Recep Ergül: MESAM'ı Arif Sağ veya Orhan Gencebay değil, 'derin MESAM' yönetiyordu

Haziran ayında MESAM Yönetim Kurulu Başkanı seçilen Recep Ergül ile MESAM'da yaşanan krizleri, kendisine iktidarla ilişkileri nedeniyle yönelen eleştirileri ve başkanlığa seçilme sürecini konuştuk.

Abone ol

DUVAR - Recep Ergül ismini birkaç yıldır sıklıkla duyuyoruz. Türk Halk Müziği sanatçısı Ergül, daha önce başlamış olsa da özellikle 2018’de patlayan MESAM krizinde adı geçen isimlerden biri olarak dikkatleri üzerine çekti. Arif Sağ ve Orhan Gencebay isimleri özelinde medyaya yansıyan kriz yahut krizlerin ortasında Ergül, hem çeşitli yönetim kadrolarındaki pozisyonu hem de Bakanlık tarafından atanan ve “kayyım” olarak değerlendirilen geçici yönetimlerdeki rolü nedeniyle meslektaşları tarafından eleştirildi.

Geçtiğimiz Haziran ayında yapılan Genel Kurul’da Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği'nin (MESAM) Yönetim Kurulu Başkanı seçilen Ergül’ün üyelere gece yarısı attığı kısa mesajlar (Ergül bunun, kısa mesaj servisi sağlayan şirketin hatası olduğunu ve üyelere bir özür mesajı iletmiş olduğunu söylüyor), pandeminin en yoğun döneminde üyelerin ve gazetecilerin davet edildiği otel kahvaltıları gibi kimi seçim hamleleri sosyal medyada eleştirilerin odağında yer almıştı. Mevcut iktidara ve yönetim biçimine desteğini her fırsatta dile getiren Orhan Gencebay ile yakınlığı (medyada sıkça yer bulduğu gibi “Orhan Gencebay’ın manevi oğlu” olup olmadığını da sorduk kendisine), AK Parti milletvekili aday adaylığı, Arif Sağ’ın liderliğindeki ekibe yönelik siyasi temelli suçlamaları derken Ergül gittikçe daha çok tartışılan bir figüre dönüştü.

MESAM’da bu yıl nihayet yapılabilen Genel Kurul öncesi ve sonrasında iki değerlendirme yazısı yayınlamıştık. Bunun üzerine, başkan seçilen Recep Ergül’ün çeşitli kereler basın davetlerini aldık. Kendisinin haber medyasında yanlış tanıtıldığını söyleyen Ergül, röportaj talebimize hızla yanıt verdi. Ergül ile MESAM'daki ofisinde hem müzik meslek birliği yöneticisi sıfatıyla telif hakları üzerine hem de MESAM’da yaşanan krizdeki rolünü anlamak ve eleştirileri aktarmak için ayrıntılı ve uzun bir söyleşi yaptık.

MESAM, Türkiye’deki müzisyen meslek birliklerinden biri. Aslında eser sahiplerinin telif haklarını korumak, telifleri sağlıklı bir şekilde toplayıp sanatçılara dağıtmak için var olmuş bir kurum. Buradan başlayalım istiyorum. Telif konusunda Türkiye’de durumu bize özetleyebilir misiniz?

Türkiye Bern, Roma, Wipo gibi uluslararası sözleşmelerin altına çok geç imza attı, 1951 yılında. İmza attı ama imza orada kaldı, gereği yerine getirilmedi, pek çok konuda olduğu gibi. Ben Atatürk’ten sonra Türkiye hükümetlerinin kültür ve sanata yeteri kadar önem vermediğini, kültür ve sanat politikalarının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Bunu zaten hayatın her alanında iliklerimize kadar yaşıyoruz. Hâlbuki kültür insanoğlunun yaşama stratejisidir. Kültür ve sanat politikaları yetersiz olunca sanatta da büyük ilerlemeler yaşanamıyor. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun revize edilmesi, Avrupa standartlarında bir yasamız olması gerekiyor. Telif ödemeyenler için müziği yasaklama yetkimizin olması gerekiyor. Hâlihazırda 360 civarında radyo ve televizyon hâlâ telifini ödemiyor. Düğün salonları, taksiciler, otobüsçüler telifleri ödemiyor. Buna paralel olarak meslek birliklerinin sayısının çokluğu da işimizi zorlaştıran bir etken.

Mesela İstanbul’un üçte iki nüfusuna sahip komşumuz Yunanistan, bizim neredeyse 10 katımız oranında telif topluyor. Biz telif toplama konusunda Avrupa’nın sonuncu ülkesiyiz. Bu nedenledir ki, Yunanistan dünya çapında yaklaşık 100 sanatçı yetiştirebilmiştir, 3,5 milyonluk Ermenistan nereden baksanız 70-80 dünya çapında tanınan sanatçı yetiştirmiştir. Bizde ise bir elin parmaklarını dahi bulmaz dünyada tanınan sanatçımız. Bunların tümü kültür ve sanat politikalarının yetersizliğinden kaynaklanıyor. Yönetenlerin sanatı ve sanatçıyı potansiyel bir tehlike olarak; eleştiren, sorgulayan bir tehlike olarak görmesinden kaynaklanıyor. Bu kafa yapısının mutlak suretle değişmesi lazım.

