Reha Ruhavioğlu, bölgedeki süreci değerlendirirken mümkün mertebe sayısal verilerden ve sahadaki gerçeklerden hareket etmeyi tercih eden bir isim. Sahadaki verilere ilk elden ulaşabilme imkanına sahip olan Ruhavioğlu, bölge insanının devletten yana iyi niyet gördüğünde maruz kaldığı ihmal ve eşitsizliğe rağmen tüm ön yargı ve ideolojik angajmanlarını bir kenara bırakabildiğini ifade ediyor. Bölge insanının bu süreçte Sağlık Bakanı Koca’yı başarılı bulmasına rağmen hükümeti bilgi akışı noktasında şeffaf bulmamasına dikkat çeken Ruhavioğlu, iktidarın tam da salgının ortasında kayyım atamasına nasıl enerji harcayabildiğini ve buna nasıl motivasyon bulabildiğine şaşırıyor.
Türkiye, dünyayla birlikte önceden öngörmesi mümkün olmayan
büyük bir krizle yüzleşti. Bu süreçte halk olarak iktidarın
beceriksizleriyle, yanlış kararları ve karartmalarıyla karşılaşmak
ve bunlara tahammül etmek durumunda kaldık. Ancak politik olarak
kırılgan, ekonomik olarak geri bırakılmış, ağırlıklı Kürt halkının
yaşadığı bölgeler, bu beceriksizliklerin yanı sıra bir de ihmal ve
eşitsizlikle mücadele etmek zorunda. Salgın günlerinde genelde hep
büyükşehirler ama özellikle de metropoller konuşulur ama Doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki duruma ilişkin çok az insan bilgi
sahibidir. Korona virüsü sürecinde hem bölgenin nabzını tutmak hem
de devletin ihmal ve beceriksizliğinin bölgeye yansımalarını
değerlendirmek üzere bizzat bölgede yaşayan ve bölgeye ilişkin
araştırma ve analizleriyle dikkat çeken Reha Ruhavioğlu ile
konuştuk.
Reha Ruhavioğlu
DİYARBAKIR’DAKİ TEST ORANI DÜŞÜKLÜĞÜ, TÜRKİYE’DEKİ
EŞİTSİZLİĞİ GÖSTERİYOR
Diyarbakır başta olmak üzere hükümetin bölgede korona
virüsü salgınına ilişkin önlemlerine ilişkin ne düşünüyorsunuz? Her
ilde test yapılabiliyor mu, önlemler yeterli mi?
Yaşadığımız şey, her ne kadar gelmekte olduğunu haber verse de
yaşayan hemen herkes için benzeri görülmemiş bir şey. Dolayısıyla
herkes bir anda kendini salgının içinde buldu denilebilir.
Elbette bu durum fertler için anlaşılabilir, ama hükümetin de bu
noktada olması makul karşılanamaz. Türkiye’nin bütün çevresini
sardığı bilinen bir virüs karşısında sağlık alt yapısı, test
hazırlığı, tedbir gibi başlıklarda hükümet de süreci geriden aldı
maalesef. En az 40 gün zaman kazanmış bir ülkenin Avrupa ve umreden
gelen vatandaşların ilk iki-üç grubunu sadece ateş ölçümüyle
evlerine dağıtması, günde bin civarı test ile başlaması, bölgedeki
şehirlerde uzun zaman test yapılamaması, sorunu büyüten
özensizlikle oldu diyebilirim.
Diyarbakır Tabip Odası’nın yaptığı açıklamalarda özellikle test
sayısının düşük olduğuna dair vurgulu açıklamalar yapılıyor.
Veriler de bunu doğruluyor. Türkiye’nin toplam nüfusu 83 milyon 154
bin, Diyarbakır nüfusu 1 milyon 756 bin; bu Türkiye nüfusunun
yaklaşık olarak 1/40’ını oluşturuyor. Türkiye geneli yapılan test
sayısında ise Diyarbakır’a düşen toplam test 1/300’e denk geliyor.
Bu oranlar bölge açısından kaygıyı ve daha da önemlisi güvensizliği
yükselten durumlar. Mesela, Rawest Araştırma’nın bölgede yürüttüğü
saha araştırmasında Sağlık Bakanı başarılı bulunurken devlet
kurumlarının paylaştığı bilgilere güven düşüktü.
