Ressam Vahap Aydoğan: Türkiye, sanat anlamında çok geri plana bırakılmış

Ressam Vahap Aydoğan ile resim sanatını, çalışmalarını ve dijital sergileri konuştuk. Aydoğan, "Dijital sergi açmak da istiyorum. Ne sergi salonlarından ne de sosyal mecralardan kopmamak gerek" dedi.

Abone ol

DUVAR - Çocuk yaşta başlayan resim ilgisini ilerilere taşıyarak sürrealist biyografilere hayat veren Vahap Aydoğan, kişi ile tablo arasında bir köprü görevi gördüğünü söylüyor. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdikten sonra atölyesinde çizdiği resimlerle Türkiye’nin birçok yerinde sergiler açan Aydoğan, çalışmalarında çoğunlukla çatlamış duvarlar, küçük minimal gölge insanlar ve iskambil kâğıdı gibi aykırı ve öznel araçları tercih ediyor. 

Tablolarında Göbeklitepe’yi de resmeden Aydoğan’ın en büyük hedefi kendi dijital sergisini açmak. Genç ressam ile geçmişten bugüne süren sanat yolculuğu üzerinde konuştuk.

Resme ne zaman ve nasıl başladınız ?

Resim sanatıyla Diyarbakır’da bir sergide tanıştım. İnsanın algısının, düş dünyasının, hayatından kesitlerin geleceğe dair birer adım, birer basamak olduğu şüphesiz bir gerçektir. Benim de hayatımdan kesitler resim sanatıyla tanışmama vesile oldu.

Hem kavramsal hem de reel anlamda resim sanatıyla ilgimi sergi sayesinde edindiğimi söyleyebilirim. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdikten sonra Türkiye’nin birçok yerinde sergiler açtım.

'KİŞİ İLE TABLO ARASINDA BİR KÖPRÜ GÖREVİ GÖRÜRÜM'

Sürrealist ressam olarak biyografi çiziyorsunuz. İnsanların kendisini anlatması sizin psikolojiniz üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etki bırakıyor mu?

Hayatın her kesiminden, statüsünden müzik, sinema, haber, sağlık, eğitim, finans gibi birçok meslek dalından insan ile çalıştım. Her insan bir dünya elbette. İnsanların yaşamlarını dinlerken kimi zaman hafifledim kimi zaman ağır bir psikolojik ruh haline büründüm. Ben bir kişinin tablosunu çizerken aslında onun ruhuna özdeş oluyor, onun gibi düşünüp onun yansıması oluyorum. Bir ayna, bir köprü görevi görüyorum. Bazen bir otobiyografinin kahramanı oluyor, bazen de en dipte hayat ile bocalayan bir karakter oluyorum. Ama neticede olumlu ya da olumsuz, psikoloji ağır bir kavram. Bazen zirvede, bazen dipte ama her zaman deryada sürüklenen bir yaşam...

.

Takip ettiğim kadarıyla resim sanatına farklı bir bakış açınız var. Tanıdık bildik çalışmalardan daha aykırı ve öznel. Özellikle çalışmalarınızın çoğunu insanın hayatına dair biyografileri tasvir ederek sürdürüyorsunuz. Bu alanda yoğunlaşmanızın özel bir anlamı var mı ?

Benim beslendiğim kaynak insanın biyografisi, evet. İnsanın hayat hikâyesini dinlemeden, yansımasını görmeden eserler ortaya koymak benim açımdan çok güç. Yoğunlaşma noktasında şunu açıkça ifade edebilirim: Bu, zaman içinde, deneyimlerin sonucunda ortaya çıkan bir yol. Bu yolu seçme konusunda bir tercihim olmadı. Süreç sürreal tarzda biyografi çizmeme vesile oldu.

Her ressamın bir üslubu vardır. Yani ben bu tarz çalışmaları özellikle seçmedim diyebilirim. 22 yılın sonunda geldiğim noktadır biyografi çizimi. Süreç ve zaman içinde bir keşif, kendini tanımlama, tanıma olarak görebiliriz.

Biyografileri çizerken nasıl bir yol izliyorsunuz, insanların size kendisini anlatması için kullandığınız iletişim kanalı nedir?

Kişiyi merkeze alan, insan hayatını çizen bir ressam olarak en önemli kavram kesinlikle güven duygusudur. Bir insanın size güvenmeden hayatını anlatması, sorduğunuz sorulara cevap vermesi imkansızdır. İlk olarak, sosyal medyadan @san_artt hesaplarımdan iletişim kurarlar. İkinci olarak ise soru cevap yoluyla kişiyi merkeze alır, çocukluğundan bugüne kadar neler yaşadığına, yarınlardaki hedeflerine kadar soru cevap şeklinde ilerlerim. İnsanın düş dünyasını dinler, başka hayattaki yansımasını görmeye çalışır, kişi ile tablo arasında bir köprü görevi görürüm. Kısacası kişinin aynası olurum. En derin imgeler ile stilize etmeye çalışırım. Çatlamış duvarlar, küçük minimal gölge insanlar ve sarılmış ipler ile özdeşleşmiş iskambil kâğıdı her tabloda olmazsa olmazlarımdandır. Adeta bir imzadır onlar.

