"Uzaktan bakıldığında Rodrigo'nun konçertosu ile Falla'nın Harpsichord Konçertosu belli bir benzerliğe sahiptir. Ama biri kolaya kayar, diğeri direnir. Falla'nın parçası çok parlak bir zekaya sahip ve çok hızlı biçimde akıp gidiyor. Tahminimce 'tek kollu faşistasker' (José Millán-Astray) Rodrigo'nun konçertosunu çok severdi; Falla'nın konçertosu ise onun tabancasına uzanmasını sağlardı.”
Falanjistlerin sanatsal kısırlıkları ile ilgili yazılarım dosya mahiyetinde sürmekte. Bu hafta Türkiye’de en çok tanınan İspanyol bestecilerden biri olan Joaquin Rodrigo (1901-1999) olmak üzere bazı İspanyol sanatçıların Franco faşizmi döneminde takındıkları tutuma değineceğim. Geçen hafta Torroba’nın ıstırabına değinmiştik. Bu hafta da başkalarına bakalım. Ama önce tarihçi Jeremy Treglown’un ‘ezber bozucu’ çalışmasına bir değinelim. Kendisi 36 sene süren Francolu yılların, sanıldığının aksine kültürel açıdan bütünüyle ölü bir dönem olmadığını savunuyormuş. Verdiği örnekler de Salvador Dalí, Joan Miró, Luis Buñuel ve Antoni Tàpies gibi sanatçılar. Bu isimlerin her biri Franco döneminde sanatsal olgunluğa erişmişler, yani faşist dönem o kadar da kötü değildi.(1) Dalí konusuna daha önce değinmiştim, bana Necip Fazıl’ı andıran Dalí sonradan sağcılaşmış bir solcuydu. O nedenle Dalí Franco döneminin ‘engin sanatsal gelişimine’ ne kadar örnek teşkil eder bilemem. Ayrıca bir ülkede faşizan bir sistem olması tüm muhaliflerin bir anda buhar olması anlamına gelmiyor. Koskoca Visconti de İtalyan faşizminin en karanlık yıllarında sansürle de olsa film çekebilmekteydi. Hatta Mussolini’nin oğlu tarafından kurulan sinema dergisi bu işten anlayan pek faşist olmadığı için sessiz sedasız solcuların denetimine girmişti. Yani nazari işler günlük pratikte her daim muktedirlerin istediği gibi olmuyor.
Eh uzaklara gitmeye gerek yok. Türkiye’de de yerli Falanjistlerin tüm yönlendirmelerine, bütçe dağıtımlarını ellerinde tutmalarına, blokajlarına, müdahelelerine, baskılarına karşın yine de sanat üretiliyor ve yurt dışında tanınan sanatçılar yetişmeye devam ediyor (tıpkı İran’da olduğu gibi). Şimdi 100 sene sonra bir takım sanat tarihçileri Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say vb gibi isimlere bakıp “aman canım siz de Parti-yi Sefid dönemini pek kötülüyorsunuz, ama bak nasıl büyük yetenekler yetişmiş” mi diyecekler? Burada önemli olan herhangi bir dönemde hangi düzeyde sanatçı yetiştiği değil ki! Faşizan baskı dönemlerinde de nitelikli sanatkarlar yetişir; hatta daha bile fazla yetişir. Muhalif sanatçıların motivasyonlarında artış bile olabilir. Bu nedenle en etkili sanat ürünlerinin önemli bir bölümünün Avrupa’nın büyük faşizm deneyimleri sırasında şekillenmesi tesadüf değil. Ama burada bizim kast ettiğimiz dönemden ziyade ideoloji. Yani Türk/İslam Falanjizminin son yirmi yıllık iktidar döneminde elbette çok sayıda sanatçı yetişti. Ama bunlar nerede, hangi cenahta ve hangi ideolojilerin tesiri altında yetişti? Falanjist cenah kimleri; muhalif kanat kimleri yetiştirdi? Kaç sanatçı Falanjist eğitim ve ilkelerle yetişerek kendini yüzyıllara damga vuracak şekilde var edebildi? Ya da muhalif kanatlardan şu veya bu nedenle Falanjist cepheye duhul edenler çıkarıldığında geriye ne kalıyor?
Bu bağlamda elbette Francolu yıllarda da İspanya’da apolitik ya da gizli muhalif sanatçılar üretime devam ettiler. Bunlardan biri de gitar konçertosu Yeşilçam ve TRT sayesinde –özellikle hava durumu sunulurken ya da yayın koptuğunda bu konçerto devreye girerdi- bizim için de milli bir melodi haline gelmiş Rodrigo’ydu.
