Koskoca bir markanın hayatını, üç saniyede cehenneme çevirmek
mümkün müdür? Her şey gayet normalken, sadece üç saniye sonra,
işler tepetaklak olabilir mi? Bir markayı çok seven milyonlarca
insan, üç saniyede o markadan nefret edebilir mi?
Kişisel bakım ürünleri markası Dove, geçen hafta Amerika
Facebook sayfasında yayınladığı üç saniyelik reklamla bu soruların
hepsine (istemeden de olsa) cevap verdi.
Bu reklam, Dove duş jeli reklamıydı. Siyahi bir kadın, üstündeki
çikolata renkli tişörtünü çıkarıyor ve aniden beyaz tişörtlü, beyaz
bir kadına dönüşüyor. Sonra bu beyaz kadın da tişörtünü çıkarıp
buğday tenli bir kadına dönüşüyor. Bu kadar. Toplam, üç saniye.
Dünya, hafifçe ayağa kalktı ve Dove ırkçılıkla suçlandı. Önce
sosyal medya, sonra gazeteler, sonra televizyonlar, haber
programları, röportajlar filan. (Sadece siyah ve beyaz kısmında
sorun vardı. Kimse, reklamdaki üçüncü kadınla ilgilenmedi
bile.)
Üçüncü kadının önemi yoktu. Siyahi kadın, Dove vücut şampuanıyla
“temizleniyor” ve beyazlıyordu. Gerisi hikâyeydi. Düpedüz ırkçılık
değil miydi bu?
Reklamlarda bu tarz ırkçılığın tarihi, 1800’lere kadar gidiyor.
Fairy sabunlarının reklamında, beyaz tenli gürbüz ve temiz çocuk,
siyah tenli “pis” çocuğa, “Neden annen seni Fairy sabunla
yıkamıyor?” diye soruyor mesela.
Böyle başka sabun reklamları da var o dönemlerde. Küvette
yıkanıp beyazlayan ve mutlulukla aynaya bakan siyahi çocuklar, “5
küçük zenci, sevinçle haykırıyor. Cook’s Sabunları, siyahı beyaza
çeviriyor.” diyen şiirli reklamlar var. Bu kadar açık seçik, bu
kadar net, bu kadar iğrenç bir ırkçılık.
O reklamların üzerinden 200 yıl geçmiş, sene olmuş 2017... Hâlâ
olabilir mi böyle şeyler?
Yıllardır “Güzellik yüz şekli, vücut tipi, beden ölçüsü, etnik
köken, ten rengiyle tanımlanamaz.” diye bağırıp duran, bütün marka
stratejisini “gerçek güzellik” üzerine kuran hassas Dove’un, 200
yıl önceki gibi ırkçılık yapabileceğine nasıl oldu da hemen
inanıldı? Neden bu kadar aşırı tepki gösterildi?
İnanıldı çünkü Dove, ortada bir “suç” olduğunu kabul etti,
reklamı apar topar yayından kaldırdı ve özür diledi.
“Yayınladığımız reklam, farklı ırklardan kadınların temsili
konusundaki hassasiyeti ıskaladı. Yol açtığı durumdan derin üzüntü
duyuyoruz.” dedi.
İnanıldı çünkü Dove özür dilemelere doyamadı. Bir süre sonra,
daha uzun bir açıklama yaptı. “Dove duş jelinin, tüm kadınlara
hitap ettiğini vurgulamak ve çeşitliliği kutlamak amacıyla yola
çıkan bu iş, çok yanlış yönlere gitti. Bu durum hiç yaşanmamalıydı.
Bütün samimiyetimizle yürekten özür dileriz.” dedi.
İnanıldı çünkü Dove sabıkalı. Daha önce de çeşitli “hassasiyet
ıskalama” olayları olmuş, daha önce de ırkçılıkla suçlanmış, daha
önce de “Ya yok öyle bir şey, bir hata oluverdi işte.”
demişti...
2011’de mesela, yine bir Dove duş jeli reklamında, duştan çıkmış
(havlulu) üç kadın vardı. Arkalarındaki duvarın bir yarısı kırışık,
diğer yarısı pürüzsüzdü. “Önce” ve “sonra”yı gösteriyordu bu iki
taraf.
Tesadüf bu ya, o buruş kırış ve pürüzlü taraftaki “önce”
yazısının altında siyahi bir kadın, düzgün taraftaki “sonra”
yazısının altında da beyaz bir kadın duruyordu. Tepkiler gelince,
“Yemin ederiz ki, fotoğrafta öyle denk gelmiş kadınlar. Kötü bir
niyetimiz yoktu.” demişti Dove. (Neden hep beyaz kadınlara doğru
bir “denk geliş” olduğu konusunda bir şey dememişti ama cidden çok
özür dilemişti.)
Bitmedi... 2014’te, Dove’un bir vücut losyonu serisinin
etiketinde, “Normal ve koyu renk ciltler için” yazıyordu. Normal ve
koyu renk ciltli tüm insanlar kızmıştı bu duruma. “Normal cilt
nedir? Koyu renk ciltler, normal değil midir?” diye
sormuşlardı.
