Renklerle dans eden kadın
Çağdaş resmin usta isimlerinden Gülten İmamoğlu Duvar'a konuştu. İmamoğlu, 'başyapıtım' dediği eseri iki sene sakladığını söyledi.
DUVAR- Profesör Gülten İmamoğlu, hızla değişen zamanın kontrol edilemez gerçekliğine hükmetme gayretiyle, resimlerinde heykelsi figürler yaratıyor. Hayattaki her duyguyu tuvale aktarırken, özellikle birbirine zıt ögeleri kullanıyor. Yaşam sevinci ile ölüm acısını, gerçeklikle hayali, doğayla metropol hayatını renklerle ifade edebiliyor. Onun için renkler kendi anlamları dışında doğadaki mucizeleri anımsatan girdap biçimlerine dönüşüyor.
Ressamlık nereden geliyor? Daha doğrusu sizi kim keşfetti?
Öncelikle binlerce yıllık kültürlerin harmanlandığı Anadolu’da doğmanın ve bu çoklu kültür ile yoğrulmanın bana kattığı değerleri vurgulamak istiyorum. Çünkü yaşadığı coğrafya insanın ruhuna siniyor. Çocukluğuma dair hatırladığım en sağlam veri ise çok iyi bir gözlemci olduğum… Doğada çok uzun vakit geçirir, her fırsatta resim yapar, çamurdan değişik hayvan, eşya heykelcikleri yapıp onları pişirmeye çalışırdım. Bitkiler, farklı dokular, anatomik yapılar, renkler çok cezbederdi beni. Annem de oldukça yetenekli ve bilinçli bir insandır; bu yeteneği sayesinde de bana kendimi keşf ettirmiştir. Ama kendisi sanatla var olma şansını bulamamıştır. Daha altı-yedi yaşlarındayken abimle beni en güzel resmi yapma yarışına sokardı. Ailedeki tek sanat öyküsü ise rahmetli dayımın 60’lı yıllarda Yunus Esirkuş’un öğrencisi olması ve o yıllarda kazandığı Türkiye birinciliği… Ne yazık ki, aileden destek görmediği için devam ettirememiş. Gerçek manada sanat yeteneğimin keşfi ortaokul birinci sınıftaki resim öğretmenim sayesinde oldu.
Kaç yıldır sanatla uğraşıyorsunuz? Ne zaman tanınmaya başladınız? Özellikle uluslararası boyuta nasıl geçtiniz? Bu yolculuktan bahsedelim biraz...
Üniversite öncesini de sayarsak, sanat otuz yılı aşkın bir süredir hayatımın merkezinde diyebiliriz. Samsun ‘Güzel Sanatlar’dan mezunum. Ancak sanatımı geliştirmek adına yurtdışında uzun süreli alan çalışmaları yaptım. Kendi özgün dilimi yaratmadan önce uluslararası fuarlara katılıp, deyim yerindeyse, kendimi tarttım. Türkiye sanat ortamında tanınma öyküm 2000’li yıllarda başladı. Zira öncesinde yoğun bir eğitim; master ve doktora dönemi sürdü. Sanat evrensel bir olgu ve dil… Uluslararası olabilmek için öncelikle çok çalışmak, dünya ölçeğinde özgün eserler üretebilmek önkoşul diyebilirim.
'ORGANİK METASTRATA' TEKNİĞİ
Ressam olmaya hayatın hangi noktasında karar verdiniz?
Ressam olmaya üniversiteye giderken karar verdim. Resmi, düşünce âlemimi en iyi ifade yöntemi olduğu için yapıyorum.
Sanatınızı bize iki üç cümle ile tanımlar mısınız? Daha çok odaklandığınız konuları baz alarak…
Sanatımı tamamen ‘zaman-tanrı’ olgusu üzerinde yaşatıyorum. İnsan hayatını ve doğum-yaşam-ölüm döngüsünü, kullandığım teknik ile insanın zamanı durdurup ona galip gelebilme olasılığı üzerine kurguluyorum. İnsan ve insanın varoluş sebebi en temel meselem...
Resimlerinizde renkler ne kadar özgür?
Resimlerim de fikirlerimin görünür olmasına, benim özgür ifade alanıma renklerle aracılık etmekte. Fikirlerim gibi renklerim de olabildiğince özgür… İçimde, ruhumda, özümde biriktirdiğim düşüncelerin soyut ifade aracı ve görünebilirliğini sağlayan en önemli güç renklerdir benim için. Resimlerimdeki her renk, bilinenin ötesinde farklı anlamlarda kodlandırılmıştır.
Resim yaparken nasıl çalışıyorsunuz? Resimlerinizde yaklaşım, renk, teknik açıdan izlediğiniz bir yol var mı?
Aklımda oluşan eskizi, direkt tuvale başlıyorum. Fikre dair form tuvalde netleşiyor. Resimlerimde kendim isimlendirdiğim ve isim telif hakkını aldığım “Organik Metastrata” adını verdiğim bir teknik kullanıyorum.
Nedir ‘Organik Metastrata’? Yeni bir üslup mu?
