Neoliberal kentleşmenin şahikası Körfez’in küresel kentleri. Bu kentlerde ölçeği durmadan büyüyerek üretilen “süper-modern” mekânlar yerden kopuk bir estetiğe yaslanırken, yere ait olan ne varsa bir pazarlama unsuru olarak aynı sürece entegre oluyor.
Körfez bölgesi, kentsel planlama, tasarım ve mimarlık
alanlarında yeni trendlerin deney sahası son yirmi yıldır.
90’lardan başlayarak küresel yatırımları çekmek uğruna girişilen
rekabet (yarışan yerellikler), son dönemde küresel kentleşmenin
öncülüğü iddiasını Körfez’e taşımış bulunuyor. Finans merkezleri ve
turistik yatırımların hâkim olduğu ilk dalganın ardından, finans ve
kültür endüstrisi arasındaki bağların da küreselleşmesiyle birlikte
marka haline gelmiş müzeler, üniversiteler vb. bölgeye yöneldi.
Çoğu uluslararası tanınırlığı olan star mimarlar eliyle tasarlanan
bu projeler sayesinde Dubai, Doha, Abu Dabi gibi kentler küresel
vitrinde öne çıktılar.
Son dönemde ise, bu süreç, sürdürülebilirlik, akıllı kentler vb.
kavramlar etrafında şekillenen yeni jargonla pazarlanan ve
teknolojik fetişizm konusunda vites yükselten bir aşamaya geçmiş
bulunuyor. Büyüyen ölçek, yeni kentsel alanlar ve giderek yeni
kentler inşa etme boyutuna ulaştı. Ulus-aşırı kentsel planlama ve
tasarım şirketleri tarafından kurgulanıp inşa edilen, star
mimarların “sürdürülebilirlik” mottosuyla projelendirdiği bu yeni
kentler aracılığıyla, daha büyük ve daha yüksek “çılgın projeler”
üretme arzusu “yeşile boyanıyor”.
Bir açıdan bakıldığında neoliberal kentleşmenin şahikası
Körfez’in küresel kentleri. Zira bu kentlerde toplumsal dinamikler
kentsel gelişimde minimum rol oynarken, öne çıkan en etkin faktör
ulus-aşırı bir metalaşma dinamiği. Bu kentlerde ölçeği durmadan
büyüyerek üretilen “süper-modern” mekânlar yerden kopuk bir
estetiğe yaslanırken, yere ait olan ne varsa bir pazarlama unsuru
olarak aynı sürece entegre oluyor. Dahası, aynı olumsuz diyalektik
özgürleşim konusunda da kendini gösteriyor. Yeni mimariye hâkim
süper-modernizmin teknolojik boyutu özgürleşme değil kontrol
üretiyor; tüketim konusundaki serbestleşme bile yerli nüfus söz
konusu olduğunda din, gelenek ve yerlilik gerekçeleriyle iğdiş
ediliyor.
Kral Abdullah Finans Bölgesi
Küresel kentleri genelleştirmek yaygın fakat yanıltıcı bir
eğilim kuşkusuz. Her şeyden önce küreselleşme olgusu ulus
devletleri ilga eden değil, onlarla gerilimli bir ilişki içerisinde
hayat bulan bir süreç. Buna ek olarak her kentin tarihsel ve
kültürel bağlamı da özgüllükler barındırıyor. Bu açıdan Riyad’ın
Körfez’in yükselen kentleri arasında özel bir yerde durduğunu
söylemek mümkün. Tarihsel özgüllüklerine ek olarak -belki tam da bu
özelliklerden ötürü- küreselleşmeye, Körfez’e ve Arap kimliğine
dair iddiaları açısından ayrıksı bir hali var.
19. YÜZYILDAN 21. YÜZYILA RİYAD
Riyad’a yaklaşık 10 km mesafede bulunan Diriye merkezli kurulan
ilk Suudi devleti Osmanlı ordusu tarafından 1818’de dağıtılır.
Bunun ardından yeniden kurulan -ve resmi tarih anlatısında İkinci
Suudi Devleti olarak geçen- devlet 1825’te Riyad’ı başkent yapar.
Bundan sonraki yüz yıl iç çekişmeler ve çalkantılarla geçecektir.
