90’lı yıllara gelene kadar okuyacağımız kitabı seçmek daha kolaydı. Zaten sınırlı sayıda yayınevi, yazar-çevirmen ve kitap vardı. Hal böyle olunca 'seçmek' fiili de kifayetsiz kalıyordu. Bize sunulan seçkiden yola çıkarak yapıyorduk okuma listemizi. Kitap fiyatları da makuldü. Velev ki satın almaya gücünüz yetmedi, birçok küçük şehirde ve büyük şehirlerin kimi semtlerinde bile halk kütüphanesi vardı. Okul kütüphaneleri de epey imkan sunarlardı. Buralardan ödünç kitap almak, okuyan insanın gündelik rutininin bir parçasıydı. Arkadaşlar arası takas da sık yapılırdı. Ya da sahafları dolaşır, fazla yıpranmamış nüshaları makul fiyatlara alırdınız. Milli Eğitim ve Kültür bakanlıklarının, büyük gazetelerin yayınevlerini ve oralardan basılan kitapları da unutmayalım. Bazen kupon biriktirerek bu kitaplara sahip olurdunuz. Gazete yayınevleri geleneksel gazetecilikle birlikte tarihe karıştılar. Bakanlıklar hala gösterişli ve kuşe kağıda basılı kitaplar yayınlıyorlardır herhalde ama bunlar ne kadar nitelikli ve hangi itibarlı isimlere gönderiliyorlar, bilemiyorum.
Peki tavsiyeleri kimlerden alıyorduk? İlk aklıma gelen milli eğitim müfredatının zorunlu okuma listeleri. Halide Edip, Ömer Seyfettin, Sait Faik, Reşat Nuri, Yahya Kemal vb.’nin yer aldığı bu listeler hükümetlerin milli eğitim politikaları değiştikçe yeni isimlerle farklılaştı. Bu isimler zamanla mütedeyyin ve milliyetçi kesimlerden katkılarla çeşitlendi. Belki de çok sevebileceğimiz, daha derinden nüfuz edebileceğimiz ve bizi etkileyecek metinler bu müfredatın zorunlu olarak önümüze sürdüğü listelere kurban gitti. Kendi adıma özellikle Sait Faik’le çok daha eskiden kurabileceğim yakınlığın ileri yaşlarıma kalmasından esef duyuyorum. Bunu başka bir yazıda anlatmıştım.
Bu yazıyı yazarken yakın çevremle yaptığım sohbetlerde, okulda önümüze konulan okuma listeleri bir yana, ilk kitap tavsiyelerinin çoğunlukla öğretmenlerden ve ailenin ilk mürekkep yalamış kuşağında rol modeli olarak görülen kişilerden alındığını anladım. Özellikle taşrada doğup büyüyen çocuklar, öğretmenlerin yanı sıra büyük şehirlerde okuyan akraba ve komşu çocuklarının tavsiye ettikleri ya da okumakta oldukları kitaplarla büyümüşler. Bir cemaatin, örgütün mensubu olarak hayatı tanımaya başlayanlar ise üstad, pir, hoca, abi, abla vb. konumundaki kanaat önderlerinin tavsiye ettikleri kitaplarla ilerlemişler. Anı kitaplarında, roman ve hikayelerde, sinemada karşımıza çıkan, taşra şehirlerinin metruk kitapçılarının sahipleri de okumaya ve başka dünyalar tanımaya hevesli gençleri yönlendirmişler. Kimi emekli öğretmen, kimi devrim hayaliyle yola çıkıp hayal kırıklığıyla evine dönmüş, kimi ise oburca okuyup amatörce yazan, küçük şehirlerin dar geldiği kırık ve derinlikli insanlar olarak anılıyorlar hep. Sosyal medya öncesi dönemde edebiyat dergilerinin tanıtıp parlattığı yazarlar, kitaplar onların tezgahlarında, vitrinlerinde boy gösteriyorlar. Ve tabii bahsi geçen dergiler yeni yazarları, bilinen yazarların yeni kitaplarını tanımak için önemli bir başvuru kaynağı o yıllarda. Postadan çıkması sabırsızlıkla beklenen veya gazete bayilerini bezdirene kadar yeni sayısı sorulan Varlık Dergisi kült bir yayın ve içeriği farklılaşsa da 'varlığını' sürdürüyor. Aynı etkiyi yaratan Salim Şengil ile Nezihe Meriç’in çıkardıkları Seçilmiş Hikayeler Dergisi’ni de unutmayalım.
Yıllar içinde yayıncılık ivme kazandıkça kitap dergilerinin sayıları da arttı. Gazetelerin kitap eklerinden başka kitap eleştirilerine, tanıtımlarına, yazarlarla, yayıncılarla, çevirmenlerle, editörlerle söyleşilere yer veren dergiler basılı metinlerin altın çağlarında çoğumuzun okuma tercihlerini belirlemiş/değiştirmiş/çeşitlendirmiş, ufkumuzu açmışlardı. Cumhuriyet’in ve Radikal’in kitap ekleri, Virgül, Kitaplık, Notos, hatta Picus gibi dergiler ve dergilerin/gazetelerin kitap sayfalarını hatmetmiş olanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır. Yine geleneksel gazeteciliğin sonu bu eklerin de sonunu getirdi. Fakat bir süredir ana akım medyaya alternatif yayıncılık yapan haber sitelerinin online kitap dergileri ve kültür-sanata ayırdıkları başlıklar geçmişte kalan bu dergilerin işlevini yerine getiriyorlar. Eskisi kadar rağbet görüyorlar mı, emin değilim.
