Erkek egemen Japon mutfak kültüründe en akla gelmez şey hem aşçı hem lokanta sahibi olmak için çaba gösteren bir kadındır (Tampopo). Jûzô Itami kamerasını evsizler, açlık çekenlere, zor koşullarda geçimini sağlayanlara tabii Japon toplumsalının bir başka gerçeği Yakuza mitine yöneltir ve yan hikayeleri de anlatısına ustaca yerleştirir.
Galatasaray’da önünde “Dünyada ilk defa, otuz çeşit çorba bir arada” pankartı asılı bir lokanta vardı. Bir zamanlar demek gerekir, uzun zamandır yok. Ancak günümüzde “Günlük yirmi çeşit çorbamız, mevsimine göre değişerek sunulmaktadır” benzeri duyurulara medyada rastlanıyor. Tabii ki bu çorba çeşidi arasında Japon kökenli çorba rameni aramak espri kabul edilebilir…
RAMEN BÜYÜLÜ TAD MI?
Neyse ki notumda damak tadına güvendiğim dostlarımın işaret ettiği birkaç adres vardı. Japonya hariç, Çin ve birkaç ülkede ramen tatmıştım, Vietnam’da da ramen benzeri ünlü Phở çorba pişiren yerlerle tanışmıştım. Sonuçta seçimimi yaptım, beef ramen (noodle, soya filizi, yeşil soğan, istiridye mantarı, susam, roast etli) siparişimi verdim. Tabii ki kendime ayırdığım bu kısa seremoni anında ramen denilince hemen akla gelen Tampopofilmindeki görüntülerin gözlerimin önünden geçmediğini düşünmeyin.
Hatırlatmak isterim, ramenli başka filmlerde var: Büyülü Tat/The Ramen Girl (2008) gibi, gerçi benim için ‘hafif film’ sınıfında. Sevgilisini elinden kaçırmamak için Tokyo’ya giden Abby -oyuncusu Brittany Anne Murphy 32 yaşında bu dünyadan ayrılmıştı-, yanına koştuğu adam iş seyahatine çıkınca sıkıntıdan patlamamak için komşu ramen lokantasında acemice pişirme denemelerine girişir. Şefin annesinin “Yaptığın yemek senin ruhunu taşımalı…” öğütü işe yarar, Japon işi ramen yapmayı beceremese de Amerika’da bir ramen lokantası açmayı başarır.
Diğer filmin adı, RamenShop (2018): Japonya’nın Takasaki şehrinde yaşayan genç ramen şefi Masato, çocuk yaşta Singapur’da ölen ve birlikte olamadığı annesinin geçmişini merak edecektir. Bu yolculuk Masato’nun Singapur yakın tarihini keşfetmesini ve hiç tanımadığı akrabaları ve büyükannesi ile, yeni keşfedeceği mutfağın da yardımıyla bağ kurmasını sağlar.
Manga ve anime ustası Hayao Miyazaki’nin Ponyo adlı deniz kızı ile, beş yaşındaki Sōsuke’nin dostluğunu anlattığı fantastik anime Küçük Deniz Kızı Ponyo filminde de ramenle karşılaşılır… Kore asıllı Amerikalı şef, yazar ve David Chang yazdığı Momofuku yemek kitabında şöyle diyecektir: “ramen = et suyu + erişte + et + soslar ve garnitürler”. Ve devam eder: “Bu kadar basit ve bu kadar karmaşık çünkü varyasyonlar sonsuzdur”. Sōsuke'nin annesi de dünyayı kurtarma ve Ponyo'nun insan olma hayalini gerçek yapmaya çalışan bu iki küçük maceracı için ramene kendi varyoslarını ekler.
Şef/yazar Anthony Bourdain’in açıkladığı gibi Japonya’da pilav, balık ve erişte vardır ve diğerlerine üstün gelen, tüm Japonya'da istisnasız en çok yenen ise ramendir.