Siz de müzisyensiniz ve MESAM’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’na bu kimliğinizle seçildiniz. Sanatçıların meslek birliklerinin yönetimlerinin sanatçılardan oluşmayan profesyonel yöneticiler tarafından yürütülmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bütün dünyada, bu tür meslek birliklerinde meslek birliklerinin üyeleri yönetici olur. Yönetici olanlar buranın politikasını belirler. Ama asıl işletmeyi buradaki profesyoneller yapar. Örneğin biz üç aylık yönetimimizde, MESAM tarihinde ilk kez MESAM profesyonellerini bu kadar etkin bir şekilde işe dâhil ettik. Temsil noktasında, kangren olmuş noktalarda kurum muhataplarını, başkanını, imza yetkisine sahip olanları isterler. Kimi önemli kurumlarla ilişkilerde profesyoneller etkili olmazlar. Ancak hem sanatçı kimliğinizle, hem de kurum başkanı olarak gittiğinizde, dersinize de iyi çalışmışsanız siz daha etkili olabiliyorsunuz. Hani bir deyim vardır ya, “El, elin eşeğini türkü çığırarak arar” diye, vaziyet biraz ona benziyor. Dünyadaki bütün kurumlar için geçerli bu. Memur zihniyetiyle, sabah 9’da gelip akşam 5’te mesaisini dolduran kişilerin böyle bir kaygısı olmayabilir. “Ben öyle ya da böyle maaşımı alıyorum, telif çok da gelse, az da gelse benim için fark etmez” diye düşünebilir. Biz o nedenle, işi daha da profesyonelleştirerek bir nevi prim sistemine dayalı bir metot geliştirdik. Şu anda 81 ilde hukuk büroları üzerinden lisanslama yapıyoruz. Genel Sekreterlik’e kalması gereken %25 payı hukukçulara veriyoruz, 81 ilde onlar lisanslama yapıyor.

Bu daha önce başlayan bir uygulama değil mi?

Geçmiş dönemde başlamış ancak hiç verimli olamamış. 40 civarında il kalmıştı lisanslama yapılabilen ama şu an itibariyle 81 ilde varız. İlk kez KKTC’den telif alacağız. Sayısı şu anda 25 bin civarında olan düğün salonlarından ilk kez telif alınacak. Sayısı 100 binin üzerinde olan otobüslerden ilk kez telif alınacak.

Nasıl bir denetimle yapacaksınız bunu?

Doğrudan federasyonlarla muhatap oluyoruz. Gidip birebir lisanslama yapmaya kalksanız buna ne zaman, ne de kaynak yeter. Astarı yüzünden pahalıya gelir.

‘YAŞAM BİÇİMİ OLARAK ORHAN GENCEBAY’DAN ÇOK ARİF SAĞ’A YAKINIM’

Malum ‘MESAM krizi’ne geçmek istiyorum. Siz de söz ettiniz, uzun zamandır MESAM’ın hem üyesisiniz hem de çeşitli biçimlerde yönetimlerde görev aldınız, buradaki işleyişi biliyorsunuz. İzlenim şu şekilde: Orhan Gencebay ve Arif Sağ, geçmişten gelen tanışıklıklarına da dayanarak bir çeşit ortaklık içerisindeydiler ve iki güçlü figür olarak MESAM’ı birlikte yönetiyorlardı. Siz de bu yönetimler görevdeyken hem üyeydiniz hem de görevler alıyordunuz. Bugün sözünü ettiğiniz sorunlar o zaman yok muydu? Vardıysa siz mi görmüyordunuz? Çünkü birkaç yıl öncesine kadar herhangi bir itirazınız yoktu yahut medyaya yansımamış böyle bir itiraz.

Aslında hiçbir zaman meslek birliği yöneticisi olmayı düşünmedim. Ancak 2013 yılında MESAM yönetimine yaptığım bir eleştiri sonucunda Haysiyet Kurulu’na verildim. Basit bir eleştiriydi aslında, hakaret, itham içermiyordu. Sonra birden kendimi MESAM içinde ve mahkemelerde buldum o kararı iptal ettirmek için ve karar iptal edildi. 2012 yılında MESAM ile MSG arasında imzalanan bir işbirliği protokolü var, ben 2013 yılındaki Olağanüstü Genel Kurul’da kürsüye çıkarak bu protokole karşı çıktım. Bu protokolün sıkıntılı olduğunu, yazım dilinin yanlış olduğunu, meslek birlikleri arasındaki uzlaşma iyi bir şey olsa da bu protokole bağlı ciddi sıkıntılar yaşanacağını söyledim. Neredeyse vatan haini ilan edildim. Kendine devrimci, demokrat, sosyalist diyen ve dünya görüşü bu doğrultuda olan kişiler yaptı bunu ki ben de hayatım boyunca demokrasiden, özgürlükten, emekten yana olmuş bir insanım, bedelini de ödemiş biriyim. Benim o konuşmam üzerine Genel Kurul’da bir tartışma çıktı ve protokol onaylanmadı. Arif Hoca’nın yönetimi Divan’ı da kaybedince kamera kayıtlarını ve hazirun cetvellerini kaçırdılar. Gazetecilerin çoğu bunu bilmiyor, o taraftan duyduklarını yazıyorlar her seferinde ancak bu söylediklerim belgelere dayanıyor. Hayata objektif bir çerçeveden bakmaya çalışıyorum. Babam da olsa hata yapan, ona karşı çıkarım. Biraz da anarşist ruhluyum.