.

'GÖBEKLİTEPE'DEKİ İNSAN YAŞAMI VE HAYVAN MOTİFLERİ TÜM DÜNYAYA IŞIK TUTTU'

Çalışmalarınızda arkeoloji de dikkat çekiyor. Özellikle Göbeklitepe çalışmalarınız ilgi uyandırdı. Arkeolojiye de merakınız var mı?

Sanat, tarihsel süreç içinde yazının icadından önce gelir. İnsanlar, dilini, yaşam tarzını, inançlarını çizerek, yontarak ifade etmiştir. Şüphesiz bu kadar olguyu ve sunumu gözler önüne seren arkeolojik yapıtlara kayıtsız kalmak mümkün olmayacaktır. Hem Türkiye’de yaşamanın verdiği çok dilli, çok kültürlü coğrafyanın etkisi hem de Mezopotamya ve Anadolu medeniyetinin kalıntılarının verdiği sanatsal haz bende çok büyük etki etmiştir.

Buna ilave olarak Göbeklitepe’deki insan yaşamı ve hayvan motifleri tüm dünyaya ışık tutmuştur. Yüzyıllar öncesine dayanan bir kültürün inancını (kimi arkeologlara göre ilk insan laboratuvarı kimisine göre tapınak olarak adlandırılan), gizem dolu bir yapıtı yerinde görmek, bunları tablolara aktarmak inanılmaz bir duygu yoğunluğuna neden olmuştur. Bu nedenle yaptığım tablolarda tarihsel süreçleri anlatırken Göbeklitepe büyük bir imge haline gelmiştir.

'NE SERGİ SALONLARINDAN NE DE SOSYAL MECRADAN KOPMAMAK GEREK'

Dijital çağda yaşadığımız bu dönemde siz de çalışmalarınızı sosyal medya hesabınızdan paylaşıyorsunuz ve kullanıcılar ile fikir alışverişi de yapıyorsunuz. Eskiden resim sergileri vardı, pandemi nedeniyle sergilerden uzaklaştık. Bugün dijital dönüşümün de etkisiyle sosyal mecralar sergilerin yerini mi aldı?

Bunu elbette farklı yorumlarla çeşitleyebiliriz. Resim sergilerinde sergiler birkaç hafta ile sınırlıydı, sonrasında sergi bitince tabloları görme şansınız azdı. Hitap ettiğiniz, ziyaret eden insan sayısı sınırlıydı. Ama artık sonsuz kavramını sanat içinde özellikle resim sanatıyla özdeş tutabiliyoruz.

Sergiler, isteyen, arzulayan herkesin bir telefonu kadar yakın artık. Bir bakıma inceleme, yorum yapma, eleştirel bakma olarak çeşitleyebiliriz. Bu hem sanatçı hem de sanatseverler için inanılmaz bir pencere aslında. Sanatçı kendisine gelen dönütler ile yaptığı eser arasında bir köprü oluşturmuştur. Pandeminin de etkisiyle iyice sosyal mecralardan sesini yükselten sanatçıların bu mecradan geri adım atacaklarını düşünmek de zor olsa gerek. Benim için sanatın, dört duvarda ya da bir kentin, bir metropolün içindeki insanların gezip görecekleri mekanlardan çok dijitalleşmiş mecralarda yayınlanması, daha çok insana ulaşılması bakımından daha önemlidir. Dijital sergi açmak da çok istiyorum. Ama sonuç olarak yüz yüze eğitim kalitesi iletişim açısından ne kadar güçlüyse, bir konserin, bir tiyatronun bir sergiyi de yerinden canlı olarak görme her anlamda daha etkili ve daha iyi eleştirel bakma şansı vermektedir. Ne sergi salonlarından ne de sosyal mecralardan kopmamak gerektiğine inanıyorum.

.

'TÜRKİYE SANAT ANLAMINDA ÇOK GERİ PLANA BIRAKILMIŞ'

Türkiye’deki eğitim sisteminde birçok disiplin alanı ile ilgili verilen dersler var. Resim dersi geri planda kalmakta ya da onun yerine diğer derslere daha çok önem verilmekte sanki. Hepimiz yaşamışızdır genelde resim dersinde hocalar matematik dersi yapardı. Sizce resim sanatına gereken önem veriliyor mu?

Bu konuda Türkiye’deki sanat anlayışı, coğrafi koşullara, coğrafi bölgelere, okulların idari kadrolarına dahi sirayet etmekte ve farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülke ve toplumlarda sosyo-ekonomik refah seviyesi ileride olduğundan sanata, kültüre, tarihe daha çok eğilim gösterilmektedir. Gelişmemiş ve sosyo-ekonomisi düşük seviyede olan ülkelerde bunun tam tersini görmekteyiz. İnsanların yaşam kaliteleri ekonomik ve sosyolojik temellere dayanıyor. Bu yüzden bizim kuşakta sanat bir öncelik olmadı çoğu zaman. Maalesef Türkiye, toplum olarak sanat anlamında ve farkındalık yaratma konusunda çok geri plana bırakılmış. En tepeden en aşağıya kadar bir zincirin halkası gibi dünya ile entegre olduğumuzu söyleyemeyiz.

.