Rodrigo Türkiye’de genellikle sol cenahın sahiplendiği bestekârlardan biridir. Bunda Deniz Gezmiş’in ona hayranlığına dair anlatı da önemli rol oynamış görülmekte. Nitekim Rodrigo hakkında Türkçe sitelerde birbirinden kopyalandığı anlaşılan şu kalıp bilgiler yer almakta: “Concierto de Aranjuez, altı yüz bin kişinin öldüğü iç savaşı, cephelerde faşizme karşı direnen devrimcilerin umutlu coşkusunu ve sonrasında yönetimi ele geçiren diktatör Franco'nun kendi halkına yaşattığı acıları ve yaptığı zulümleri anlatır.”
Bu cümleler çok sayıda internet sitesinde karşıma çıktı. Halbuki Rodrigo’nun ‘faşizme meydan okumayı’ bırakalım politik bir sanatkar bile olmadığını biliyoruz. Concierto de Aranjuez’i yazdığında Paris’teydi ve sol cenahla da zaman geçirmekteydi. Ama sonra ülkesine döndü ve Franco döneminde İspanya’da mesleki hayatına devam etti. Falanjist değildi; ama Franco karşıtı da değildi. Eşi Yahudi olduğu için sorun yaşadığı sanılabilir ama Falanjistler Nasyonal-Sosyalistler ölçüsünde anti-semitik olmadıklarından buna dair bir sorun yaşamış gibi görünmüyor. Concierto de Aranjuez iç savaşın acılarından beslenmiş olabilir. Ama açık biçimde anti-faşist bir eser olmadığı gibi Franco’nun halka yaşattığı acıları protesto etmek ya da devrimcilere selam göndermek gibi bir maksatla da yazılmamıştır.
Daha da ilginci benim de şahsen sevdiğim bir eser olmasına rağmen Concierto de Aranjuez’in müzik açısından da ‘devrimci bir sanat eseri olmaması. Ivan Hewett’ın haklı olarak belirttiği üzere eser, Falanjistlerin istediği gibi basit halk melodilerine dayalı tipik bir İspanyol yapıtıdır; başka bir deyişle dönemin İspanyol sanatçılarından beklenen ‘yerli ve milli’ standartlara uymaktadır. Hewett bu açıdan devrimci bir eser aranıyorsa Manuel de Falla’nın (1876-1946) Harpsichord Konçertosu’na bakılması gerektiğini söyler.
Rodrigo’nun konçertosu dünyaca ünlüdür; ama İspanyol müziğine hiç bir yeni katkıda bulunmadığı gibi aslında benim gibi nota bilgisi olmayan birinin bile neredeyse baştan sonra mırıldanabileceği bir yapıt. Oysa Falla’nın konçertosu gerçek bir müzik devrimcisi olan Arnold Schönberg’in ‘mırıldanabilen müziği yok edeceğim’ sözünü anımsatan devrimci bir eser. Üstelik gerektiği kadar İspanyol gerektiği kadar da evrensel ne az ne fazla. Rodrigo’nun konçertosu ise çok daha sevilip dinlenmesine rağmen aslında ulusal –hadi Akdenizli diyelim- yerel bir yapıt.
Hewett, tarihçi Treglown'un ‘Falanjistlerde de sanat vardı’ çocuksu itirazıyla alay ederken bu iki zıt eseri örnek olarak vermekte. Öncelikle Falanjistlerin nasıl bir İspanya istediklerini anımsatmakta. Hewett şöyle diyor: “Tüm faşizmler gibi İspanyol modeli de kozmopolit modernizm kokan her şeyden kesinlikle nefret ediyordu. Her şeyin İspanyol tarzı olması gerekiyordu; bu fikir Falanjist bir sloganla mükemmel bir şekilde ifade edilmişti: 'Ulusal duyguyu çılgınlıkla, coşkuyla, ne gerekiyorsa onu yücelteceğiz. ‘Aptallardan oluşan bir ulus, evrensel akıl sağlığından daha iyidir’ söylemi dönemin yaygın sloganıydı" ( bu bana cahilliğe övgü düzen yerli bazı tiplemeleri anımsattı). Mutedil bir sağcı filozof olan Miguel de Unamuno’nun (1836-1936) konuşmasının José Millán-Astray önderliğindeki Falanjistlerce atılan 'Muera la inteligencia!' (Aydınlara ölüm!) Viva le muerte! (Yaşasın Ölüm!) sloganıyla bastırılması Falanjistlerin sanat ve kültür politikası hakkında bir ipucu vermekteydi. Bu dünyada Falla’ya yer yoktu. Böylece “Zamanın uluslararası alanda tanınan en iyi İspanyol bestecisi Manuel de Falla savaşın bitiminden sekiz ay sonra ülkeyi terk ederek Arjantin'e gitti. Yedi yıl sonra Buenos Aires'te ölecekti.”(2)
Hewett, kişisel tavırlar bir yana bırakıldığında dahi Falla ve Rodrigo müziğinin karşılaştırılmasını yeterli bulmaktadır. “Müzikte ulusal bir ses yaratmak, İspanyol bestecilerin onlarca yıldır hayaliydi. Her şeyden önce bir besteci bu amaca ulaşmayı başarmıştı: Manuel de Falla. Birçoklarına göre onun baleleri ve şarkıları İspanya'nın ruhunu diğerlerinden daha iyi yansıtıyordu” demekte. Ben de Falla’nın modern İspanya’nın ruhunu müziğinde nasıl yansıttığını merak edenler için Danza del Corregidor ve Danza de la molinera adlı yapıtlarını ama özellikle de Noche bölümünü tavsiye ediyorum.