O Genel Kurul mahkemeye taşındı, mahkeme MESAM’a üç kişilik bir akademisyen heyeti atadı üç ay süre için. Sonra birçok kişi, “fikri mülkiyet konusunda kafa yoran bir adamsın, neden buralarda bulunmuyorsun?” deyince 2014’te ilk kez aday oldum MESAM yönetimine ve seçildim.

Bakınız ben Arif Sağ’ın karşısında biri değilim. Arif Hoca’yı insan olarak çok seviyorum, onu sanatıyla yahut insanlığıyla değil, yönetici olarak eleştirdim. Seçildim, yönetim kurulu masasına geldim ve buradaki sıkıntıları gördüm. Atilla Özdemiroğlu, Suat Suna, ben yönetim biçimlerinden rahatsızdık. “Neden daha önce ses çıkarmadınız?” diyorsunuz, bir kamu kuruluşunu yönetirken her şeyi sosyal medyada uluorta konuşmak doğru değil. Bunun bir sorumluluğu var, problemleri içeriden çözmeye çalışmanız lazım. Benim o dönemde yazdığım dilekçeler var, arzu ederseniz sizinle de paylaşırım.

Yönetim kurulu toplantıları ciddi olmalı. Haftada bir toplantı yapılıyor, bizlere bir huzur hakkı veriliyor ancak biz bu huzur hakkını hak etmiyoruz. 1’de başlaması gereken toplantı bakıyorsunuz 3’te geliyor, hazirun cetveline imza atıp gidiyor. Neden? Huzur hakkını almak için. Haftanın futbol maçları değerlendirilir, haftanın siyasi gündemi değerlendirilir, kebaplar, balıklar yenir, bekleyen üyeler içeriye alınmaz. “Hadi bir iki madde geçelim, kalanı da bir iki gün sonraya bırakalım” denir. Biz bunlara şiddetle karşı çıktık. Fakat diğer meslek birlikleri tarafından ortak lisanslama birimi kurulduğunda ben MESAM’ın yalnızlaştırıldığını gördüm. İçeride Arif Sağ’a muhalif olabilirim ama orada Arif Sağ’ın yanında yer aldım. Dışarıdan MESAM’a bir müdahale olduğunda, ki diğer meslek birlikleri MESAM’ı yutmak istiyorlar, buna izin vermememiz gerektiğini, mutlaka MESAM içinde birlikte hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Arif Hoca bunu takdirle karşıladı. Zaman içerisinde yanlış bulduklarıma şerh koydum ama evet, çıkıp kamuoyu önünde konuşmadım.

2016 Genel Kurulu öncesi Arif Sağ ile diğer yönetim kurulu üyelerinin de olduğu bir yemekteydik. Bana, “Kafası çalışan bir insansın, bu kuruma çok yararlısın, biz seni Genel Kurul’a girerken seni listemizde görmek istiyoruz” dedi. Ben de teşekkür ettim ama düşünmediğimi söyledim. Orhan Gencebay ile yola çıkmıştım, onunla devam etmek istiyordum. Orhan Gencebay ile yalnızca bu konu ile ilgili fikirsel bir yakınlığım var. Yaşam biçimi olarak, kültürel olarak Arif Hoca’ya daha yakın biriyim.

Sizin için neden “Orhan Gencebay’ın manevi oğlu” diyorlar?

Vallahi Orhan Abi beni manevi oğlu olarak kabul ederse şeref duyarım. Bu dediğiniz söylenti bir gazetecinin bir yerde bunu yazması üzerine çıktı, üzerimize yapıştı. Hiç alakası yok. Benim Orhan Gencebay ile yakınlığım, fikri mülkiyete kafa yorduğum için zaman zaman görüş alışverişinde bulunmak, zaman zaman bir araya gelmek düzeyindedir zira kendisi meslek birlikleri üstü bir insandır. Ama bakın Arif Sağ’la da bir araya geliriz. Hatta ben buraya gelir gelmez Cahit Berkay ve Arif Sağ’ı arattırdım, dedim ki “Biz telifle ilgili bir kamu spotu çekeceğiz, kendileri de yer alırsa memnun oluruz”. Kabul etmediler, ayrı konu ama genel olarak “sektöre nasıl faydalı oluruz”un peşindeyiz.

