Son on gün için küçük bir ihtiyat payı bırakarak söyleyelim; 16 Nisan'da her ne olacaksa olup bitti aslında. Hem sayısal sonuç açısından, hem de alınacak pozisyonlar açısından böyle. Pek çok araştırmada kararsız oranları hala yüksek ama bunların ne kadarının "kararlı kararsız", ne kadarının "saklanan kararlı" olduğu pek ölçülemiyor. Şimdiye kadar pek rastlanmayan "trendi tamamen değiştiren kararsız hareketinin" 16 Nisan'da olacağını düşünmek için de bir neden yok. Bu aşamadan sonra yarışı süratten ziyade dayanıklılık performansları belirleyecek. Yine de, olan bitene "sonuçtan" ilerisini görmek için bakmak lazım.
Bir haftadır referandum gündemine dair önemli neler oldu? Erdoğan Diyarbakır'da miting yaptı, hayır diyenlerin de "saygın" olabileceğini kabul etti ve kampanyasına hız verdi. Ülker reklamında subliminal darbe çağrısı keşfedildi. Bahçeli, Kayseri'de "Abdullah Gül niye gelmedi" diye, adresi belirsiz bir şikayet yaptı. Atilla Taş ve Murat Aksoy'un da aralarında bulunduğu bir grubun "tahliye" edilemeyişi ve sızdırılan Cumhuriyet iddianamesi hukuk skandalları dizisine katıldı. "Fırat Kalkanı" bitti açıklaması, Cumhurbaşkanı tarafından, "yenisine hazırlanıyoruz" şeklinde düzeltildi ve gerilim ibresi tekrar doğuya döndü. Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz için "kontrollü darbe" tartışmasını başlattı.
MHP ile koalisyon kurularak rota açıkça gösterilmiş olmasına rağmen, bazı çevreler ve yorumcular "Kürtlerin evet desteği" meselesini hep gündemde tutmaya çalıştı. Diyarbakır mitingine Erdoğan'ın bir sürprizle çıkacağı, "evet karşılığı" bazı vaatlerin gündeme gelebileceği dedikoduları dolaşıma sokuldu. Fakat Erdoğan, "baharı bekleyenler için sürprizler hazırladıklarını" söyleyerek çözümü değil operasyonları, hatta sınır ötesini işaret etti. Buna karşılık, Samer tarafından yine bu hafta açıklanan araştırmada, Kürt seçmenin bekleneceği gibi "hayır" tarafındaki net tutumunun sürdüğü görülüyor. Yani bu cenahta sandık sonucunu ve sonrasını etkileyecek bir yenilik yok.
Gerilim tırmandırma meseleleri açısından da zayıf bir hafta oldu. Avrupa krizi tazelenmeye müsait bir alana gerilemiş gibi. Küçük de olsa "evet" katkısı nedeniyle Avrupa mı biraz geri çekildi yoksa "iş ciddiye binmeye başladığı için" iktidar mı frene bastı bilinmez ama koca hafta, gerilim için "Ülker'in subliminal reklamı" iddiası dışında bir şey üretilemedi. Reklamdan örgüt imal edenler, cümlelerden akrostiş çıkaranlar, darbe direnişi için çağrı yapanlar. Hadise resmi açıklamalara konu olsa da, sosyal medya faaliyetinden ileri gidemedi, gofret ambalajlarının yakılmasıyla son buldu. 16 Nisan'ı etkileyecek bir şey değil ama bu irrasyonalite seviyesi kolay iyileşir mi?
Erdoğan'ın "hayır diyenler de saygındır" sözünden yumuşama okuma üzerine fazla söylenecek söz yok aslında. Ama bunu doğru kabul etsek bile nasıl sonuç yaratacağını anlamak güç; Hayır eğilimli hangi kararsız seçmen, "saygın dedi" diye evet safına geçecek. "Yalancısınız" demek için hayır çadırına dalan Erdoğan'ı izleyen AKP İl Başkanı'nın "başkanımızı bırakın elinizi sıkalım" diyen HDP'lilerle yüz yüze gelmesini de ayrıca not edelim. Bu arada, AKP'li köşe yazarları Erdoğan'ın kampanyaya ağırlık koyarak İstanbul'da ilçe yönetimlerini alarme ettiğini yazıyor. Bu Cumartesi de, (açılışa değil) doğrudan AKP mitingine çıkıyor. "Referandumdan partili Cumhurbaşkanı çıkması sakıncalı tabii"...
