Reform ve 49’lardan 101’lere Kürt de-formu

Diyarbakır’da ilk hamlede 101 kişinin gözaltına alındığı operasyon, iktidarın eski ekibi de toplayıp verdiği “reform” müjdesine tersmiş gibi görünüyor. Üç ihtimal var: ya MHP iktidarı sıkıştırmak için devreye girdi. Ya iktidar partisinin içindeki kavganın sonucu. Ya da her zaman olduğu gibi herkese reform Kürtlere deform yazısız kanunu yürürlükte. Üç durumda da iktidarı asıl rahatsız edecek şey, muhalefet, gerçekte ortada yok.

Ali Duran Topuz atopuz@gazeteduvar.com.tr

Tam da ılık reform rüzgarları eserken, kimse hasret kalmamış olsa da Cemil Çiçek’li, Bülent Arınç’lı, Efkan Ala’lı “eski ekibi” toplamışken, kendisini İçişleri ve Adalet Bakanı atamış Çakıcı’nın salvolarına hukukun gerektirdiği cevabı veriyor gibi yaparken polis yine sabah erkenden Diyarbakır’daki Kürtlerin kapısına dayanıverdi. İlk hamlede alınanlar 101 kişi. Dillendirilmiş reform perhizinin tam orta yerinde bu lahana turşusu ne peki? 101? “Bu bir ders” mi diyorlar? “Bu daha başlangıç!” mı? Sonu hiç gelmeyen başlangıç.

KÜRT OLMAK, KÜRT KALMAK

Başlangıç, “Büyük Sessizlik” döneminin, yani Dersim kırımının ardından ilk hamle 49’ların polis marifetiyle alınmasıydı. Aradan 60 yıl geçtikten sonra elbet el yükseltilecek, 101’lere varacaktı. 49’lar ne bir örgüttü, ne bir hareketti, ne de bir akımdı; sadece “Kürt olduklarını bilen”, “çok Kürt olduğunu” görene ve “Kürt olarak kalmak istediklerini ortaya koyan” kişilerdi. Kürt olmak bir sorun değildi elbette, kendiliğinden Kürt olanlar, kendinde-Kürtler çoktu çünkü. Fakat “Kürt kalmak istemek”, hani kendi-için-Kürt olmak, işte bu olmaması gereken bir şeydi. Onlar, devlet-için-Kürt olmalıydı, yani geçmişleri Kürtse bile gelecekleri Kürt olmamalıydı. Geçmişte kendi kalmayı başarmaları onların sorunuydu, şimdi mesele gelecekte devlet efendinin arzuladığı Kürt, yani Türk olmaya yönelmiş Kürt olmalıydılar.

İşte, 101’ler hamlesi, DTK’ya yönelik bir hamle; yani Kürt olmayı gören 49’lardan Kürt kalmak isteğiyle oluşturulmuş siyasal organizasyona yönelik bir hamle. Ufukta bir “reform” olsa bile, toplanmış eski ekip reform yollarını döşemeye girişse bile bu reformdan Kürtlerin payına düşecek şey en fazla de-form olabilir; her şey reforma edilirken Kürtler deforme edilecektir. Tıpkı, 49’ları tutuklayan Demokrat Parti’lilerin 1960 darbesinden sonra yargılanmasına rağmen, darbe “hukuk devleti”ne doğru en kudretli hamle olarak geniş özgürlükler içeren bir Anayasa yapmış olmasına rağmen, sonrasında “toplumsal barış” için bir af çıkardıklarında 49’ların affın dışında tutulması gibi.

MASUMİYET KARİNESİ, MAHRUMİYET KARİNESİ

Elbette, “siyasal çıkar” uygun olduğunda DTK ile protokolde karşılaşmak suç olmaz, fakat aynı çıkar yön değiştirdiğinde durumu örtmek için minik bir hafıza kaybı yeterlidir. DTK, DTK olarak mahkum edilmemişken DTK ile bağlantılı herkesin mahkum edilmesi tipik bir anti-hukuk işleminden ibaret: Masumiyet karinesi elbette geçerlidir fakat masum olan sadece hükümran olandır; kalan herkes her an herhangi bir şekilde suçlanabilir. Kaldı ki yazısız anayasada işbu karine Kürtler için “Mahrumiyet karinesi” olarak yazılıdır.

Bu girizgahı yapmamın iki sebebi var: Biri, reform olacaksa bile Kürtlere düşen payın ne olacağına dair geleneğin değişmeyeceğine dair tecrübe. Diğeri, reform meselesinde, eski ekibin toplanması meselesinde, iktidar koalisyonunun oyu küçük kendisi küçük partisi MHP ve açık-gizli ortakları ile oyu büyük ama kendisi küçüldükçe küçülen ortağının ilişkisindeki dengeleri konuşabilmek.