2016’ya dönersek; beni aracı kıldılar, “Orhan Gencebay’ı ikna et, ortak liste çıkalım” dediler. Kendisiyle konuştum, “Ben bu arkadaşlara güvenemiyorum, sen güveniyor musun?” dedi. Ben iyi bir yola girdiğimizi söyledim kendisine, ikna oldu. Arif Sağ, benim 30 senelik dostum olan Emre Saltık, hep beraber Orhan Abi'nin ofisine gittik. Ortak listede karar kılındı. Arif Sağ şunu söyledi hatta: “Orhancığım, altı kişi senden olsun, beş kişi benden olsun.” Gencebay da, “Ben sayı ve isim konuşmam” dedi. Ortak bir liste yaptık ancak 2016 Genel Kurulu’na giderken Arif Sağ’ın bir teklifi oldu. “Masa olarak gidiyoruz, birlikte hareket edelim” dedi. Peki dışarıdan söz verdiğiniz beş kişi var, onlar ne olacak? “Bir yolunu bulun, onları kaçırın” dedi. Ben böyle ayak oyunlarının içinde yer almam.

‘DAVUL GENCEBAY’IN YA DA ARİF SAĞ’IN BOYNUNDA AMA TOKMAK ‘DERİN MESAM’IN ELİNDEYDİ HEP’

Ne demek bu? Biraz açar mısınız?

Yönetim Kurulu’nda Suat Suna’ya Arif Sağ’ın gönderilen bir mesaj var mesela, “Kendi arkadaşları Ali Rıza Binboğa’nın o listede olmasını istemiyor” diye. Ancak Arif Hoca, Ali Rıza Binboğa’ya söz vermişti. Suat Suna ve arkadaşlarına diyor ki, “Masada kavga çıkartın, Ali Rıza’yı kaçırtın. Ahmet Selçuk İlkan yanınızda dursun ama ona oy vermeyin”. Bunu bizim arkamızdan da konuşmuşlar. Biz o yıl Genel Kurul’da maalesef aldatıldık, belgesi de var. Bir listeyle giriyoruz seçime, karar verilmiş ancak bu ekip altı ayrı anahtar liste çıkardı el altından ve biz hiçbirinde yokuz.

Doğru mu anlıyorum? Genel Kurul sırasında bir kavga çıkarılacak, siz oradan ayrılacaksınız ve yeni listeler seçilecek?

Bu eskiden beri uygulanan bir yol zaten: “Genel Kurul’da kavga çıkarın, sanatçılar korkak insanlardır, kaçar giderler”. Hayır, sanatçılar yeryüzünün en cesur insanlarıdır.

Neyse, 2016’da Genel Kurul’dan sonra Arif Sağ’ın bir önerisi oldu. Bir sene kendisi başkan olacak, diğer sene Orhan Gencebay… Önce kabul edilmedi ama sonra konuşuldu, anlaşıldı ve ilk sene Orhan Gencebay başkan oldu. Ancak Gencebay’a hiç başkanlık yaptırılmadı. Aslına Arif Sağ’a da yaptırılmadı. Burada bir ekip vardı, “Derin MESAM” mı dersiniz, ne derseniz deyin, sayman üye ve iki yönetim kurulu üyesinin başını çektiği bir yapı. Bunlar en küçük bir tartışmaya dahi kaba kuvvetle karşılık veren, Atilla Özdemiroğlu’nu dövmeye kalkan bir ekip. Atilla Abi yeryüzünün en naif insanlarından biriydi, düşünün. “Bu masada telif ve fikri mülkiyete hizmet edecek bir irade göremiyorum” dediği için dövmeye kalktılar, bizler ayırdık. Gencebay görüşünü söyledi diye dövmeye kalktılar, üstüne yürüdüler, kaba kuvvet teşebbüsünde bulundular. Suat Suna defalarca kez kaba kuvvet teşebbüsüne maruz kaldı, araya girdik. Burhan Bayar, Fuat Güner, ben, hepimiz yaşadık bunu. Tabii bunlar neticesinde istifa etmek zorunda kaldık. Gencebay toplam bir buçuk sene başkanlık yaptı ama şeklen başkandı. Davul Gencebay’ın ya da Arif Sağ’ın boynunda ama tokmak başkasının elindeydi hep. İstifa ederken basın açıklaması yaptık. Arif Sağ bizim açıklamamız üzerine, “Biz kendimize çok güveniyoruz, gelin bizi denetleyin” dedi. Ben Arif Sağ’ın da, Cahit Berkay’ın da burada bir manipülasyonun içinde yer aldığını düşünmüyorum açıkçası.

Bu “derin MESAM” dediğiniz ekibin, iddia ettiğiniz eylemleri gerçekleştirmek için nasıl bir çıkarı olduğunu düşünüyorsunuz? Neden böyle bir şey yapsınlar?