1. Dünya Savaşı sonrasında Arabistan Yarımadası’nın büyük kısmını
birleştirerek iktidarını sağlamlaştıran İbn Suud 1932 yılında
bugünkü Suudi Krallığı’nı kurar. Krallığın başkenti olarak hızlı
bir gelişme sürecine giren Riyad, hızla şehir duvarlarının dışına,
kuzeye doğru gelişmeye başlar.
Yeni ve planlı bir yerleşimle başkent inşa etme girişimi, aynı
yıllarda başka yerlerde (örneğin Ankara’da) cereyan eden
süreçlerden çok da farklı değildir. Modern mimarinin bir gelişme
sembolü olarak işe koşulduğu bu süreçte bir “Yeni Riyad”
(Ankara’nın “Yenişehir’ine benzer biçimde) ortaya çıkar. 1950’de
şehir surları yıkılır, 1953’te devlet kurumları Mekke’den Riyad’a
taşınır. 60’larda kentsel gelişmeyi yönlendirecek ve yapı
tipolojilerini belirleyecek düzenlemeler hayata geçirilir.
1968 yılında, kentin ilk gelişme planını hazırlamak üzere ünlü
mimar ve şehir plancısı Doxiadis görevlendirilir. Aynı yıllarda
İslamabad’ı da planlamakta olan Doxiadis, önerdiği master plan ile
taşıt odaklı bir banliyöleşme dinamiğini de kente katmış olur.
Burada tartışmak için yerim yok; ancak Doxiadis’in kentin yapı
taşları olarak düşündüğü devasa yapı adalarının (süper-bloklar)
kendi içlerinde insan odaklı ve yaya öncelikli kurgulandığını
belirtmekte fayda var. Yani Doxiadis bir yandan makro ölçekte çölü
parselleyerek sonsuza dek genişleyebilecek bir ızgara planını, bir
yandan da mikro ölçekte yaya odaklı bir kentsel yapılanmayı içinde
barındıran bir temel atmış olur. Yine de, özellikle 1973 sonrasında
petrol fiyatlarındaki yükselişin yarattığı servet, Doxiadis
planının etkisini de sınırlı kılar. Bundan sonraki süreçte Riyad’ın
kentsel gelişim formülü, taşıt öncelikli trafik + spektaküler
mimarlık + yeni konut alanları olarak özetlenebilir.
Riyad'ın banliyöleri: Duvarlar ve boş
sokaklar
Riyad’ın nüfusu arttıkça göçmenler mevcut konut alanlarına
yerleşti; orta sınıflar da, daha da kuzeyde yeni inşa edilen
banliyölere taşındı. Burada çarpıcı bir konut tipolojisini
vurgulamak gerek. Normal koşullarda kent dışı banliyö yerleşimi,
arsa maliyetinin görece düşük olduğu, bu yüzden de bahçe
kullanımının yaygın olduğu biçimlenişlere sahiptir. Örneğin benzer
dinamiklerle banliyöleşen -yani yoksulların merkezde yer tuttuğu ve
özel alanına düşkün varsılların kent dışına çekildiği- ABD’de
çekirdek ailenin şatosu niteliğindeki müstakil ev, geniş bir
bahçenin içinde konumlanır. Ancak Suudi Arabistan’da benzer şekilde
mahremiyet vurgusu güçlü olduğu halde evler birbirine çok yakın
konumlanıyor. Bunun bir sebebinin iklim olduğunu düşünmek mümkün.
Ancak ortaya çıkan tipoloji kendi içinde çelişkili bir sonuç
doğuruyor; mesafe ile üretilemeyen mahremiyet, derinliği olmayan
bahçeleri çeviren ve giderek daha da yükseltilen duvarlarla
sağlanıyor. İklimden ötürü zaten küçük olan pencerelerle birlikte
düşünüldüğünde, ortaya katman katman duvarların ardına çekilen bir
konut yaşantısı ve bomboş sokaklar çıkıyor.
VİZYON 2030
Riyad’ın bugününü -ve geleceğini- şekillendirmekte olan bir dizi
proje mevcut. Kentin her yanı vinçler ve iş makineleriyle dolu. Bu
hareketlilik, ülkenin bütünü için ilan edilmiş bulunan bir atılım
vizyonu çerçevesinde cereyan ediyor. “Vizyon 2030” olarak
isimlendirilen ve birkaç yıl önce Veliaht Prens Muhammed bin
Selman’ın hamiliğinde ilan edilen bu vizyonun stratejik
hedeflerinden biri, İslami ve ulusal kimliği güçlendirmek. İddia
ise, ülkeyi “Arap dünyasının ve İslam aleminin kalbi ve üç kıtayı
birbirine bağlayan bir merkez” haline getirmek. Bu kapsamda öne
sürülen projeler ise artık “mega-“ değil “giga-projeler” olarak
tanımlanıyor.
