Rıza Sarraf davası, Türkiye ekonomisini çökertir mi?
CHP İzmir Milletvekili ve ekonomist Selin Sayek Böke ile Rıza Sarraf davasının etkilerini konuştuk. Böke, "Ekonomiyi bu kadar kırılganlığa kim açtı? Türkiye’deki 80 milyon, neden Rıza Sarraf dosyasına ortak hale getirildi? Esas sorulması gereken budur," diye konuştu.
AK Parti iktidarına ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre Rıza Sarraf (Reza Zarrab) davası yeni bir 17-25 Aralık operasyonu. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert ise ‘Sarraf davası ile Türkiye'ye karşı tezgâh kurdukları ve darbe kışkırtıcılığı yapmaya çalıştıkları’ iddiasının gülünç olduğunu söyledi.
Sarraf, Mart 2016’dan bu yana Amerika’da tutuklu yargılanıyor. Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla da aynı dosya kapsamında Mart 2017’den bu yana Amerika’da tutuklu. Davanın gerekçesi Amerika’nın İran’a yönelik ambargosunu delmek. Ancak dava dosyasındaki iddiaların bununla sınırlı kalmayacağını öngörmek için allameicihan olmaya gerek yok.
Bu tip çetrefil işlerde temel prensip, “basit düşünmek” olmalı. Nitekim aklımıza ilk gelen bilgi doğru çıktı. Sarraf’ın tanık olduğu ve hatta Amerika’ya anlaşmalı gittiği, 27 Kasım’dan 4 Aralık’a ertelenen duruşma öncesi haberlerin ana gündem maddesi. Şimdi Hakan Atilla için de aynı ihtimal konuşuluyor. Dolar şimdiden rekor kırarken bu davanın Türkiye ekonomisini ve siyasetini nasıl etkileyeceği herkesin merak konusu.
Geçtiğimiz hafta 2018 bütçesini görüşmek üzere buluştuğumuz CHP İzmir Milletvekili ekonomist Selin Sayek Böke, o sohbetimizde ‘Türkiye’deki 80 milyonun Sarraf davasına ortak edilmesi kabul edilemez’ demişti. Böke ile bu itirazını, T.C. bankalarının uluslararası sistemden çıkartılacağı iddialarını ve daha fazlasını konuştuk. Böke’ye göre, “15 yıllık neoliberal siyasal İslam düzeninin Türkiye’deki yıkımının ekonomiyle sınırlı olmadığının sonuçlarını yaşıyoruz” ve “demokratik olarak acilen, yeni bir siyaset kuracak iktidara ihtiyaç var.”
'TÜRKİYE’Yİ BİR YOLSUZLUK DAVASININ İÇİNDE ERİTEN İKTİDAR ANLAYIŞI SORGULANMALIDIR'
AK Parti iktidarı uzun süre Rıza Sarraf davasını görmezden geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl Sarraf’ın tutuklanmasına “ülkemizi ilgilendirmiyor” yanıtını vermişti. Bir süredir ise iktidara yakın medya organlarında bu dava FETÖ ile ilişkilendiriliyor. Türkiye’ye hem ekonomik hem siyasi olası bir darbe hazırlığından söz ediliyor. Neler oluyor?
Bu davanın siyasi sonuçları bir siyasetçi olarak beni ilgilendirmiyor. Ben Türkiye’deki siyasi değişimin ancak Türkiye’deki bir çözümle olması gerektiğini düşünürüm. Bir ekonomist olarak ise bu davanın Türkiye’nin ekonomik koşullarına getirebileceği ağır yükü görüyorum ve iktidarın tavrından da böyle bir endişenin olduğunu anlıyorum. Ekonomiyi bu kadar kırılganlığa kim açtı? Türkiye’deki 80 milyon, neden Rıza Sarraf dosyasına ortak hale getirildi? Esas sorulması gereken budur. Siyasi tarafında da şu mesajı önemsiyorum: koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni bir yolsuzluk davasının içinde eriten bir iktidar anlayışı sorgulanmalıdır. Nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti’ni bir davayla çöker hale getirip bunun üzerinden siyaset yaparsınız!
