeminin içinde bulunduğumuz üçüncü aşamasında, çeşitli aşı
çalışmalarının başarılı olmasıyla hangi aşının daha etkili ve
sağlıklı olduğu, daha ucuz olduğu, dağıtımının daha kolay
yapılabileceği, kimlerin, hangi coğrafyaların öncelikli olduğu
konuları tartışılmaya başladı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX inisiyatifi, üye devletlerin
katkılarıyla, çoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika’da olan düşük
gelirli ülkede 2021 yılı sonuna kadar 2 milyar aşı yapılmasını
hedefleyen uluslararası bir proje. An itibariyle 176
ülke bu projeye katkıda bulunacağına açıklamış durumda ancak ABD ve
Çin gibi büyük güçler henüz mali yardım sözü vermiş
değil. Bunun nedeni de DSÖ’nün büyük miktarda talepte
bulunacağı aşının hangileri olacağı konusundaki piyasa
rekabeti.
Devletlerin hangi aşıyı satın alacağı kararını bilimsel
kriterler kadar dış politika ittifakları ve kamuoyu algıları da
belirliyor. Türkiye’nin -şimdilik- ağırlıklı olarak Çin aşısını
kullanacağını açıklamış olması kamuoyu tartışmalarını körükledi. Bu
konuda en sık sorulan sorulardan biri, Çin, aşı diplomasisine
ağırlık verirken, kendi halkına hangi aşıyı ne zaman sunacak? Çin,
hem Sinopharm hem Sinovac aşılarını ordu personeli üzerinde denedi
ve şimdi şubatta herkesin memleketine döndüğü Çin yeni yılı
bayramından önce elli milyon kişiyi aşılamış olmayı hedefliyor.
Merkezi hükümet tarafından aşılanacak öncelikli gruplar sağlık
çalışanları, kolluk kuvvetleri ve görevi gereği yurtdışına seyahat
zorunluluğu bulunanlar. Yerel yönetimler de nüfuslarının demografik
özelliklerine göre önlem alıyorlar. Örneğin Jiangsu ve Sichuan gibi
kırsaldan çok göç alan eyaletler merkezi yöntemle dağıtılacak aşı
kotalarını beklemeden kendi siparişlerini verdiler.
Rakip aşıların tıbbi yeterlilikleri konusunu uzmanlarına
bırakırsak, aşı tartışmalarının uluslararası örgütler ve
devletlerarası ilişkiler bağlamında nasıl cereyan ettiği siyaset
bilimciler için ilginç bir gözlem konusu.
Biz de bu aşı tartışmalarını siyaset bilimi ve uluslararası
ilişkiler açısından yakından takip eden, Çin uzmanı hocamız
Çağdaş Üngör’e sorduk.
Çağdaş Üngör
Çin aşısının uygulamaya hazır hale gelmesi Çin’in
yumuşak diplomasisi açısından nasıl bir etki yarattı? Gelişmekte
olan ülkelere ücretsiz gönderileceği, diğer aşılardan daha ucuz
olduğu iddiaları Çin’in Trump Amerika’sının DSÖ’den çekilmesiyle
doldurmaya gönüllü olduğu küresel halk sağlığı rejimlerinin
öncülüğü
rolünü pekiştirecek mi? Üçüncü ülkeler seçim yapmama yolunu mu
seçiyor şimdilik?
Covid-19 aşıları konusundaki belirsizlik ABD ve Britanya’daki
hızlı onay sürecinden sonra azalsa da henüz ortadan kalkmış değil.
Oxford aşısının raporu üzerindeki tartışmalar, Sinovac şirketinin
henüz 3. faz verilerini açıklamamış olması gibi faktörler, aşı
savaşlarıyla ilgili öngörüde bulunmayı güçleştiriyor. Ancak
dediğiniz gibi, Trump döneminde Amerikan sağlık sisteminin korona
virüsü krizi karşısındaki çaresizliği ve ABD’nin uluslararası
alanda işbirliğinden özellikle kaçınan hamleleri Çin’e geniş bir
alan açmış durumda. Çin’in Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX
inisiyatifine katılması da bu anlamda önemli bir adım. Bugün Çinli
şirketlerin ürettiği aşıları Endonezya, Brezilya ve Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerde bulmak mümkün; Pakistan, Filipinler ve
Meksika da bu kervana katılacak. Ancak Çin’in bu alandaki uzun
vadeli etkisini halihazırda aşı anlaşması olmayan daha yoksul
ülkelerde göreceğiz. Sinopharm gibi Çin kamu iktisadi teşekkülleri,
Batılı ilaç firmalarından farklı olarak, gerektiğinde fiyat ve
miktar üzerinde ayarlamalar yaparak kâr marjını ikinci plana
atabilir. Bu konuda Çin’de üretilen aşıların görünürdeki tek rakibi
ucuza ve büyük miktarlarda üretilmesi beklenen
Oxford-Astrazeneca.