BİT PAZARINA YAĞAN NUR

İlkinden başlayalım: bu eski ekibin kerameti ne? Bitpazarına niye nur yağmaya başladı. Cevap, eski ekibin sahne alır almaz sergilemeye başladığı eski numaralarda. Arınç, Kavala gibi kamu vicdanını yaralayan dosyadaki kusuru açıkça söyleyerek, Demirtaş gibi kanunu kadimdeki rehin hükmü gereği alınan Selahattin Demirtaş’ı siyasetinden değil de kitaplarından överek, ekonomide, siyasette, günlük hayatta, sağlıkta birikmiş kriz çığlarına karşı yeni bir bariyer imkanlarını araştırmaya koyulmuş görünüyor. Rabbim aldıkça almaya başladı, verdikçe verdiği dönemdeki numaralar tutar belki gibilerinden.

Eski ekip geldi ama eski çamlar bardak oldu, köprülerin altından çok su, çok kan aktı. Eski ekibin çekip çevirdiği, aynı yollarda beraber ıslananlardan mürekkep partinin yerinde türlü çeşit şemsiyelerle kişisel iştahlarını doyurmaya dağılmış, birbirine omuz atan, yalılardan, plazalardan, konaklardan birbirinin üstüne bulaşık suyu saçan, kendi nefslerine mücahit gruplar gelmiş.

CEZAEVİNDEN ÇIKARILAN KOÇ BAŞI

İkinciye gelirsek, Meral Akşener, yekten söyledi: Çakıcı, CHP liderine saydırıyor ama canının acımasını beklediği kişi iktidarın küçülen partisi. Eski ekibi toplamanın sırrı da burada: Tek adam iktidarı için yapılan seri manevraların en büyük kazancı olağanüstü güçlü bir tek adam ise en büyük kaybı da o adamı büyüten partinin takatten kesilmesi.

Tabii parti eskiden, paylaşılacak nemalar azken hayli güçlü asabiye bağlarıyla bağlıydı birbirine, şimdi lokma artınca iştah arttı ve sadece rakiplerin değil, birbirilerinin paylarına ve güçlerine de kıskançlıkla bakıyorlar. Tek adamı istediği zirvelere doğru canı gönülden destekleyen Bahçeli, oradan düşmesi için yeterli gücünün bulunduğunu da gösteriyor; cezaevinden çıkarttığı yoldaşı sadece bir koç başı. Koç yumurtası lafları buradan çıkıyor.

KRİZLE YÖNETMEK, KRİZİ YÖNETMEK

Bu manzara, mütemadiyen kriz çıkararak yönetmekte ustalaşmış iktidar heyetinin, çıkardığı krizlere çözüm olarak giriştiği ortaklıklar ve geçirdiği dönüşümler tarafından rehin alındığını gösteren manzara. Söz konusu manzarada reform yapılacaksa bile kanunu kadimdeki “Kürtlere reform olmaz” hükmünün gizlenmesi şartı var. İşte bu şarta halel getirmeden çevirilecek dolaplar eski birlik halinde nispeten mümkündüyse bile artık imkansız gibi: Ne küçük ortak, ne iç çelişkiler etrafında mücadele eden gruplar bu gizlemeye göz yummuyor. 1960 darbecilerinin yaptığı gibi, “en ileri hukuk düzenini kurma” hamlesine girişilse bile yine tıpkı onlar gibi “Kürtler istisna” deme mecburiyeti var.

Toparlarsak: 101’ler darbesi ister parti içi çekişmeler nedeniyle iktidarın reform hevesine darbe vurmak isteyenlerin işi olsun, ister omnipotent iktidar için sürekli borçlanılan Bahçeli ülkücülerinin devletteki gücünden kaynaklı bir hamle olsun, isterse yeni bir çözüm süreci için “gücünü göstererek istediğini daha kolay alma”ya yönelik iktidar merkezinin Osmanlı usulü pazarlık oyunu olsun, tek bir şeyi açıklıkla gösteriyor: mevcut yeni Türkiye, yani kriz cumhuriyeti, Kürtler için bir zindan olarak tasarlanmış durumda. Kürtler dışarıda bırakılacaksa her türlü reformda anlaşmak elbette mümkün fakat ucu Kürtlere değecek bir reforma yönelecekse, herkes birbirine rehin durumda olduğu için yol alması pek mümkün değil. Arınç, Demirtaş ve Kavala adlarını sembolik olarak zikretti, Diyarbakır polisi rejim gerçeklerinin dilini konuşarak cevapladı bunu. “İki adım ileri bir adım geri” oyunu için ne zaman, ne zemin, ne de oyuncu kadroları uygun. Kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilki çağı geçti, kuyruğu birbirine bağlı kırklar çağındayız artık.