Aynen öyle… Bu özgün teknik zengin renk tonlarının oluşturduğu birbirinin içine geçişen, üst üste binen ve sürekli çoğalan pek çok katmandan meydana geliyor. Organik Metastrata’da her resim peş peşe devam eden olayın sahneleri gibidir. Serideki her resim bütünün bir parçasını oluşturur. Bu durum aslında resimlerimin genel özelliğidir. Bütünde de olay tuval sınırlarını aşar durumdadır. Bir taraftan boyaya son derece sıra dışı ve güçlü bir şekilde hükmederken, diğer taraftan boyayı tamamen serbest bırakıyorum.
'RESİM YAPMAZSAM SOLUKSUZ KALIRIM'
Yaratıcılığınızı nelerle besliyorsunuz?
İtiraf etmek gerekirse, metafizik yönüm normalin biraz üstünde. Dünyayı, doğayı, insanları ve olayları algılayışım beni zaten farklı kılarak besliyor. Kendi içinden beslenen bir sanatçıyım. Hayatta bence yegane özgürlük alanı, hayallerin dışavurumudur. Ne istersem, nasıl istersem, ne zaman istersem, hiçbir şeyin ya da hiç kimsenin baskısını hissetmeksizin, özgürce, sadece ve daima içimden geldiği gibi yaratırım.
Çizerken neler hissettiğinizden bahseder misiniz?
Çizmek ve bunu resim katmanlarına dönüştürmek benim özgürlüğümü sınırsızca yaşama sürecim… Ayrıca bir tür arınma süreci de diyebilirim. Resim yaparken adeta ruhum temizleniyor. Resim yapmadan yaşayamam. Nefesim kesilir, soluksuz kalırım.
Sizin için resimde kendini ifade etmek mi, yoksa onun izleyiciyle bir iletişim kurması mı daha önemli?
Aslına bakarsanız her resim gizli ya da aşikâr bir mesaj içeriyor. Sanatçı ruhu ve beynindekini dışa vurduktan sonra izleyiciye mesajın ulaşması da ayrıca bir hazdır zaten.
Türkiye’deki sanatın durumunu nasıl buluyorsunuz? Resim sanatının geleceği nedir sizce?
Türkiye’de sanat çok enteresan dalgalanmalar yaşayarak hızla ilerliyor. Son dönemlerde dünya ölçeğinde yaşanan maddi krizler, Ortadoğu’ya yakınlığı sebebiyle İstanbul’u önemli sanat merkezlerinden birine dönüştürdü ve kendi ülkelerinde maddi kriz yaşayan galeri ve sanatçılar için de önemli bir pazar haline getirdi. Bu kendi sanatçılarımız için çok büyük risk teşkil ediyor. Zira yabancı sanatçı sempatisi her zaman koleksiyonerlerimizin iştahını kabartmakta...
'O ESERİ İKİ SENE KİMSEYE GÖSTERMEDİM'
Sizce sanat?
Sanat, toplumun ve yaşanılan coğrafyanın damıtık ruhudur bence.
Türk bir sanatçı olarak yurt dışından aldığınız pek çok ödülünüz var.
Yurtdışı ödüllerimin en önemlilerinden biri 2009’da Londra (LICC) ‘London International Creative Competition’ yarışmasında aldığım profesyonel resim dalındaki birincilik ödülüydü. Londra öyküm aslında bu ödül ile başladı. Akabinde de ‘Auguste Rodin’ heykelleri ile gerçekleştirdiğim kişisel sergim benim için çok önemlidir. En son etkinlik, ‘London Fashion Week’ çerçevesinde organize edildi. Yunus Emre Enstitüsü’nde düzenlenen “Art Meets Fashion” adlı etkinliğimiz, modacı Zeynep Kartal’ın, benim ve Ertuğrul Ateş’in resimlerinden yola çıkarak hazırladığı koleksiyon ile resimlerimizin aynı anda sunumuyla gerçekleşti. Bu tür disiplinler arası çalışmaları daha önceden de gerçekleştirdiğim için sanata katkısının çok büyük olduğuna inanıyorum. Katılım sanat adına memnunluk vericiydi.
Yurtdışında nerelerde sergiler açtınız? En çok hangileri ses getirdi?
Amerika ağırlıklı olmak üzere Miami, Newyork, Londra, Las Vegas, Los Angeles, Florida, Bulgaristan, Pakistan, Chicago, Washigton DC de çok sayıda sergiler gerçekleştirdim. Benim için Londra, New York ve San Francisco çok daha ayrıcalıklı… Bu sene Scope-Basel Miami’ye katılıyorum. Onun heyecanı çok büyük..
Hepsi çocuklarınız gibidir eminim ama en çok sevdiğiniz eseriniz hangisi?
‘Başka Tanrılar’ adlı eserim benim baş yapıtlarımdan biridir. O eseri yaptıktan sonra iki sene kimseye gösteremedim. Çünkü ‘Organik Metastrata’ adını verdiğim özgün üslubumun başyapıtıydı ve diğer eserlerimden çok farklı olduğu için paylaşmaktan korktum. Ancak o eserim bana üç ayrı ödül getirdi.