“Ramen sadece bir yemek değil, bir kurum, bir yaşam tarzıdır. Amerika’da barbekü kültüründe olduğu gibi ve tarzlar bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Yokohama’da yağlı ve tuzludur. Hakodate’de eriştelerin suyu domuz ve tavuk etiyle yapılır. Sapporo’da miso temellidir. Kitakata’da erişteler düzdür…”
David Chang’a gelince, gençliğinden bu yana ramen hayranıdır, bir kase tsukemen (et suyuna batırılarak soğutulmuş erişte) tatmak için ramenin ülkesi Japonya’ya gidecektir. David Chang’ın verdiği bilgiye göre 1961’de Kazuo Yamagishi adında bir beyefendi Tayşoken adında bir ramen dükkânı açar, yıllar sonra burası bir efsane dükkân olur. Çoğu kez müşteri kuyruğuna rastlanan bu restoranda çorba ve eriştesi (udon ve soba*) ayrı servis edilen tsukemeni tadılırken, Chang’e göre Kazuo Yamagishi Japon mutfağında mütevazi bir gıda ve ciddiye alınmayan erişteyi yükseltip bir başka seviyeye getirmiş, bugünkü tsukemeniyi yaratmıştır.
Sonuçta David Chang’ın ramen tutkusu New York, Toronto’da çok rağbet gören, New York Times’ın “çağdaş Asya-Amerika mutfağının yükselişi” şaşaalı başlığını attığı Momofuku Noodle Bar’ların sahibi yapacaktır.
TAMPOPO’NUN ŞANSLI MACERASI
“Bir tür yemek-erotik komedisi” olarak da nitelenen Tampopo filmine gelince, tam emin değilim, Jûzô Itami Noodle Western mi yapmayı istedi, yoksa kovboy şapkalı filmin erkek kahramanı Goro, Buffalo boynuzlu tır kamyonu vb. nedeniyle eleştirmenlerin yakıştırması mı?
Spaghetti Westernler, bilindiğince doğum yeri Amerika’da ölmek üzereyken ayağa kaldıran İtalyan Sergio Leone elinden çıkmadır. Bir yerde, Leone gülümsememizi ister gibi şöyle diyordu “Gençkenüç şeye inanırdım: Marksizm, sinemanın kurtarıcı gücü ve dinamit. Artık sadece dinamite inanıyorum.” Yaptığı filmlerde gerçekten dinamit görüntülerine çok rastlanır, ama Amerikan westernleriyle yıllarca pompalanan ideolojik yalanlara dinamit koyduğu ise ayrı bir gerçek.
Tampopo filminin tamamına yayılan ramen gizi gerçekte başlangıçta, Goro’nun yardımcısının okuduğu dergideki ramen tezgahında geçen “-… üstadım önce çorba mı erişteler mi?” sorusunun yanıtı ile çözülür.
Bir kez daha Tampopo filmini izlediğimde, inanın filmin izleği “mükemmel ramen yapma” ansızın gözlerimin önünden silindi. Sinema salonuna beyaz giysileri-fötr şapkasıyla, yine beyaz giysili sevgilisiyle içeri giren öndeki koltuklara yerleşen Yakuza nedeniyle. Doğrudan izleyene/yani perdeye, bize konuşan Yakuza, az rastlanır bir Brechtiyen yabancılaşma sahnesini de selamlamamızı sağlar. $öyle ki, hemen ardından gelen garsonlar ikilinin önüne getirdikleri masa üzerine yiyecekleri koyar ve şampanya servisi yapar. Bu sırada genç adam yerinden kalkar izleyene doğru iyice yaklaşarak –başı ekranı doldurur- “Demek siz de film izliyorsunuz. Ne yiyorsunuz? Sinemada gürültü yapanları biliyorsunuz, cips yiyenler, ambalajları hışırdatanlar. Buna hiçmi hiç tahammül...(bu sıra bir ambalaj hışırtısı duyulur, Yakuza arka sırada cips yiyen çifte doğru gider ve sorar) Güzel mi?”, “Hem de nasıl, köri soslu”, “Film başladıktan sonra bu gürültüyü duyarsam seni gebertirim. İşittin mi?”… Derler ki;ölürken film gibi bir şey görürmüşsünüz. Tümömrünüzün birkaç saniyeye sığdırıldığı bir film şeriti… Bu filmi dört gözle bekliyorum... Hayatta görebileceğin son film. İzlerken rahatsız edilmek istemem…” Sinema tutkulu bu sahneyi kaç kez izledim bilemiyorum…
Erkek egemen Japon mutfak kültüründe en akla gelmez şey hem aşçı hem lokanta sahibi olmak için çaba gösteren bir kadındır (Tampopo). Tampopo’nun macerası da o nedenle önem taşır. Ama yazar ve yönetmen Jûzô Itami kamerasını toplumsal gerçeklere, evsizler, açlık çekenlere, zor koşullarda geçimini sağlayanlara tabii Japon toplumsalının bir başka gerçeği Yakuza mitine yöneltir ve yan hikayeleri de anlatısına ustaca yerleştirir. Film, hayatın zevki-yemek yemeyle yaşanan hazzı, bir anlamda sevişmeyi de içine alır…
Sinema tutkunu Yakuza’ya gelince, kurşunlara hedef olacak, tüm ömrünün birkaç saniyeye sığdırıldığı bir film şeridi olup olmadığını kontrol etmiş olacaktır.
