Beşiktaş teknik direktörlüğüne daha önce siyah-beyazlı formayı giymiş ve adı kulüple özdeşleşmiş biri getirildiyse, bilin ki Beşiktaş iyi bir dönemden geçmiyordur. Tayfur Havutçu, Samet Aybaba, Sergen Yalçın, Rıza Çalımbay… Kim olduğu hiç fark etmez. Beşiktaş’ın başına “Beşiktaş’ın çocukları” geçtiyse, işler iyi gitmediği ve o an bu gidişatı onların dışında kimsenin tersine çeviremeyeceğine inanıldığı içindir.
Bu bir yönüyle popülist, günü kurtarmaya yönelik bir karar olarak görülebilir. Bu açıdan eleştirilebilir de. Ama bir yönüyle de doğrudur. Bazen kulüpler için işler artık yönetilemez bir duruma gelir ve dünya üzerindeki hiçbir teknik direktörün bu durumda yapabileceği bir şey yoktur. İşte o an, camianın içinden çıkmış profesyoneller göreve çağrılır.
18 YIL ÖNCE
Beşiktaş, bundan 18 yıl önce Rıza Çalımbay’ı yine göreve çağırmıştı. Kulüp yine çalkantılı bir dönemden geçiyordu. Sezon başında başkanlığa seçilen Yıldırım Demirören, Mircea Lucescu ile yolları ayırdıktan sonra Real Madrid ile büyük başarılar elde eden Vicente Del Bosque’yi takımın başına getirmiş, kadroyu neredeyse tamamen değiştirerek yerli ve yabancı birçok şöhretli oyuncu da transfer etmiş; ama bu yoğun sirkülasyonun içinde saha sonuçları beklenildiği gibi gitmeyince, Del Bosque macerası altı ay içinde sona ermişti.
Çalımbay’ın Beşiktaş teknik direktörü olarak ilk dönemi işte bu şartlar altında başlamış ve bu birliktelik beraberinde başlangıç olarak çok parlak sonuçlar da getirmişti. Beşiktaş, o sezonun ikinci yarısında yalnızca Galatasaray’a kaybetmiş ve üst üste elde ettiği galibiyetlerle Süper Lig’de ikinci yarının lideri olsa da sezona çok kötü başlandığı için şampiyon Fenerbahçe’nin 11 puan gerisinde dördüncü sırada yer alabilmişti.
Ertesi sezon ise işler hiç iyi gitmemiş, yapılan transferlerin hiçbirinden beklenen verim alınamamış ve henüz ekim ayı içinde Çalımbay’ın Beşiktaş’taki ilk dönemi sona ermişti.
18 YIL SONRA
Aradan geçen 18 yıldaysa köprünün altından çok sular aktı. Beşiktaş zaman zaman başarılı dönemlerden geçse de bunlarda hiçbir zaman süreklilik yakalayamadı ve kendisini ekonomik açıdan giderek daha kötü bir durumda buldu. Çalımbay ise tabiri caizse bir Anadolu turu yaptı. Görev aldığı birçok yerde de elindeki imkânlara göre iyi işler çıkardı. Son olarak çalıştırdığı Sivasspor’u üç sezon üst üste Avrupa kupalarına götürürken, aynı zamanda tarihinde ilk kez Türkiye Kupası’nı kazandırdı.
Ve üç gün önce, yıllardır beklediği çağrı sonunda geldi. Bir kez daha ziyadesiyle buhranlı bir dönemden geçen Beşiktaş, bir kez daha Çalımbay’ı göreve çağırdı. Görev süresinin ise ne kadar olduğu belli değildi. Belki seçimin yapılacağı 3 Aralık’a kadar dört maçlığına, belki sezon sonuna kadar, belki de sonuçlara da bağlı olarak daha uzun vadeli bir birliktelik… Ama Çalımbay için bunun bir önemi yoktu. Onun için önemli olan tek şey Beşiktaş’ta olmaktı.