Bakınız eski sayman üye, bir televizyon kanalına çıktı, hizmetlerini anlatırken “Biz burada kadrolaştık” dedi. Uluslararası sempozyumlarda, seminerlerde deneyim kazanmış 40’a yakın personelimiz, kişisel ihtiraslar, hırs, belki daha farklı beklentiler yüzünden işten çıkarıldı. Kurum milyonlarca lira tazminata mahkûm edildi. Yerlerine, kendilerine yakın isimleri aldılar, bunu kastediyorlar.

Nasıl bir çıkarları var? Şimdi, Arif Sağ, Orhan Gencebay, Cahit Berkay, bunlar ekonomik olarak bir sıkıntı içinde değiller. Ancak burada teşkilat kuranların müzikten para kazanmadığını biliyoruz. Toplantılardan, huzur haklarından, harcırahlardan aylık 10 bin lira gibi bir gelir elde edilebilir. Bunun dışında, dünyanın dört bir yanını kurumun imkânlarıyla gezebilirler. Bunlar dışında başka iddialar davar ancak şu anda bunları dile getirmem. Kurum içinde 12 yıllık geçmişe dair bir inceleme başlatıyoruz, onun neticesinde basınla paylaşacağım ama belgeyle konuşurum.

‘ESKİ YÖNETİM ALEVİLİĞİ SUİSTİMAL ETTİ’

MESAM’ın son on yıldır siyasi saiklerle ve “inanç suiistimali” yapılarak yönetildiğini iddia ettiniz. Bu çok ağır bir itham…

MESAM çok saygın bir kurumdu ancak Arif Abi’nin yönetimi altında siyasi bir hüviyet kazandı. Pek çok kez en küçük bir eleştiri dahi yapıldığında, “Biz Aleviyiz, biz solcuyuz. Bunlar AKP’li, bizi istemiyorlar” diye tepki verildi. “AKP’li” dedikleri Orhan Gencebay. Gencebay’a bu soru yöneltilebilir, ben onun adına cevap veremem. Ancak benim tanıdığım kadarıyla Orhan Abi her dönem devlet tarafından itibar görmüştür. Siyaset ve sanat ilişkisi yeni bir konu değil. Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden Orhan Gencebay’ı siyasi saiklerle mahkum etmeye çalışmak ancak iktidarını, kendi taraflarını konsolide etmek amacıyla geliştirilmiş bir söylem.  Alevi-Bektaşi felsefesini özümsemiş, öyle yaşayan biriyim. Burada 26 yöneticinin 26’sı da Alevi olsa bundan beis duymam. İşini doğru yapıp yapmadığına bakarım. Ancak genel kurullara giderken özellikle bu kadronun Aleviliği suiistimal ettiğini defalarca kez gördük. Telif konuşulması gerekiyorken kürsüye çıkıp “Biz Pir Sultan Abdal’ın torunlarıyız!” denmesini gerçekçi ve ahlaki bulmam. Alevi toplumunu, Alevi ozanlarını yıllarca suiistimal ettiler, genel kurullarda o ozanları aldattılar. Beş kişilik liste için otuz kişiye söz verdiler. Bakın bu kurumda en fazla mağdur edilen halk müziği sanatçıları ve bilhassa ozanlarımızdır. Ozanların beslenebileceği bütün kaynaklardan telif alınmıyor çünkü. Ne sözler verildi bilmiyorum, elimde bir belge yok. Ama bir şeyi çok net biliyorum ki bu ozanlar hep ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutuldu. Seçen oldu ama asla seçilme fırsatı verilmediler.

‘YAVUZ BİNGÖL VE POLAT YAĞCI YÖNETİME ATANMAMALIYDI’

Sizin adınızı en çok Bakanlık tarafından atanan kayyumlarla duymaya başladık. O dönemde birçok sanatçı, o yönetimlerde bulunan meslektaşlarını, eski dostlarını kayyumun parçası olmayı kabul etmekle suçladı. Siz de daha önce, geçici yönetimlerin “kayyum” olmadığını iddia ediyorsunuz. Görece özerk bir kuruma, hiçbir seçim sürecine girilmeden, mevcut seçilmiş yönetim de görevdeyken, hiçbiri MESAM’ın bir ögesi olmayan Bakanlık bürokrasisi tarafından bir yönetim atanması, tam olarak kayyumun tanımı değil midir?

Kayyum, görülen suiistimal üzerine Bakanlık tarafından atanan ve görev süresi belli olmayan bir yapıdır. Geçici yönetim ise görev süresi belli olan, örneğin üç ay için atanan ve görevi kurumu genel kurula götürmek olan bir yapıdır. Bir nevi tarafsızdır. Bizim kurumumuza dört kez geçici yönetim atandı. İlk olarak 2013 yılında iki aylığına atanmıştı. İkinci olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2018’de MESAM’da Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın yaptığı incelemeler sonucu ortaya çıkan raporlara dayanarak, ki o raporları Genel Kurul’da zorbalık yaparak okutmadılar ve Genel Kurul mahkeme tarafından iptal edildi. Neydi o raporlar? Evrakta sahtecilik, usulsüzlük, görevi kötüye kullanma, 109 sahte üye, yönetime muhalif olan yaklaşık 30 kişiyi, disiplin yönergesine aykırı biçimde ihraç etme ve benzer iddialar. Kurumun daha fazla zarar görmemesi adına yönetimin görevden el çektirilmesine, yerine kısa süreliğine, 2018 Genel Kurulu’na götürecek geçici bir yönetim getirilmesine karar verildi.