Bu davanın içerisinde bir yolsuzluk var; oradan çıkan rantı da Türkiye için değil kendisi için kullanmış bir Saray var. Bu dava Türkiye ile ilgili değil iktidarın Türkiye’de yapmış olduğu yolsuzlukla ilgili bir davadır.
'15 YILLIK NEOLİBERAL SİYASAL İSLAM'IN YIKIMI EKONOMİYLE SINIRLI DEĞİL’
Korkulan, bu faturanın tüm Türkiye’ye kesilmesi. Senaryolardan biri T.C. bankalarının uluslararası sistemin dışına çıkartılma ihtimali. Sadece Halk Bankası’nın değil Türkiye’nin 5 bankasının incelendiğinden ve olası ağır yaptırımlardan söz edilirken Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, “Şu anda bir tek Türk bankası hakkında bir takım sorular yöneltilmiş durumda. Hiçbir şekilde Türk bankacılık sistemine yönelik bu anlamda bir süreç yok ama maalesef bu, kuru vurdu” dedi. Bu bankalar uluslararası sistem dışına çıkartılırsa ne olur?
Bankalara dair soruları, bunların cevabını bilen iktidar açıklamakla yükümlüdür. Bir davanın, Türkiye ekonomisinin bankacılık sistemini çökertme ihtimalini ortaya çıkartan ne? Bir ekonominin kırılganlığı, Türkiye’nin dış borca bağımlılığı… Bunu yapan AKP’nin ta kendisi.
Türkiye’de son 15 yıl içinde milli gelirin içinde borçluluk oranı yüzde 212’ye çıkmış. Borç ödeme kapasitemizin iki katından fazla borcumuz var. Bunun içinde en büyük paya sahip olan da bankalar. Çünkü yurt dışından borçlanıp dönüp burada 80 milyonluk tüketiciye, esnafa, KOBİ’lere borç veriyor. Bankalar üzerinden bir söylenti çıktığında kırılganlığa en açık ekonomik sektörü merkeze alıyorsunuz. Bankalara dair bir risk algısı olan her türlü söylenti Türkiye’de bu kanalla bir kırılganlık, kendinden daha büyük bir etki yaratma potansiyeli taşıyor. Tüketiciler 2002’de 6 milyar TL, 2017’de 470 milyar TL borçlanmışlar. Bankalar risk altında olunca bu borcu döndürmek zorunda olan tüketiciye bunun yansıması kaçınılmazdır. 15 yıllık neoliberal siyasal İslam düzeninin Türkiye’deki yıkımının ekonomiyle sınırlı olmadığının sonuçlarını yaşıyoruz.
HALK BANKASI’NIN EMLAK BANK’A DEVRİ İDDİASI
Geçtiğimiz hafta Resmi Gazete’de yayımlanan bir yönetmelik, Halk Bankası’nın bir başka bankaya devri için hazırlık yapıldığı iddiasını gündeme getirdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK) Başkanı iddiayı reddetti. Ancak bankacılık sektörünün konuştuğu bu iddiayı kamuoyuna duyuran Gazete Duvar’ın 19 Kasım tarihli Duvar Arkası kulis haberinde “Hakan Atilla’nın tutuklanmasından yaklaşık 2 ay sonra sürpriz bir düzenleme ile tasfiye edilecek bankalar listesinden çıkarılan” Emlak Bank hatırlatılıyordu. Bütün bunlar, zamanlama tesadüf olabilir mi?
BDDK Başkanı ve Bakan(Mehmet Şimşek) bu yönetmelik değişikliğinin rutin bir uygulama olduğunu iddia ediyor. Ama elbette daha bir kaç ay önce Emlak Bank’ın tasfiyeden çıkarılmış olması da bu düzenlemenin zamanlaması da dikkat çekiyor. 2011 yılında çıkarılmış olan Ticaret Kanununa uyum düzenlemesi çıkarmak, tam da Sarraf davasının Türkiye'yi doğrudan etkilediği bir anda mı akıllarına geldi? Biz bu davanın seyriyle birlikte bu konudaki gelişmeleri de izleyeceğiz. Bu düzenlemeye dayanarak bankaların malvarlığının yavru şirketlere aktarılması yoluna gitmek de çok vahim bir hata olur.