YAKICI İLGİ YÖNETMENİ ÖLÜME ÇAĞIRIYOR
Sonraki yıllarda, Jûzô Itami’nin ölümünü öğrenince, “Itami’nin başına iş açan Yakuza ile burada mı tanıştı?” diye kendime sormuştum. Nedeni ise sonraki filmlerinden biri: Deluxe eski bir Japon oteli tam uluslararası bir toplantı için kazançlı bir sözleşme yapacağı sırada Yakuza’nın oteli gasp etme teşebbüsünü Minbono Onna (1992) filmine oldukça karikatürize eden, alaycı, şamatalı sahnelerle taşır. Bu sahneleri aşağılayıcı, onur kırıcı bulan Yakuza (Goto-gumi çetesinin adamları) Jûzô Itami’ye sokakta bıçaklarla ölümcül saldırır. Ağır yaralı hastanededir ama şanslı olduğunu düşünür, yaralandığı için değil, hasta yatağı ona yeni filminin fikrini verdiği için. Daibyônin (Son Dans, 1993) adlı filminde, altmışlı yaşlardaki başarılı bir Japon yönetmen son filmi üzerinde çalışırken kanser olduğunu öğrenir. Yönetmen hastanede bir yaşam destek makinesinde canını vermektense filmini bitirmeyi ve sevdikleriyle evinde ölümü karşılamayı tercih eder.
Öte yandan Japon kamuoyunda Itami’ye yapılan vahşi saldırının izleri silinmemiştir. Itami’nin popülaritesi Son Dans filminin başarısıyla birleşir. Yakuza’nın emlak sektöründen kredi yolsuzluğuna ve siyasete, siyasi kişilerle bağlarına dek uzanan kirli faaliyetleri halkın tepkisine yol açar, hükümet Yakuza organizasyonunu sindirici bazı önlemler almak zorunda kalır.
“Katillerin akıl sağlığından söz edilmiyor artık. Günümüzdeönem kazanan kurbanın akıl sağlığı”** demişti ya Jaen Baudrillard… Itami sözde akıl sağlığını kaybeder, 20 Aralık 1997 tarihinde Tokyo’daki ofisinin çatısına çıkıp kendini atar. /Olabilir mi?/ On bir yıl sonra Goto-gumi’nin eski bir üyesi bir gazeteciye intihar süsü verdikleri cinayeti itiraf edecektir.
Itami sanki Tampopo’dan başlayarak, filmlerinde öznesi kendi bir yaşam metni üzerinde çalışmış, işleneceğini kendisinin bildiği bir cinayete dek…
Lorca’nın şiirindeki gibi şöyle de denebilir: “Ölümle baş başa yürürken görüldü o”…
Konu ramenden, bir yönetmenin trajik, ama bizim için çok ‘tanıdık’ ölümüne geldi.
Üşüdüm, ama bunun önümdeki ramenin soğuması ile ilgisi yok.
*“Soba makarnası udondan hem içerik ve hem de kesilme şekli olarak farklı. Bir kez ‘kara buğdaydan’(buckwheat) yapılıyor. Bu buğdayın unu gri renkli ve kepekli oluyor ve ekmek yapmaya gelmiyor. Daha çok Rusya’da ‘blini’, ya da Fransa’da ‘galette’adı verilen kreplerin yapımında kullanılıyor. Bir de, elbette, Japonya’da soba makarnalarının. Soba makarnalarının renkleri de bu nedenle griye çalıyor ve şekilleri spagettiye benziyor.” (Arman Kırım, Japon usulü makarna: udon, ramen, soba, Hürriyet, 27 Şubat 2005)