O geçici yönetimin içinde ben de vardım. Konserimle ilgili bir iş görüşmesi yaparken CNN Türk açıktı, orada gördüm, “Yavuz Bingöl, Polat Yağcı, Recep Ergül…” Bakanlığı aradım, dedim ki “Polat Yağcı yapımcı, bu yönetimde olması doğru değil. Yavuz Bingöl iktidara yakın olduğu için korkunç eleştiriler var. Ben, izniniz olursa bu görevi kabul etmeyeceğim.” Fuat Güner de aynı talepte bulundu. Bakanlık da, “Siz geçici bir yönetimsiniz ve işiniz kurumu genel kurula götürmek. Biz oraya bir heyet atadık ancak iş ve işlemleri, çalışma esaslarını bilen bir iki kişinin de olması gerekiyor. Bizi zor durumda bırakmayın lütfen” dedi ve görevi kabul ettik.

Yani Yavuz Bingöl, Polat Yağcı tercihlerinin siyasi tercihler olduğunu kabul ettiler…

Yani ben de Yavuz Bingöl’e, “Senin istifa etmen yerinde olacaktır” dedim. Eleştiriler Yavuz Bingöl özelinde çok yoğunlaşmıştı. Kimse önceki yönetimin yolsuzluklarını konuşmuyor, herkes “Arif Sağ’ın koltuğuna Saray’a yakın Yavuz Bingöl oturdu” diyordu. Zaten Yavuz Bingöl de istifa etti bu eleştiriler neticesinde. Algı operasyonu ile bu durumu kendi lehlerine çevirdiler ve Genel Kurul’da 40 oy farkla divanı kazandılar. Sümer Ezgü başkan oldu.

Bakanlığın geçici yönetim ataması meselesi bir mevzuat meselesi. Şu andaki mevzuatın bir gereği. Ancak bana sorarsanız, ben MESAM’ın Bakanlıktan bağımsız, özerk bir kurum olmasını savunurum. Tıpkı Almanya’daki GEMA gibi. Özerk kuruluşlar olalım, Bakanlığa bağlı olmayalım. Biz kendi kendimizi yönetebilecek kapasitedeyiz. Biz konumuza Bakanlığın bürokratlarından daha çok hâkimiz. Batılı toplumlar bunu çözmüş. Biz de özerk olmalıyız. Hiçbir şekilde, hiçbir siyasi parti buraya müdahil olamamalı.

Ancak şu anda bizim meslek birliklerimiz Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıdır, mali ve idari açıdan da onun denetimine tabidir. Bize de şu anda bir uyarı geldiğinde, dikkate almazsak ikinci bir uyarı ile bizi görevden alma hakkı var. Bu tehlike hepimiz için var maalesef ve bunu istemiyoruz. Bu nedenle özerk olmalıyız diyoruz.

Ben özet geçeyim... 2018’deki Genel Kurul’u siz mahkemeye taşıdınız ve dava iki yıl sürdü. Neticesinde ise o Genel Kurul’un iptali kararı çıktı…

Diyebilirsiniz ki "niye dava açıyorsun?" Vicdan ve ahlak böyle bir şeydir. Ben bir haksızlık gördüm ve bunu kabul etmedim. O dava dediğiniz gibi iki yıl sürdü, Türkiye’deki hukuk sistemini biliyorsunuz. İki yılın sonunda buraya üç kişi atandı, 28 günlük bir süre için. Ancak pandemi nedeniyle iki kez ertelendi bu genel kurullar. Nisan 2021’deki genel kurul ise Ramazan ayına denk geldiği için cumhurbaşkanının yaptığı açıklamayla ertelendi. Nihayetinde 2021’in 30 Haziranında Genel Kurul yapıldı ve bizler MESAM tarihinin rekor oyuyla seçildik. İsterdik ki o seçimdeki rakiplerimiz bunu hazmetsinler ama hâlâ “MESAM’ı onlara bırakmayacağız” gibi açıklamalar… Sanki biz düşman bir ülkenin yurttaşıymışız, tepeden inme gelmişiz gibi… Ya da hâlâ siyasi saiklerle, “şunun adamı, bunun adamı” diyerek… Ben hayatım boyunca kimsenin adamı olmadım, birinin adamı olan küçük insandır zaten, sünepe insanlar birinin adamı olur. Kimse de bana talimat veremez. “Orayı Orhan Gencebay yönetiyor” diyorlar. Gencebay, 3 ay geçmesine rağmen ziyaretimize bile gelmedi, bir telefon açıp da “MESAM’da ne var, ne yok?” diye sormadı. Sektörün büyüğü olduğu için gerektiğinde tabii ki danışmak isteriz ama sadece Orhan Gencebay’a değil. Arif Sağ da başımızın tacıdır, yeni bir yasa yaparken ona da danışırız, Cahit Berkay’a da danışırız.