‘TL’NİN, DOLAR KARŞISINDAKİ 10 KURUŞLUK DEĞER KAYBININ BEDELİ 35 MİLYAR LİRA’
Dolar 3.98’i görmüşken sokakta birini şöyle derken duydum, “Benim birikmiş Dolarım yok ki korkayım!” TL’nin Dolar karşısında değer kaybetmesinin herkese bir faturası var değil mi?
Ekonomiyi uzun perspektifle ve reel sektöre dair verilerle değerlendirmeyi önemsiyorum ama bugün yaşanan faiz ve kur da bütün bu kırılganlıkların vatandaşa maliyetini gösteriyor. Bir haftada Türk Lirası, Dolara karşı 10 kuruş değer kaybetti. Her “bir kuruş”luk değer kaybında Türkiye en az “3.5 milyar TL”lik bir zararla karşı karşıya kalıyor. Yani bir haftada 35 milyar TL kaybettik. Türk Lirası her değer kaybettiğinde otomatik zamlarla benzin pahalılanıyor, çiftçinin topraktan pazara taşıyacağı ürün pahalılanıyor, tüketicinin pazara gittiğinde doldurduğu torba pahalılanıyor.
Durum daha da kötüleşecek diye mi borç aranıyor? Türkiye Varlık Fonu, bir Çin bankasından 5 milyar dolar kredi talep etti. Meclis’te görüşülen torba yasada ise siyasi iktidara kamu adına 37 milyar dolar daha borçlanma yetkisi veren düzenleme var. Yine aynı torbada vatandaşa ek vergiler de var. Hükümetin acil para aradığının kanıtı değil mi bunlar?
Bütün bu hazırlıkların nedenine dair bir soru önergesi verdik, yanıt gelmedi. Maliye Bakanı Naci Ağbal’a sorduk, ‘Rezerv tutmayalım mı!’ diye yanıtladı komisyonda. Mehmet Şimşek’e sorduğumuzda ‘Türkiye’ye karşı spekülasyon olacak, buna hazırlık yapıyoruz’ dedi. Bir ekonomi bakanı, ‘spekülasyon olacak, buna önlem alıyorum’ der mi! Mehmet Şimşek spekülasyona “gel” diyor. ‘Bankalara dair bir şey yok ama bir Türk bankasına dair sorular soruldu’ cümlesi, sıkıntının kaynağının Amerika’daki dava olduğunu düşündürüyor.
Belli ki bir kaynak sıkışıklığı öngörüsü var. Bu öngörüyle hukuki kılıf yaratarak ek borçlanma yetkisi alıyorlar. Miktar da inanılmaz yüksek. Bu yılın başında 47 milyar TL olacağını öngörüp bütçe açığını, borçlanma yetkisini onun üzerine kurdular. Bunu yetkilerini kullanıp 52 milyar TL’ye çıkardılar. Artık yetki bitti, ama şimdi bunun üzerine 37 milyar TL daha borçlanma yetkisi istiyorlar. Türkiye’de yasal bütün çıpalar yok ediliyor. 2001 başından itibaren yapılan bütün mali disiplini çöpe atıyorlar. Bunun sonucunda faizler artacak. Nitekim arttı. Meclis kürsüsünden de söyledim, faizleri siz arttırdınız dedim. Faiz artışının sorumlusu AKP’nin ta kendisi.
Madem Varlık Fonu var, niye Çin’de borç peşinde koşuyorlar? Çin’den borç istenen bankanın yöneticilerinden biri ‘Evet, böyle bir borç görüşmesi yaptık. Zamanı gelince para sağlanacaktır’ dedi. Borç mekanizması için ülke adına Hazine var zaten. Niye paralel bir Hazine kuruldu?
Merkez Bankası sessiz sedasız rezerv politikasını değiştirdi. Rezervinin içinde altını arttırdı. Türkiye’nin uluslararası ödeme sisteminden dışlanacağını düşünerek mi altına ağırlık veriyor? Mehmet Şimşek’in beklediği spekülasyon ne? Açıkça sordum, bir kez daha buradan soralım, uluslararası ödeme sisteminden, dövizden işlemlerinden dışlanacağını düşünerek mi alıyorsunuz bu önlemleri? Bizim bilmediğimiz ve hepimizi etkileyecek ne bekliyorsunuz, neye hazırlanıyorsunuz?