Daha siyasi ve geniş bir bağlamdan bakarsak, korona virüsü krizi
başladığından beri kapitalist küreselleşmenin ve uluslararası
düzenin aksayan yönleri eleştiriliyor. Çin, 2008 ekonomik krizinden
önce çok da albenisi olmayan -devletin ekonomi ve toplum üzerinde
hakim olduğu- modelini halk sağlığı gibi çok can alıcı bir noktadan
yola çıkarak dünyaya beğendirme amacı güdüyor.
Washington Post’ta yayınlanan Çin aşısını yapan firmanın
rüşvet skandalları gibi aslında çok belirleyici olmayan bilgilerle
kamuoyu algısını şekillendirme çabasından bahsedebilir miyiz?
Pandemiyle mücadele yöntemleri ve aşı seçimleri üzerinden bir
değerler rekabeti mi söz konusu, yoksa bu bir piyasa rekabeti mi?
Pandemi sonrası devletler sistemini bu seçimler nasıl
şekillendirecek?
Geçtiğimiz yıl Çin’de başlayan korona virüsü krizi Amerikan-Çin
rekabetinin en sert dönemlerinden birine denk gelmişti. Batı
medyası büyük oranda bu çekişmenin parçasıydı; öte yandan kriz
döneminde Çin’de meydana gelen aksama ve ihmalleri de bu sayede
öğrendik. Salgın Çin’de bastırıldıktan sonra ise, iş karşılıklı bir
propaganda savaşına dönüştü. Bugün aşı konusunda yapılan haberlerde
de bu jeopolitik rekabetin izlerini görüyoruz. Aşıların klinik
deney ve raporlama aşamasında ortaya çıkan belirsizlikler de
eklenince haber okumak iyice zorlaşıyor.
Batı medyası Çin’de ve Rusya’da üretilen aşılara, makul
görülebilecek nedenlerle -çünkü bu ülkelerdeki bilimsel kurumlar ve
devlet yönetimleri Batı'daki muadilleri kadar şeffaf ve
denetlenebilir değil- şüpheci hatta zaman zaman alaycı bir mesafe
aldı. Ancak unutmayalım ki, ABD ve Avrupa ülkeleri halihazırda
Batılı ilaç şirketleriyle yaptıkları anlaşmalar sayesinde aşı
yokluğu çekmeyecek. Dünyanın daha yoksul kesimlerinde ise bu
aşıları kullanması muhtemel olan milyarlarca insan yaşıyor.
Dolayısıyla aşı konusu, etik açıdan, başka bir tema üzerinden
yürütülen propaganda savaşından farklı bir çerçevede ele alınmalı.
Karşımızda insani maliyeti o kadar dehşetengiz bir hastalık var ki,
onu hayatımızdan çıkartmaya yarayacak her olgu önemsenmeli.
Bilimsel bulgulara dayanmayan ya da kısmen gizlenen, çarpıtılan
veriler eşliğinde sunulan haberler gereksiz bir şüphecilik ya da
korku yaratarak insanları aşı olmaktan vazgeçirebilir. Neticede
Çin’de üretilen aşıların güvenilir ve etkin olup olmadığına medya
değil bilim insanları karar vermeli. Batı medyasının Çin tek parti
rejiminin günahlarını deşifre etmeye devam etmesi önemli ama
unutmayalım ki Çin’in en büyük reklamını Batı sisteminin çözüm
bulamadığı sorunlar yapıyor. Önümüzdeki yıllarda yoksul ülkelerin
içine gireceği aşı darboğazı da -Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX
inisiyatifi başarılı olamazsa- gayet çetrefil bir sorun olarak
önümüzde duruyor.