AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2017 Anayasa Değişikliği halkoylamasına ilişkin söylediği “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimi, rejim değişikliğini tanımlamak için sembolikti. OHAL koşullarında, kişilerin hukuki güvenliği ve kurumların yürütmeden özerk davranma yeteneğinin ortadan kaldırıldığı bir dönemde Türkiye’nin rejimi değiştirilmiş, doğru ifadeyle, halkoylamasının 2 milyon mühürsüz oyun kanuna aykırı olarak YSK tarafından kabulü ile “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti.” Rejimin kurucu miti olarak inşa edilmeye çalışılan 15 Temmuz 2016 darbe girişimine karşı “demokrasi nöbetleri” tutmadı; bugün çok düşük bir profilde yapılan gönderme ve anlamlardan bunu anlıyoruz. Ama rejim 20 Temmuz’da kurulan OHAL düzeninden vazgeçemiyor. Hatta OHAL içerisinde kullandığı araçları sürekli kullanmakla kalmıyor, bu araçları çeşitlendiriyor ve yaygınlaştırıyor. OHAL döneminde çıkarılan “kanun gücündeki kararnameler”, OHAL’in anayasal statüsü bakımından tamamen hukuka aykırı olarak kullanılmış olsalar da şeklen “kanun gücünde”ydiler. Bugün, olağanüstü hâl ilan edilmemişken bu kararnameler ile yapılanlar, (örneğin, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması) genelgeler ile yapılabilir hale geldi. Olağanüstü tedbirler, bir olağanüstü hâl ilanına gerek olmadan uygulanıyor, denetim mekanizmaları işletilmiyor. OHAL KHK’leri yasa haline getirildi, OHAL’in araçları olarak kullanılan bu kararnameler, olağan dönemi kurdu ve yürürlükteler. Süresi iki yıl olarak belirlenen Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun süresi birer yıllık aralarla uzatılıyor, on binlerce yurttaşın adalete erişimi olağan dönemde bu yolla uzatılıyor. Ama yetmiyor, çünkü rejimin bu iktidar teknolojisine her şeyden çok ihtiyacı var.
TBMM’ye sunulan torba kanun teklifinin üç maddesi ile olağanüstü halin, rejimin işleyişinin sürdürülmesi için gerekli en etkili araçlarının üç yıl daha uzatılması var. Teklifin 12. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’nun üç yıl süre için getirilmiş geçici 19. maddesindeki kişi özgürlüğü ve güvenliğine aykırı düzenleme üç yıl daha uzatılıyor. Teklifin 19. maddesi ile OHAL önlemleri bakımından araçları çeşitlendirerek olağan dönemi OHAL’e çeviren 7145 sayılı kanunun geçici 1. maddesindeki, TMSF’nin kayyum olarak atanmasına ilişkin hüküm üç yıl daha uzatılıyor. Elbette vazgeçilemeyecek bir araç olarak ve Anayasa Mahkemesi’nin 7086 sayılı kanun hakkında verdiği karara rağmen, kamu görevlilerinin OHAL tedbiri olarak ihraç edilmesi, teklifin 22. maddesinde yer buluyor.
Soruların doğru sorulması, yanıtların anlamlı olmasını sağlar. AKP-MHP ittifakı yönetemiyor ve 'ilk seçimde gidecekler' gibi yanıtlardan başka yanıtlara ihtiyacımız olduğu açık. Bu yüzden, neden AKP-MHP ittifakının, bataklığa gömülen birinin uzatılan çubuğa tutunduğu gibi OHAL önlemlerine tutunduğunu sormak gerekir. En yüzeysel yanıtı -ki doğrudur-, iktidarda kalabilmek için buna ihtiyaç duyduğudur. Siyasal rakiplerini baskı altında tutabilmek için; halkın katılım araçlarının, protesto hakkının, toplanma hakkını kullanarak demokrasi talep etmenin kanallarını tıkayabilmek için buna ihtiyacı vardır. HDP’ye her cephede; CHP’ye, İYİ Parti’ye ve diğer parlamenter muhalefete karşı çeşitli biçimlerde girişilen saldırıları, bunların cezasız kalmasını mümkün kılabilmek için bu düzene ihtiyacı vardır. Soma’da işçileri, İkizdere’de köylüleri, tüm toplumsal hareketleri bastırmak için buna ihtiyacı vardır. Bu yüzeysel yanıtın yüzeysel sonuçları olarak Hilal Kaplan’ı TRT Yönetim Kurulu’na, Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne, Erkan İbiş’i Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na, İrfan Fidan’ı AYM’ye atayarak kurumları yağmalamayı görebilirsiniz. Süleyman Soylu’nun –ki son torba kanundaki ilgili maddelerin onun katkısı olduğu söyleniyor- yaptıklarını yapabilmesinin yolu 20 Temmuz düzenidir. Yüzeyi biraz daha kazarsanız, işçilerin karşısına çıkan alay komutanının kimin çıkarını koruduğunu, deresini toprağını koruyan köylülerin kimin çıkarı için dövüldüğünü görürsünüz. İhale çetelerini, yağma ve vurgunu, mafya, devlet ve sermaye ilişkilerini…
Kazdıkça benim ulaştığım sonuç şu: Rejimin kuruluşu, 15 Temmuz 2016’nın ardından kurulan demokrasi nöbetleri değil, 2015 ortasında verilen siyasal kararladır. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından gelen şiddet sarmalıyla kurulan ittifak, zaten fiilen ve özel güvenlik bölgeleri, Ahmet Davutoğlu imzalı kamu görevlilerini uzaklaştırma genelgeleri gibi gayri hukuki mevzuat işlemleriyle zaten bu kararı vermiştir. Fethullahçı çetenin devleti ele geçirme girişiminin karşı cephesi bir demokrasi cephesi değil, devleti ele geçirmenin bir başka cephesi olarak inşa edilmiştir. 15 Temmuz bu nedenle rejim tarafından inşa edilmeye çalışıldığı gibi halkın gözünde bir kurucu olay haline gelememiştir. Çünkü rejim sürekli 2015’e dönmekte, kendini 7 Haziran 2015’e göre kurmaktadır.
Bu nedenle, yanlış soruya verilen “yönetemiyorlar” ya da “ilk seçimde gidecekler” yanıtları da yanlış sonuçlara yol açıyor. Evet olağan araçlarla yönetemiyorlar; ama sürekli geliştirdikleri ve yaygınlaştırdıkları olağanüstü araçları var. Bu araçlarla da baskıcı bir rejimi sürdürebiliyorlar. Evet oy oranlarındaki erimeye bakılırsa ilk seçimde gidecekler ama “Atı alanın Üsküdar’ı geçebileceği” araçlar için çalıştıklarını gizlemiyorlar.
Rejimin elindeki olağanüstü araçlara karşı hukuk devleti ve demokrasi mücadelesi vermeden, bu araçları olağan bir hukuk devleti inşa edecek biçimde rejim ittifakının elinden alınmadan bir siyasetten bahsetmek mümkün olmadığı için “gidiciler” ve “yönetemiyorlar” ifadeleri siyasi bir anlam ifade etmiyor. Demokratik demiyorum; ama siyasetin yani toplumsal sınıfların talepleri ve bunların kamusal karşılıkları alanının yeniden kurulabilmesi için öncelikle rejimin edindiği, süreklileştirdiği, geliştirdiği ve yaygınlaştırdığı olağanüstü araçları elinden almak gerekiyor.