Neden borçlanılıyor sorusuna Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in yanıtı bire bir şöyleydi,“Oluşabilecek piyasaları manipülasyona yani spekülatif anlamdaki bu tür saldırılara da hazırlık ve geri ödemelerde bir sorun yaşanmamasını sağlamak üzere bu yönde bir hazırlık var, bu kadar basit ve net…” Başbakan Binali Yıldırım da olası bir “ekonomik darbe”den söz etti. Bu açıklamaların da faizleri arttırdığını mı söylüyorsunuz?
O açıklamalar, faizin kendisini arttıran en temel şeylerden biri. Merkez Bankası siyasetin gölgesinde bırakıldığı ve attığı adımlar Saraya endekslendiği sürece Türkiye’de faizler artmaya devam edecek. Çünkü Merkez Bankası’nın ekonominin gerektirdiği adımları atmak yerine Saray’ın istediği adımları atacağına olan inanç arttıkça, ülkede işlerin kurallı değil keyfi yürüdüğü algısı yerleşiyor. Bütün bunlar Türkiye’nin kredi risk primini etkiliyor. O zaman da ülkeye borç verenler bu borcu ancak daha yüksek faiz karşılığında vermeye ikna oluyor. Dolayısıyla keyfilik, hukuksuzluk, OHAL yani Saray rejimi faizi arttıran en temel faktör.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, France 24 televizyonuna yaptığı açıklamada, “Biz, dışarıdan aldığımız enerjiye bağımlıyız, yaptırımlar esnasında İran ile bu ticareti yapmak zorundaydık. Bunu başka yollarla yapmayı denemek zorunda kalacağımızı söyledik. Bankalarımız, ekonomi bakanımız işin içine girdi” dedi ve Sarraf davasının siyasi bir dava olduğunu söyledi. Sanki olacaklara dair bir ön alma çabası var.
Bir ülkeye bu kadar risk oluşturduğu düşünülen bir davayla ilgili açıklama yükümlülüğü iktidardadır. Zira bilgi onlarda. Bizim için mesele Türkiye’nin kırılganlıklarıdır. Bugün Türkiye, AKP’nin 15 yıldır kurmuş olduğu ekonomik düzenin sonucunu yaşıyor. Üreterek değil rantçı sermaye ile büyüyen, ülkedeki yapısal sorunları hiç çözmeyen ve borçlanmaya dayalı bir düzen kurdular. Türkiye’yi uluslararası piyasalara,dışarı bağımlı kılan düzeni inşa ettiler. Her haberde dışarıdan kaynaklı bir sorunun doğabileceği konuşulan bir Türkiye… Türkiye’yi yurt dışının iki dudağı arasına sıkıştıran AKP’dir. Şimdi bunu derinleştirmek için Türkiye’de de her şeyi bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştırmaya çalışıyorlar. Ekonomiyi kırılgan yapan Saray rejiminin ta kendisidir. Bu kırılganlık 15 yıldır kurulmuş olan düzenin sonucu. Bu noktaya gelmek şaşırtıcı değil.
'ACİLEN YENİ BİR SİYASET KURACAK İKTİDARA İHTİYAÇ VAR'
Suudi Arabistan ile Katar arasındaki gerilimin daha da tırmanma olasılığı, Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyeceği söylenen bir diğer konu. Az önce anlattıklarınıza bu da bir örnek.
Dışarıdan kaynak bulmaya o kadar bağımlı bir ekonomi kurup sonra dışarıda herkesle kavga ettiğiniz zaman ihtiyaç duyulan fonları bulabileceğiniz kapı sayısını kendi elinizle azaltmış oluyorsunuz. İktidarın yaptığı bu. Yumurtaları farklı sepetlere dağıtmak yerine farklı sepetlerdeki tüm yumurtaları kırdılar. ABD ile AB ile kavga ettiler, Rusya ile şimdi barışmaya çalışıyorlar. Durum böyle olunca Katar gibi tek bir kapıya kaldılar ve bu da kendi başına bir riskti zaten. Ekonomide yaşanan bu sıkıntıların giderilebilmesi için daha sağduyulu bir siyasete ihtiyaç olduğu kadar daha sağduyulu bir dış politikaya da ihtiyaç var. Onu da bu iktidarın yapması mümkün değil. Onun için de demokratik olarak acilen, yeni bir siyaset kuracak iktidara ihtiyaç var.