Dove, eleştiri yağmurlarında şemsiyesiz, kör kuyularda
merdivensiz kalınca, yine özür dilemiş, yanlış anlaşıldığını
söylemiş ve hassasiyetleriyle ilgili bir sürü konuşmuştu.
Dove kadar akıllı bir markadan söz ediyoruz. Bütün kozmetik
sektörü, “daha güzel olmanız lazım” dayatması yaparken; kadınların
kendilerini çok çirkin, bakımsız hissetmesi ve “mucizevi”
ürünlerine ihtiyaç duyması için uğraşırken, “Yüzünüzün ışıltısı,
gözleri kamaştırsın!” şeklinde saçmalarken, Dove’un ne yaptığını
hatırlayın.
Zekice bir stratejik hamleyle kimsenin girmediği “gerçek
güzellik” alanını sahiplendi. Güzellikle ilgili bütün ön yargıları
yıkmaya yemin etti. Kadınları, içlerindeki güzelliği keşfetmeye,
güzellik tanımlarını değiştirmeye, kendilerine güvenmeye davet etti
filan. (Aniden iyi kalpli, ticari kaygısız bir markaya dönüştüğü
için değil, marka stratejisi gereği.)
Milyonlarca kişi tarafından izlenen, izlendikçe paylaşılan,
paylaşıldıkça coşturan dramatik müzikli, çok hisli (ve tabii
hassas) kampanyalar yaptı yıllarca. Kadınların çoğu bayıldı ve
gözlerinden akan yaşlarla “Ulan çok doğru ya!” dediler. (Belki
“ulan” dememişlerdir.)
Böylece Dove, bir kişisel bakım markası olmaktan çok daha
ilerilere gitti. Tüketimi körüklemek için yaratılmış güzellik
ideallerine, estetik kaygılara ve hegemonyaya başkaldırı sembolü
oldu zaman zaman. Tüketici gözündeki imajı artarken, satışları da
güzel güzel arttı. (Dove’un “gerçek güzellik” dediği, bu artış da
olabilir.)
Peki kendini, dünyayı (kadınları) kurtarmaya adamış gibi
davranan, satışlarını patlatmış bir marka, bilinçli olarak saçma
sapan bir risk alır mı? Bile bile, bu kadar elle tutulur, gözle
görülür şekilde ırkçılık yapar mı?
Her adımını bu kadar ince ince hesaplayan bir marka, “Hadi biraz
da ırkçılık yapalım.” demiş midir? Kime yararı olur ki bu
ırkçılığın? Irkçı olmayan (insan olan) müşterilerini küstüreceği ve
kaybedeceği kesin. Irkçılara sempatik görünmeye çalışıyor olmadığı
da. (Öyle olsa, sonrasında özür dilemezdi.)
Bir reklamın, markadan tüketiciye ulaşana kadar, kaç kişinin
elinden (ve onayından) geçtiğini düşünürsek, bütün bu yolculukta,
kimsenin uyanmadığına insanların inanası gelmiyor. Bir kişinin
bile, “Yahu sanki içinde biraz ırkçılık var gibi gibi.”
demediğine...
Maalesef, böyle şeyler oluyor bazen. İşin içindekiler,
kendilerine ve işlerine o kadar hayran kalıyor ki, hayranlıktan
gözleri kör oluyor. Fark edemiyorlar. Sosyal medya reklamlarında,
durum daha da vahim. Öyle sandığımız gibi süper kalabalık ekipler,
düşünme seansları, uzun onay mekanizmaları yok. Hız var. Sonrası da
hatalar, hassasiyet ıskalamalar, skandallar.
Sosyal medyada “hassasiyet yakalama” gerçekten çok hassas bir
şey. Dev gibi marka da olsanız, ara ara ıskalayabiliyorsunuz. Acele
giderken, ecele gidiyorsunuz. (Neyse ki, sonra özür diliyorsunuz,
geçiyor. Yıkıyorsunuz, çıkıyorsunuz.)
İnsanların Dove’un son skandalına bu kadar öfkelenmesinin
sebebi, onun ticari bir marka olduğunu unutmuş olmaları. O kadar
kampanyadan sonra, sabun, şampuan, krem, nemlendirici filan değil
artık Dove. Derdi, imaj parlatmak ve ürün satmak da değil.
İnsanların gözünde, hassas, düşünceli, iyi kalpli, tabu yıkıcı bir
sosyal sorumluluk abidesi.
Dove’un, kadınların özgür ve özgüvenli olmasını gerçekten
umursadığını sanıyorlar. Dünyayı gerçekten değiştirmeye
çalıştığını, kadınları “tüketici” olarak değil, “insan” olarak
gördüğünü, samimi ve gerçek olduğunu, reklam yapmadığını, hiç duygu
sömürmediğini, hassasiyetlerden hiç ekmek yemediğini.
Şöyle özetleyeyim: Bu kadar salakça bir hatayı, Dove değil de
“Saçlarınızı, inek yalamış gibi yapan şampuanımızla yıkayın,
erkekler sizi çok beğensin.” tarzında reklamları olan, rakip bir
marka yapsaydı, insanlar orada da ırkçılık görür müydü? Bu kadar
büyük tepkiler verir miydi?