HERKES SALGINLA UĞRAŞIRKEN KAYYIM ATANMASI AHLAKİ BİR
SORUNDUR
Kayyımların atanmasının, bölgedeki salgına ilişkin
olumlu ya da olumsuz etkileri oldu mu?
Kayyım atamalarının öncesinde OHAL’in ilan edilmesiyle beraber
çıkarılan KHK’ler ile belki bugünün aciliyetine cevap olabilecek
birçok STK kapatıldı. Bu, bugün belki salgınla beraber yerelin
dinamiklerini daha iyi bilen ve bu sebeple daha hızlı hareket
edebilecek altyapıyı ve işleyişi de zayıflattı. Kayyım atamaları da
bu durumun devamından çok farklı değil. Ama yine de herkes salgınla
mücadeleye yoğunlaşmış ve belediyeler süreci anlama, sürece
hazırlanma ve sahada çalışmalara başlamışken bir sabah belediyelere
kayyım atanmasının akıl edilmesi hem moral hem insanilik duygusunu
daha da zedeledi. Sadece kayyım atamaları, salgınla mücadele
çalışmalarını, ilgili yerlerde en az 1-2 hafta ötelemiştir. Bir
yandan merkezi işleyişteki muğlaklık ve belirsizlik, öbür yandan
yerel yönetimlere kayyım atanarak onların da merkezi politikanın
tamamen angajmanına çekilmesi, çoğunluğu politik olan bölge
kamuoyunun güvensizliğini arttırıyor.
İZOLASYON KURALLARI, BİLİNÇSİZLİKTEN ÇOK EKONOMİK
KOŞULLAR NEDENİYLE İHLAL EDİLİYOR
.
Salgının bölgedeki ekonomik etkilerine ilişkin neler
söylemek istersiniz? Yıkıcı bir etkisi oldu mu? Küçük iş yeri
sahipleri bu süreçten nasıl etkilendi?
Türkiye genelinde salgın öncesindeki büyük ekonomik buhrana
girilmeden önce bölgede çatışmalı sürecin yeniden başlamasıyla
beraber ekonomik durum bozulmaya başlamıştı. Sonrasındaki malum
ekonomik kriz ve devamında ortaya çıkan bu salgın, kriz halini daha
da derinleştirdi. Türkiye yoksulluk haritasına baktığımız zaman
geliri 15 bin TL’nin altında seyreden illerin neredeyse tamamını
Kürt illeri oluşturuyor. Bu aynı zamanda günübirlik işlerde
çalışmak durumunda olan, bu şekilde evin geçimini sağlayan kişi
sayısının yüksekliğini de gösteriyor. Ekonomik tedbir paketlerinin
şu an için güçlü bir etkisi yok. Bu durum da daha büyük kaygılara
sebebiyet veriyor. Bakan Soylu daha önce yaptığı açıklamada bölgede
sosyal izolasyonun sağlanmadığından şikâyet ediyordu. Her ne kadar
söylediğinin bölge ile sınırlı olmadığını her gün haber
bültenlerinde izliyorsak da bu durumun “bilinç” meselesinden ziyade
yukarıda bahsettiğimiz sosyoekonomik şartların yansıması olduğunu
görmek ve buna uygun hızlı ekonomik tedbirler uygulamak gerekiyor.
Hükümetin büyük kuruluşlardan önce en aşağıda, geçim sıkıntısı
yaşayan insanlara acil destekleri hızlandırıp çoğaltması gerekiyor.
Aksi takdirde evde kal çağrıları ve uygulanması bir orta ve üst
sınıf romantizmine boğulabilir, bu çağrıların ahlaki sorgulamaları
çoğalıyor biliyorsunuz.
KORONA VİRÜSÜ, GÜVENLİK POLİTİKALARININ TOPLUMA ZARAR
VERDİĞİNİ DAHA NET GÖSTERDİ
Bölgede salgının yarattığı tahribata karşı yerel
dayanışma ağları oluşturuldu mu? Ya da toplumsal dayanışma salgının
yıkıcı etkilerini dengeleme noktasında nasıl bir rol
oynadı?