Yeni çıkan, çok okunan kitaplar hakkındaki asıl enformasyon kaynağı ise sosyal medya kullanıcıları, özellikle de booktuber’lar. Kitap tanıtımı ve eleştirisi yapan Youtube kanalları olarak nitelenebilecek bu kanalların sahipleri kendi çaplarında influencer haline geldiler zamanla. Çoğu bestseller’lar tanıtsa ve kitap satın alma ve kitap kolisi açma faaliyeti okuma faaliyetinin önüne geçse de, bir süre takip edip okuma zevkine güvenebileceğinize karar verdiğiniz, beklentileri sizinle uyuşan booktuber’ların önerileri genelde boşa çıkmıyor. Sosyal medya alanındaki rekabet booktuber’ları ve kültür-sanat içerikleri hazırlayan üreticileri online veya yüz yüze okuma grupları, yazarlarla söyleşiler ve imza günleri organize etmeye de yöneltti son yıllarda. Kayda değer bir kesimin okuma tercihlerini bu etkinlikler belirliyor.
Goodreads bir kitap paylaşım sitesi. 2006’da Otis Chandler tarafından kurulmuş bir sosyal kataloglama uygulaması. Siteye üye olanlar kendi okuma listelerini meraklısıyla paylaşıyorlar. Zaman içinde kendi tavsiye ve tartışma gruplarını da oluşturabiliyorlar. Bu grupların ilginç challenge uygulamaları da var: mesela o hafta ölmüş bir yazarı, sonraki hafta kapağı kırmızı olan bir kitabı, daha sonra da yazar bir çiftin kitaplarından birini seçerek okuyup tartışan oyunbaz etkinlikler bunlar. Türkiye’den de epey kullanıcısı bulunan site, 2010 yılında bir puanlama uygulaması başlatınca yazarlar ve yayıncılar tarafından da ciddiye alınmaya başladı. Ayrıca kullanıcıların okuma listelerini dikkate alan bir algoritmayla onlara yeni kitaplar da öneriliyor. Yani hem popülariteyi arttırması bakımından, hem de ticari olarak dikkate alınmayacak gibi değil.
Türkiye’deki yayın patlaması sebebiyle okurların dikkatini çekmek oldukça meşakkatli. Bestseller basan yayınevleri daha şanslı satış konusunda. Edebi veya bilimsel niteliği daha yüksek kitaplar basmasına rağmen daha mütevazı bir bütçesi ve ekibi olan yayınevlerinin okura ulaşma şansı booktuber tavsiyelerinde, kitapların online satış sitelerinde öne çıkarılmaları ve kitapçı raflarında görünür olacak şekilde yerleştirilmelerine bağlı biraz da. Bazı kitapçıların bunun için yazar veya yayınevinden para istedikleri söyleniyor uzun zamandır. Buna gücü yetmeyen veya gönül indirmeyen yazarlar, yayıncılar özellikle Twitter, Instagram ve Facebook’ta aktif olarak kendi tanıtımlarını yapabiliyor, okurlarla etkileşime girebiliyorlar. Okurlar sevdikleri yazarların önerdikleri kitapları da okuma listelerine ekliyorlar.
“Ölmeden önce okumanız gereken 1001 kitap” gibi başlıkları olan fakat içerikleri sürekli değişen listelerin ortada dolaştığını da görüyorsunuzdur. Bu listelerin onu hazırlayanın beğenilerine, yani kültürel birikimine, sınıfsal konumuna, eğitim durumuna, politik pozisyonuna, cinsiyetine bağlı olarak farklılaştığı ortada.
Şunu da ekleyeyim, çoktandır kitap tercihleri yazarla sınırlı değil, aynı zamanda yayınevi, çevirmen ve editörün niteliği de etkili oluyor tercihlerde. Bunun olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Kötü bir çeviri okumaktansa yabancı dildeki bir metni hiç okumamak daha iyi. Biraz soruşturunca hakkında çok konuşulduğu, kapağı çekici olduğu, yazarı ödül aldığı veya öldüğü, skandal yarattığı ve nihayet filmi veya dizisi çekildiği için tercih edilen kitaplar olduğunu da öğrendim.
Kitaplarla kurulan ilişki insanlarla kurulan kadar önemli bence. Emek ister ve inişli çıkışlıdır. Kitaplarla ilişkisi çok eskiye dayanan ve/veya daha derinlikli olan okurlar kitaplarını seçmek için epey bir mesai harcarlar. Bir kitapta referans verilen diğer kitaplar; baskısı olmayan kitabın peşine inatla düşerek harcanan zamanlar veya raflarda unutulmuş olanların keşfi; kitapçılarda arka kapakları, giriş yazıları okunup sayfaları karıştırılarak seçilenler; bir dönemi, bir temayı, bir olayı konu eden birden çok yazarı keşfetmeye çalışanlar… Nihayetinde okuma zevkini biçimlendiren içsel ve dışsal unsurlar kişiye göre farklılaşıyor. Hal böyle olunca birilerine kitap tavsiye etmek hayal kırıklığı yaratabileceğinden riskli bir eylem haline geliyor. Bir kitap okuyup hayatımızın değişeceğini iddia etmiyorum tabii ki. Fakat Çetin Altan’ın “kitap az yaşamayı önler” sözünü hep çok yerinde buluyorum. Hayatı nasıl yaşayacağımızı, nasıl bir insan olacağımızı belirleyen unsurlardan biri okuma deneyimimiz. Neler okuduğumuz “hayati” önemde. İşte bu yüzden kitap tavsiye ederken epey düşünmek, tavsiye edilenleri de imbikten geçirmek lazım.