Bahçeli'nin çaresizliğini kampanyaya abanarak değil dikkatleri üzerinden uzaklaştırarak çözmeye çalışacağı belliydi. "Kampanyanın asıl sahibi AKP", "benden bu kadar" gibi sözlerle tavrını açık eden Bahçeli'ye, Tuğrul Türkeş de "sürecin başlatıcısı" payesinin yeterli olduğunu söyleyerek destek verdi. Fakat, MHP'nin durumu AKP'liler tarafından asla açıktan eleştirilmiyor, küçük sitemlere dahi izin verilmiyor. Bunların yerine, MHP'lilerin evet desteğini sağlamak için AKP'liler kafa yoruyor: Kulis haberlerine göre, hükümet revizyonu, bakan vermek gibi vaatlerin çare olup olmayacağı konuşuluyor. Çünkü, Bahçeli'nin çaresiz mecburiyeti kadar Erdoğan'ın ihtiyacı da sandıktan daha öteye gidiyor.
"FETÖ medya yapılanması davası"ndan 21 gazetecinin tahliye kararı çıkınca erken yorumlar yapıldı. Tahliyeleri cemaatle pazarlığa, yumuşamaya işaret sayanlar çıktı. Ama kararların mürekkebi kurumadan, sosyal medyadan açıkça tebliğ edilen talimatlarla tahliyeler durduruldu, yetmedi kararı verenler görevden alındı. Yine aynı haftanın içinde sızdırılan "Cumhuriyet iddianamesi" de, "normalleşme umudunun" ne kadar uzağında olunduğunun yüzlerce kanıtına eklendi. Bylock kullananla konuşmak, "gazetenin kurucu ilkelerinden ayrılmak" diye suçlar icat oldu. Yani "adaletten azade yargı" cephesinde yeni bir durum yok. Ama, "evet çıkarsa yargı bağımsızlığı tehlikeye girer" tabi.
MGK bildirisinde "Fırat Kalkanı Harekatı başarıyla tamamlanmıştır" deniliyordu. Hem "başarı" kısmı, hem de "şimdi ne olacak" sorusu boşlukta kaldığı için Cumhurbaşkanı şaşkınlığı gidermeye çalışıyor. Birinci etap bitmiş, ikincisi, üçüncüsü varmış. Şengal'de yeni Kandil ve Musul'da Pers milliyetçiliği tehlikesi doğmuş. Kerkük'te işgal girişimi olmuş, bayrak krizinde geri adım atılmazsa kötü olurmuş. Referandum kampanyalarının daha ilk günlerinde satın alınan bu "özgüven" çıkışlarının 16 Nisan sonuçlarını etkilemesi kolay değil ama tek kişilik maceralı "kılıç-kalkan" gösterisinin de son bulacağı yok. Fakat, "evet çıkarsa meclisin devre dışı kalması tabi çok tehlikeli"...
"Kontrollü darbe" tartışması daha çok taze ve nasıl devam edeceği henüz tam anlaşılamıyor. Kampanyayı tamamen Kılıçdaroğlu üzerine kuran Erdoğan için kolay tartışma argümanı mı olacak yoksa yine Erdoğan tarafından hayli tüketilmiş 15 Temmuz getirisindeki erimeyi mi artıracak? Medya ve propaganda gücü gerçeği değiştirmeye her zaman yetmese bile, gerçeğin etkisini kontrol etmekte daima işe yarıyor. Dolayısıyla, kuvvetli ve açık iddiaları gündeme getirmek yerine kapalı imalar sınırında dolaşan Kılıçdaroğlu karşısında, daha açık skandalları bile unutturmayı başarmış Erdoğan'ın işi daha kolay. Ayrıca 16 Nisan sonucuna etkisi açısından gecikmiş bir tartışma olduğuna da şüphe yok.
Geçen haftanın kaba özeti böyle. Görüldüğü üzere, 16 Nisan sonucunu etkileyecek gelişmeler açısından zayıf. Fakat , 16 Nisan'ın konusu olan meselelerin, "sonuç beklenmeden" yürürlüğe girdiği, normalleştirilip yerleşik hale geldiğini iyice belirginleştiren bir tablo bu. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un "hayır çıksa da başkanlık rafa kalkmaz" sözlerinden anlaşılacağı üzere, "kılıf arayışına" devam edilecek "fiili durum" derinleşiyor. Son günlerde iktidarın "evet yükseliyor" sevincinin, fiili durumu tartışma dışına taşımada ve muhalefeti "hayır sonucu"na sıkıştırmadaki başarıyla ilgisi olabilir.