Aslında bölge denilince hem sivil toplumun hem toplumsal
dayanışma ağlarının güçlü olduğu bir fotoğraf canlanıyor gözümüzde.
Ama daha önce de söylediğimiz gibi OHAL süreciyle sivil toplum,
yaratılan korku iklimi sebebiyle bu faaliyetlerden
uzaklaştı/uzaklaştırıldı. Aslında bugün cılız bazı kampanyalar,
ağlar dışında başka durumların önüne geçmiş oldu. Belki tam da bu
noktada güvenlik politikalarının virüs sebebiyle nasıl olumsuz
etkilerinin olduğunu da müşahede etmiş oluyoruz. Elbette bununla
birlikte bireysel ve kolektif ölçüde dayanışma kampanyaları
sürüyor. HDP’nin kardeş aile kampanyası, kent dayanışmaları, her
çevreden sivil toplum örgütlerinin kendi güçleri oranında yürüttüğü
dayanışma çalışmaları var.
KÜRT SEÇMEN, İYİ NİYET GÖRDÜĞÜNDE İDEOLOJİK BAGAJLARINI
BİR KENARA BIRAKABİLİYOR
Kürt halkı, bu süreçte hükümetin performansına ilişkin
ne düşünüyor? Size göre hükümet, süreci hem Türkiye hem de bölge
genelinde şeffaf yürütüyor mu?
Rawest Araştırma, salgının Türkiye genelinde ciddi şekilde
konuşulduğu ilk günlerde (18-21 Mart tarihleri arasında) dört Kürt
büyükşehrinde (Diyarbakır, Mardin, Urfa, Van) bir araştırma
gerçekleştirdi. Bu araştırmada her iki kişiden birinin hükümetin
şeffaf olmadığını düşündüğünü, yine devlet kurumlarının paylaştığı
bilgileri güvenilir bulanların oranının yüzde 41’de kaldığını
gördük. Bununla beraber Sağlık Bakanı'nın kişisel performansının
devlet kurumlarına nazaran daha başarılı bulunduğu ortaya çıktı. AK
Partililerin sadece yüzde 3’ü HDP’lilerin ise yalnızca yüzde 31’i
bakanın başarılı olmadığını düşünüyor. Bu durum aslında iktidar ile
çok uzun süredir bir güven bunalımı yaşayan Kürt seçmenin bir iyi
niyet gördüğünde salgın döneminde ideolojik bagajlarını bir tarafa
koyarak meseleye yaklaşabildiğini de gösteriyor. Bakan konusunda
iyimser olan seçmenin hükümetin süreci yönetimini iyi ve güvenilir
bulmadığı vurgusu burada daha anlamlı hale geliyor.
MASKE SATIŞININ YASAK OLMASI BÜYÜK SORUN
Hastane ve sağlık çalışanların durumuna ilişkin
“Diyarbakır’da hekimler kendini koruyamaz halde” şeklinde bir haber
çıkmıştı. Sağlık çalışanları ve hastanelerde son günlerde bir
iyileşme yaşandı mı? Sivil halk, maske, dezenfektan ve koruyucu
malzemelere rahatlıkla ulaşabiliyor mu?
Yaptığımız araştırmada dezenfektan, maske ve eldiven gibi
ürünlerin temin edilmesinde yüzde 50’nin altında bir oran vardı.
Vaka sayısının artması, koruyucu önlemlerin artmasıyla beraber bu
oran muhtemelen yükselmiştir. Ancak halen çok önemli oranda insanın
bu temel hijyen malzemelerine ulaşımında problem yaşadığını
görüyoruz. Maske satışının yasak olması, ücretsiz dağıtılacağının
söylenmesi ama henüz toplumun çoğuna ulaşmamış olması büyük
problem. Mesela markete gidiyorsunuz maskesiz almıyorlar, maske de
vermiyorlar. Eğer maskeniz yoksa market alışverişi yapamıyorsunuz.
Bu, bir-iki kez bizzat şahit olduğum uygulama mesela.
İNFAZ YASASI, AYRIMCILIĞA MARUZ KALMA HİSSİNİ
GÜÇLENDİRİYOR
.