SIFIR TOPLAMLI DENKLEM

Sıfır toplamlı kriz denklemini bozabilecek bir güç çıkmadığı sürece, bu yeni yapı kendi her adımını geri alarak hareket etmek zorunda, faiz meselesindeki gibi. Döngüyü kıracak hamlenin gelmesi gereken yer doğal olarak “muhalefet” cephesi ve fakat onun da en büyüğü başka sembolik alametlerle bu işe hiç gönüllü olmadığını her fırsatta ortaya koyuyor: Mesela, “Demirtaş haksız yere yatıyor” demek hiçbir şey demek değil, onu Arınç bile söylüyor. “Yanındayız” filan lafları da yararsız, yanındayız demek başka, yanında olmak başka. Güneş ısıtır ama “güneş” demek ne ısıtır ne bulut dağıtır. “Hapislerdeki Kürt siyasetçilerin hepsi bırakılsın” demek çok mu zor. E, Çakıcı’yı ağırlayıp hediyeleşen Edirne Belediye Başkanı hala CHP üyesi ise tabii ki zor. Mesela Kürtlerin de oyuyla seçilmiş İstanbul’un belediye başkanı İmamoğlu, “Kürtler yok olmadan” huzur bulamayacak Nihal Atsız’ın ruhunu şad etmek için adını İstanbul sahillerinde bir sokakta ölümsüzleştirdiyse tabii ki zor.

Anlaşılan, Cumhur İttifakı'ndan gelen çatırdama sesleri, onun rakibi görünen Millet İttifakı için gemiyi sağa çekmekten başka ihtimal düşündürmüyor. Türkeş adını genel başkan düzeyinde yardıma çağırmanın başka ne anlamı olabilir? Sürekli sağa çark ederek sosyal demokrat solu bulacağını uman tuhaf bir kaptan heyetiyle gidilecek yeri söylemek bana düşmez ya şimdilik beterin beteri var demekle yetineyim.

NOTLAR

1
Bugün hukuk görünümlü saldırı hedefi olan DTK, bir zamanlar iktidarın makbulü değilse bile, protokolde yar alacak kadar meşru gördüğü bir kuruluştu.
DTK, siyasal iktidar, siyaset ve ceza hukuku ilişkileri çerçevesinde durumu iyi anlatan bir yazı için bakınız.

2
Yazının son şeklini almasında Yektan Türkyılmaz’ın dostluğunun payı var; özellikle 49’ların anlam ve önemine dair yorumlardaki payı büyük. Tabii, hata, kusur, eksiklik bana ait. Yektan’ın Arınç’a dair yorumu da bence hayli önemli, son yazdıkları ve konuştuklarını bakan kaybetmez.

3
İki büyük ittifak da Kürtlerin oyunu istiyor ama Kürtlerin kendilerine ait bir siyasal organizasyonu olmadan olsun istiyor. İktidarın yatıp HDP’ye, kalkıp HDK’ye vurması bu yüzden; “muhalefet”in de yarım ağızla Demirtaş’ın haklarının ihlal edildiğini söyleyip, mapus damındaki diğer Kürtleri ve yoldaşlarını hiç anmaması yine bu yüzden. Arınç, Devran’ı överken, “Siyaseti bıraksa yazar olsa en iyisi” demeye de getiriyordu sanki.

4
Geçen hafta bir vahim video yayıldı her yere. Bir kötü adam, cadde ortasında el kadar çocuğu tekme tokat dövüyor, kaldırıp yere (asfalta) çalıyordu. Etrafta kimseciklerin sesi çıkmıyordu. Sonra video yayılınca güzel ruhlu insanlar infiale kapıldı, kızdı, küfretti, ağladı filan. Savcılar da koşu adamı alıp tutukladılar. Güçlüden zayıfa pervasızca akan bu şiddet herkesi rahatsız etti ama ondan rahatsız olanlar Kemal Kurkut kararına pek de ses etmedi; Şenyaşar ailesinin göz göre göre yok edilmesi girişimine oralı bile olmadı. Sınırlarından boşalmış şiddetin adisine kızıp siyasalına ses etmeden arkasını dönenler, HDP ve DTK’ye yönelen hukuk görünümlü şiddete ses etmeyenlerle aynı konumda.

5
Nihal Atsız’ın adını bir sokağa vermek yetmez; açık sözlü bir soykırımcı ve keskin bir düşmanlık kaşifi olarak heykellerini dikmek de gerek. Muhalefet başladıysa iktidar tamamlasın, Topal Osman aşkını paylaştıkları gibi. Bakın ne demişti:

"Türk ırkı oluk gibi kanı ve sayısız emeği pahasına yurt edindiği Türkiye’ye göz dikenleri ne yapabileceğini göstermiş, 1915’de Ermenileri, 1922’de Rumları bu ülkede yok etmiştir."

Nihal Atsız, “Kürt” denilince hemen söylenen tekerlemeye de çok uygun: O sadece Kürtlere düşman değildi, Lazlara, Çerkeslere, Pomaklara, Boşnaklara, Arnavutlara… aklına gelebilecek her kavme düşmandı, buyrun vasiyetidir:

“Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı Yardımcın olsun!”

Oğlu vasiyete itibar etmedi ama anlaşılan iktidar ve muhalefet ittifakları oğulun bıraktığı boşluğu doldurmaya hazır.

6
Madem bit pazarına nur yağıyor, 49'lar meselesine dair iki eski yazı:

https://utay-alidurantopuz.blogspot.com/2012/12/serafettin-elcinin-49larla-baslayan.html?m=0

https://utay-alidurantopuz.blogspot.com/2015/12/canip-yldrm.html?m=1

Tüm yazılarını göster