Bu söylediğinizde samimi misiniz?

Kesinlikle. Hatta sadece danışmak da değil, mümkünse bu çalışmaların içinde yer almalarını isteriz.

Türkiye tarihinde belki de eşi görülmemiş bir ayrışma, kutuplaşma yaşıyoruz. Bu temel siyasi ayrışmanın MESAM’a sirayet ettiği de bir gerçek. Sizin bunun neticesinde, buradaki görece özerk yapıyı ele geçirmek isteyen hükümet kanadının ya da hükümet yanlısı odakların bir aracısı olarak burada rol aldığınız imajı var. Bunda birkaç şeyin etkili olduğunu biliyorum. Bakanlık tarafından, sizin “geçici yönetim” dediğiniz kayyum heyetine atanmış olmanız bunlardan biri. Gerçekçi olalım istiyorum, samimi bir şekilde konuşalım. Siz, var olan işleyişte hükümetin, politik olarak tarafsız olduğunu iddia eden bir üyeyi geçici yönetime atayabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?

İnanıyorum. Vedat Çetinkaya Cumhuriyet Halk Partili kimliğiyle tanınır, geçici yönetimdeydi. Turhan Taşan, yine öyle. Fuat Güner, Atatürk Cumhuriyeti’nden zerre taviz vermeyecek solcu bir ağabeyimizdir, yine aynı geçici yönetimdeydi.

‘MİLLETVEİKİLİ ADAY ADAYI OLDUM ANCAK TABANI GÖRÜNCE VAZGEÇTİM’

Sizin ise AK Parti’den milletvekili aday adayı olduğunuzu biliyoruz…

Teşekkür ediyorum bu konuyu açtığınız için, on yıldır üzerinde tepinip duruyorlar. Evveliyatına gideyim. Ben, Sarıkamış, Çanakkale, Yemen, Balkan Harbi, şimdi Kıbrıs ve Kore üzerinde çalışıyorum. Gencecik savaşa sürülmüş olan insanlar… Ki ben savaş karşıtıyım, insan hakları savunucusuyum. Sarıkamışlıyım ve bu konuya hassas olduğum için Sarıkamış’taki törenlerde çıkıp konser veririm. Oradaki konserlere hükümet yetkilileri hep gelir. Hatta benim bir albümümü de Kültür ve Turizm Bakanlığı çıkardı. Kimin üzerinden biliyor musunuz? Nurettin Sözen, CHP’li eski Büyük Şehir Belediye Başkanımız.

2011’de de bana eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ve eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül bir konser sonrası yemekte beni mutlaka partilerinde görmek istediklerini söylediler. Ben teşekkür ettim, siyaseti düşünmediğimi söyledim. Dahası sahip olduğum dünya görüşü ortadadır, bunu da belirttim. “Hiç fark etmez” dediler. Dostlarım da milletvekili olmalısın dediler.

Burada araya gireceğim. Kendinizden bahsederken her fırsatta “demokratım, özgürlükçüyüm, dünya görüşüm bellidir” diyorsunuz. Yani aslında siz ideolojik olarak kendinizi mevcut iktidardan uzakta konumlandırmaya çalışıyor gibisiniz…

Benim AK Parti ile geçmişten bu yana yakınlığım olmamıştır. Hayatım boyunca bir siyasi partinin de üyesi olmadım. Bakanlardan gelen o davet üzerine “olabilir” diye düşündüm ve aday adayı oldum. Toplam sekiz gün sürdü çünkü partide üstte gördüğüm manzarayla altta gördüğüm manzara arasında çok fark vardı. Üsttekilerle daha entelektüel bir dil üslup kullanabilirken altta binlerce entrikanın döndüğü, birbirini ezmeye çalışanların olduğu bir siyasi yapı var. Bu bir partide değil, her yerde var. O manzara beni ürküttü ve sekiz gün sonra kendim aday adaylığından vaz geçtim.

‘ERDOĞAN BAŞKA SANATÇILARLA GÖRÜŞÜYOR, BANA RANDEVU VERMİYOR’

Aday adayı olduğunuza dair haberler var ancak aday adaylığından kendinizin çekildiğine dair bir habere, açıklamanıza rastlamadım ben.

Basına açıklama yapmadım çünkü nezaket kurallarına aykırı. Davet edilmişsiniz, bir süre sonra kendiniz çekilmişsiniz. Bu kadar, sekiz gün. Haberlere yansıdı diye on yıldır bunun üzerinde tepinip duruyorlar. Tekrar söylüyorum, hiçbir siyasi partinin üyesi değilim. Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olsa gider onlarla görüşürüm, onların Kültür ve Turizm Bakanıyla da samimi diyalog gerçekleştiririm çünkü bir meslek birliğinin yöneticisiyim.