Meclisten geçen yeni infaz yasası ve cezaevinden
tahliyeler bölgede nasıl değerlendiriliyor?
Hem adli hem de siyasi suçların işlenme oranlarına baktığımızda
Kürt illerinden hüküm yemiş cezaevinde yatan kişi sayısının çok
yüksek seviyelerde seyrettiğini görüyoruz. İnfaz paketinin düşünce
özgürlüğü kapsamına girebilecek, şiddete bulaşmamış birçok ismi
ıskalayarak salt adli bir yaklaşımla düzenlenmesi bir rahatsızlık
uyandırıyor. Hele ki “Doksanlar” diye tabir edilen yakın dönemin
karanlık ilişkileriyle özdeşleşmiş ancak bu dönemde dahi
yargılanamamış isimlerin 2020 yılında salıverilmeleri siyasal
olarak da bazı kaygıları güçlendirdiği gibi toplumsal vicdanı da
rahatsız ediyor. Hem salgın dönemindeki son kayyım atamaları hem de
infaz düzenlemesi, toplumda bir ayrımcılığa uğradığı/uğrayacağı
hissini güçlendiriyor. Yardım toplayabilme faaliyetlerinin
hükümetin sınırladığı alanlarda kalması, İstanbul ve Ankara gibi
büyükşehir belediyelerinin bağış toplama kampanyalarına yasak
konulmasının etkileri buraya kadar yansıyabiliyor.
Bölge insanı salgın döneminde ihmal ya da ayrımcılığa
uğradığını düşünüyor mu? Sizin bu konuya ilişkin değerlendirmeniz
nedir?
İnfaz yasası siyasi mahpuslar ve düşünce mahpuslarını dışarıda
bırakıyor. Herkes salgınla mücadeleye yoğunlaşmışken hükümet bir
yandan kayyım atama meselesine akıl ve enerji ayırabiliyor. Öbür
yandan kendisini sivil toplumun da içinde ve güçlü şekilde
konumlandırarak sivil toplum ve yerel yönetimlerin hareket ve
dayanışma kabiliyetini zayıflatıyor. Ankara, İstanbul gibi
örneklerde bizzat engelliyor. Burada hükümet, kendi dışındakileri
salgınla mücadele bağlamında öteye itmiş oluyor. Ama Kürtler
bağlamında bunun ötesinde bir ayrımcılık başlığı daha kendini güçlü
şekilde gösteriyor.
Salgın dönemleri kutuplaşmanın bir kenara bırakılacağı,
toplumsal barışın tesisi için imkan da sunan krizlerdir. Ama bunu
tercih eden aktörlerin olması koşuluyla. Göründüğü kadarıyla
hükümet, kendi çevresini atomize etmeyi, ötekileri gayet kaba bir
şekilde ötelemeyi seçmiş görünüyor. Ama ben bu süreçte kendi
tabanının da bu ayrımcılığı onayladığını düşünmüyorum. AK Parti
bunu göremiyor olamaz, yani tanıdığımız AK Parti’nin bunu görmesi
ve gözetmesi gerekirdi. Ama takdir edersiniz ki AK Parti epeydir
tanıdığımız AK Parti değil.
Reha Ruhavioğlu kimdir?
Araştırmacı. Diyarbakır’da yaşıyor. İslami sivil toplum, İslami
medya İslami siyaset, Kürt meselesi ve çatışma çözümü gibi
konularla ilgileniyor. MAZLUMDER Diyarbakır Şubesi ve Genel
Merkezi’nin çeşitli yönetim kademelerinde görev aldı. HAK
İnisiyatifi Derneği’nin kurucu üyelerinden biri olarak kurumun
Diyarbakır Temsilciliği'ni üç yıl sürdürdü. Türkiye’de yaşayanlar
başta olmak üzere Kürtlerle ilgili siyasal ve sosyal araştırmalar
yürüten Diyarbakır merkezli Rawest Araştırma’nın kurucularındandır.
Rawest ve çeşitli kuruluşlar bünyesinde bugüne kadar pek çok sivil
toplum araştırmasının yürütülmesinde yer almıştır.