Beşiktaş’ın da an itibarıyla ihtiyacı olan şey tam olarak buydu. Tümüyle paramparça olmuş bir hâldeyken, bütün camiayı birleştirebilecek birine gereksinim duyuyordu siyah-beyazlılar. Nitekim dün Beşiktaş uzun bir sürenin ardından ilk defa protesto sesleri olmadan bir maç geçirdi. Bir insan her şeyi değiştirebilir mi? Bazen değiştirir. Rıza Çalımbay’ın varlığı, dün Beşiktaş için büyük bir güven, huzur ve mutluluk kaynağıydı.
Oyuncular da bundan kendi paylarına düşeni almış gibi görünüyorlardı. Dün Beşiktaş çok uzun zaman sonra derli toplu bir takım görüntüsündeydi. Elbette Çalımbay’ın bir sihirli değneği falan yoktu. Beşiktaş dün bir anda sahada uçmaya falan başlamadı. Ama bu sezon belki de ilk defa sahada birlikte hareket eden, birbirlerinin açığını kapatmaya çalışan bir oyuncu grubu vardı.
Oysa yine en kritik oyuncuları yoktu Beşiktaş’ın. Vincent Aboubakar, Cenk Tosun, Eric Bailly, Arthur Masuaku, Omar Colley, Milot Rashica… Üstelik Bakhtiyor Zaynutdinov da maç içinde yüzüne aldığı sert bir darbeyle sahayı terk etmek zorunda kalmış, onun yerine ilk yarının son dakikalarında oyuna giren Rachid Ghezzal de soyunma odasında oyuna devam edemeyeceğini söyleyerek ikinci yarıya çıkmamıştı. Ama elindeki oyunculardan mevcut şartlar altında olabilecek en yüksek verimi almayı başarmıştı Çalımbay.
Johan Cruyff, futbolda en güçlü 11’in her oyuncunun kendisini en rahat hissettiği yerde oynatıldığı bir 11 olduğunu söyler. Bu dün Beşiktaş’ta da böyleydi. Zaynutdinov sol bekten sağ kanada alınmıştı. Sol kanatta Şenol Güneş ve Burak Yılmaz’ın pek şans vermediği Ante Rebic vardı. Beşiktaş’a geldiği günden bu yana kanatlarda oynatılan Jackson Muleka ise nihayet kendi mevkisi olan santrfordaydı. Nitekim dün Beşiktaş’ın en iyi oyuncularından ikisi Rebic ve Muleka’ydı. Maçın tek golü de Rebic’in harika ara pası ve Muleka’nın ayağının dışıyla aynı güzellikteki tek vuruşuyla geldi.
ÇALIMBAY NELERİ DEĞİŞTİREBİLİR?
Gazete Duvar’daki önceki yazılarımda da Beşiktaş’a dair belirttiğim temel hususlardan biri şuydu; bu sezon Beşiktaş’ın özel yeteneklerden oluşan sanatçı bir takımı yok, görev adamlarından oluşan emekçi bir takımı var. Lâkin Şenol Güneş böyle bir takımın dilinden anlayabilecek bir teknik direktör değildi; anlayamadı da. Rıza Çalımbay ise tam olarak o teknik direktör. Beşiktaş’ın kolektif uyumu yüksek, dayanışmacı bir oyuna ihtiyacı bulunuyor ve Çalımbay zaman içinde o oyunu örebilir.
Şayet göreve daha erken getirilseydi, Beşiktaş şu an ligde zirvenin bu kadar uzağına düşmeyebilir, Konferans Ligi’ne de dördüncü maçların sonunda veda etmeyebilirdi. Şimdi Çalımbay’ın ise yapabileceği tek şey var; tıpkı 2004-05 sezonunun ikinci yarısında olduğu gibi, birlikte hareket etmeyi ve sonuç almayı başaran bir takım yaratmak. Ama bunun için de dört maçtan fazlasına ihtiyacının olduğu kesin. Bunu hak ettiği de…
3 Aralık’ta göreve gelecek yeni yönetimin önünde bir buçuk yıl gibi kısa bir süre olacak. Bu süre içinde uzun vadeli planlar, projeler üretmek hiç kolay değil. O yüzden Beşiktaş önümüzdeki süreçte güvenli bir limana ihtiyaç duyacak. Bu devasa gemiyi o limana yanaştırmak için ise Çalımbay’dan daha iyi bir kaptan olmayabilir.