Ulusal sembol: Turayf Kalesi
Bu “giga-projelerin” hepsini tartışmak bir yana saymaya
kalkışmak için bile yerim yok. Yine de önemli gördüğüm birkaç
tanesine kısaca değinmekte yarar görüyorum. Bu projeler arasında
niceliksel olarak değilse de, ulusal kimlik ile küresel düzeyde
metalaşma ve turizm arasında kurduğu bağlantı nedeniyle bana en
çarpıcı geleni “Diriye”. Suudi Krallığı’nın doğduğu yer olarak
yüceltilen ve ilk Suudi Krallığı olarak anılan dönemin başkenti
olarak işlev gören Diriye bugün müthiş bir inşa faaliyetinin odağı.
Bölgenin kalbi olan ve kraliyetin merkezi olarak işlev görmüş
bulunan Turayf Kalesi bugün UNESCO Miras Alanı ilan edilmiş
bulunuyor. Ulusal kimliğin belki de en önemli mevkii olan kalenin
etrafında yeniden inşa edilmekte olan Diriye ise 62 milyar dolarlık
bir “giga-proje” olarak bu alanı Riyad’ın turistik çekim noktası
haline getirmeye soyunuyor.
Diriye: Devasa bir şantiye
2030 Vizyonu’ndan önce inşasına girişilen Kral Abdullah Finans
Bölgesi de halihazırda dikkat çekici bir sembol. 61’i gökdelen
olmak üzere 95 binadan oluşan bölge ilk olarak bir finans merkezi
olarak inşa edilmeye başlandı. Ekonomik krizin tıkanma noktasına
getirdiği proje karma kullanıma dönüştürülerek tamamlandı. Her biri
başka bir star mimar tarafından tasarlanan gökdelenlerin arasında
dolaşırken sokağın mimarlıklar arasında kalan bir artık alan olduğu
hissine kapılmamak elde değil; mimarlık ve kent birbirini bina
yüzeylerinde dışlıyor sanki. Yine de, bölgede akşamları yoğun bir
sokak hayatının belli bir canlılık sağladığını belirtmek gerek.
Yeni Murabba ve "Mukaab"
Değinmek istediğim son proje ise, kent merkezinin kuzeyinde ve
Diriye’nin hemen doğusunda inşasına başlanan yeni şehir merkezi,
Yeni Murabba. Yeni Murabba 100 bin konut, bir milyon m2 mağaza ve
1,4 milyon m2 ofis mekânı barındıracak. Bu yeni merkezin odağında
ise Riyad’ın yeni ikonik yapısı olacak olan “Küp” bulunacak. Eni,
boyu ve yüksekliği 400’er metre olan, “içine 20 tane Empire State
binasının sığacağı büyüklükteki” bu fantastik ve fütürüstik yapıyı
anlatmak yerine tanıtım videosuna link vermek daha kolay olacak. Kâbe’nin 30 katı
büyüklükteki bu altın rengi küp, tam da bu benzerlik üzerinden,
İngiliz edebiyatçı Neil Gaiman’ın, küreselleşme, piyasa, medya ve
teknoloji tanrılarının kadim tanrılara meydan okuduğu, Amerikan
Tanrıları romanını akla getiriyor.
***
Riyad’ın uydu görüntülerine bakıldığında, inşaat sahaları çölün
sarısı ile aynı renk görünüyor. Bu da başka kentler için söz konusu
olmayan tuhaf bir görsel estetik yaratıyor. Uydu görüntüsünü
zumlayarak yaklaştıkça şantiye alanlarında hayal meyal görünür
olmaya başlayan çizgiler bir yandan yapılı çevreyi doğurmaya
çalışan çölün sancılarını görselleştiriyor. Ama aynı peyzajı, kadim
zamanlardan kalıntıların izleri sanmak da işten değil. Belki de bu
iki imgeyi çakıştırmak gerekiyor; Benjamin’in Klee’nin Angelus
Novus’u üzerine söylediği gibi, tarih meleğinin gözünden
bakıp, henüz inşa halinde olanı, gelecekte çölün kumuna yenik
düşmüş, bir zamanların muzaffer kentlerinin izleri olarak
görmek.