Genel Kurul’dan önce asker kaçağı olduğum iddia edildi, FETÖCÜ olduğum iddia edildi ki hayatım boyunca hiçbir cemaatin kapısından geçmemiş, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının doğru olduğunu düşünen bir insanım. “AKP’lidir” dediler. Şuna emin olun, olsaydım göğsümü gere gere çıkardım, “Evet kardeşim, sen nasıl CHP’li isen ben de AKP’liyim” derdim. Olmayan bir şeyi neden bana giydirmeye çalışıyorsunuz. AKP destekliysem neden AKP yetkililerinden randevu alamıyorum? Neden Kültür Bakanı dışında kimseyle görüşemiyorum, sektörün sorunlarından bahsedemiyorum?

Kimlerden mesela?

Üç aydır Cumhurbaşkanından randevu talep ediyoruz, randevu vermediler bize. Ama bakıyoruz mesela, Cumhurbaşkanı çeşitli sanatçılarla bireysel olarak görüşüyor. Üstelik görüştüğü pek çok insanın bizim camiamızda, toplumda zerre kadar saygınlığı da yok.

Bir de bize “Saray beslemesi” diyorlar. Yahu Grup Yorum’un ağır bedeller ödemiş üyesi Zülfü Beyhan mı Saray’ın beslemesi? Sivas’ta yakılarak katledilmiş Muhlis Akarsu’nun yeğeni Selahattin Akarsu mu Saray beslemesi? Üst Kurul’a seçilen Alex Tataryan mı saray beslemesi? Yapıya baktığınızda yüzde 80-85 ağırlıkla sol dünya görüşüne sahip arkadaşlar var içimizde. 26 kişilik kadromuzun 11’i Alevi yurttaşlardan oluşuyor. Denetleme Kurulu’nda yer alan Erkan Yoksuli’nin babası Arapgirli Âşık Yoksuli, 12 Eylül işkencehâneleri yüzünden can vermiş bir insan. Her şeyden önce bu insanlara saygısızlıktır bu. “AKP burayı ele geçirmek istiyor” diyorlar. Ne yapsın burayı AKP? Ne işine yarar? Topladığı üç beş kuruşa el mi koyacak? Bakın az önce dağıtım belgelerini imzaladım. Bu dönem 18 milyon lira para dağıtacağız, stopajdan ve KDV’den dolayı bu para 12’ye iniyor. Zaten devlet alıyor vergi olarak bu payı. Tüm üyeleri kendisine çekmek istiyor desen, mümkün değil. Sanatçıyı baskı altına alamazsın.

‘BAKAN, ‘AŞILAMA ORANI ARTARSA MÜZİK YASAĞI SONA ERECEK’ SÖZÜ VERDİ’

Seçimden önce açıkladığınız vaatlerden biri, seçilmeniz halinde müzikteki 24.00 yasağıyla ilgili bir girişimde bulunmaktı. Bu konuda ne yaptınız?

Seçildikten on bir gün sonra Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile ofisinde bir araya geldik, ilk konuştuğumuz konu buydu. Bana Almanya, Belçika, Yunanistan’da da benzer uygulamalar olduğunu söyledi, “Orada da sınırlama var” dedi. Bilmiyordum böyle bir uygulamanın olup olmadığını. Ancak varsa bile, Almanya ve diğer ülkeler kendi müzisyenlerine bu pandemi döneminde yaşamlarını sürdürebilmeleri için olanak sağladı. 

Orada bir sorun da, Cumhurbaşkanı’nın yasakla ilgili "Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur" açıklamasıydı… Bunun pandemi, Covid-19 ile ilgili olmaması yani…

Evet, tepkiler haklıydı. Ben de tepki gösterenlerden biriyim. Biz bunu Bakan beye söylediğimizde dedi ki, “Siz sanatçılar yardımcı olun, toplumu aşılayalım, bir şekilde buna hep birlikte çözüm bulalım.” Biz de bir kamu spotu çekmeye, toplumu aşıya davet etmeye karar verdik. Şimdi o çalışmayı çeşitli sanatçılarla yürütüyoruz. Hurafelerle ilgilenmeyen biriyim, ben bilime inanırım. Bilim bu aşıyı bulmuş. Ama her aşıdan sonra böyle bir direnç var ve toplum yeteri kadar aşılanmadı.

Yani size, “aşılama beklenen düzeye ulaştığında gece 12 yasağı bitecek” diye bir vaatte bulundular. Bunu da burada kayda geçirmiş olalım.

Tabii. Ayrıca bakınız yakın zamanda MESAM’ın kendi binası olacak, MESAM TV açılacak, MESAM Lokali açılacak. Bunlar üyelerin talepleri. SGK sorunları var, bununla ilgili çalışma başlattık. Yeşil pasaport talepleri var, çalışma yapılıyor. MESAM kart çıkarıyoruz üyelerimize. Şehir içinde, toplu ulaşımda indirim alacağız, THY’den indirim alacağız, restoranlarda, İSPARK’larda indirim alacağız, sözlerini aldık.