Hewett şöyle devam ediyor: “Ancak Falla’nın müzik dili modern Paris eğilimlerine göre şekillenmişti, bu yüzden faşistler için şüpheliydi. Üstelik o, savaşın başlamasından yalnızca birkaç hafta sonra Falanjistler tarafından öldürülen şair Lorca'nın arkadaşıydı. Falla çok geçmeden yeni İspanya'daki yaşamı dayanılmaz buldu ve sürgüne gitti. Falla'nın Harpsichord Konçertosu'nda İspanya'nın altın çağına duyulan derin saygı kesinlikle onların ötesindeydi. Bunu, İç Savaş sonrası dönemde herkesin duyduğu tek İspanyol eseriyle karşılaştırın: Rodrigo'nun Concierto de Aranjuez'i sayısız 'En İyi' klasik antolojide yer alan, tüm zamanların en sevilen klasik parçalarından biridir. Franco'nun biyografisini yazan Paul Preston bir keresinde bu parçayı bana "Franco rejiminin imza niteliğindeki melodisi" olarak tanımlamıştı. Preston'un lanet olası yorumunu duyduğuma oldukça memnun oldum; çünkü Rodrigo'nun konçertosunu her zaman tamamen boş bulmuşumdur. Uzaktan bakıldığında Rodrigo'nun konçertosu ile Falla'nın Harpsichord Konçertosu belli bir benzerliğe sahiptir. Ama biri kolaya kayar, diğeri direnir. Falla'nın parçası çok parlak bir zekaya sahip ve çok hızlı biçimde akıp gidiyor. Tahminimce 'tek kollu faşistasker' (José Millán-Astray) Rodrigo'nun konçertosunu çok severdi; Falla'nın konçertosu ise onun tabancasına uzanmasını sağlardı.”
Sonuçta ben Rodrigo’nun gitar konçertosunu da çok seven biri olmaya devam edeceğim o ayrı konu, ama bu denli gerçek dışı bilgiler neden ve nasıl bu kadar yaygın olabiliyor , Rodrigo nasıl bir anti-faşist sanatçıya dönüşebiliyor, onu da merak etmekteyim. Bu arada hazır bu konuya değinmişken çok sevdiğim bir İspanyol muhalif müzisyeni de tanıtmak istiyorum. Rodrigo’nun konçertosunun gölgesinde kalmış olsa da küçükken dinleyip hayran kaldığım ve seneler boyunca kime ait olduğunu bulmak için uğraşıp durduğum (internet öncesi çağlarda bu iş pek bir zordu) Salvador Bacarisse’nin (1898-1963) concertino para guitarra y orquesta’sı mutlaka dinlenilmeli.
Bacarisse 1939’da cumhuriyet yıkıldığında Fransa’ya iltica etti ve ölümüne kadar anti-faşist mücadelenin kararlı bir destekçisi oldu. Bu açıdan gerçekten “altı yüz bin kişinin öldüğü iç savaşı, cephelerde faşizme karşı direnen devrimcilerin umutlu coşkusunu ve sonrasında yönetimi ele geçiren diktatör Franco'nun kendi halkına yaşattığı acıları ve yaptığı zulümleri anlatan bir konçerto” dinlemek isteyenler Bacarisse’nin gitar konçertosunu dinleyebilirler. Bu eseri dinlediğinizde İspanya’da özgürlük için cephelerde savaşanların, hava bombardımanlarının ve ellerinden kayıp giden ülkeleri için göz yaşı döken mültecilerin ruh haliyle hemhal olabilirsiniz. Ben de böylece İspanya’nın ‘Ruhi Su’su’ olan bu büyük bestekarı hatırlatmakla bir nebze mesut olabilirim.
KAYNAKLAR:
(1) Franco’s Crypt Spanish Culture and Memory Since 1936, Farrar, Straus and Giroux, 2014.
(2) Eva Moreda Rodríguez, “Fascist Spain and the Axis: Music, Politics, Race and Canon” http://britishpostgraduatemusicology.org/bpm9/rodriguez.html.