Ayşe Sarısayın, isyan, hayal kırıklığı, hayranlık ve şaşkınlığın anlama eylemine dönüştüğü yaşlarından itibaren hayatı köşe bucak tanımaya özen göstermiş. Hatıraları biriktirmiş. Ne de olsa “hayat denilen olağanüstü serüven hatıralardan ibaret.”
Hangi alanda olursa olsun, tanınmış/itibar kazanmış birinin yakını, hele de çocuğu olmak kimlikler içinde en görünür olanı ve zaman zaman meşakkatli bir mesai. Kişiye çeşitli ayrıcalıklar, avantajlar sağlamış olsa da. Hatta böyle bir ayrıcalığa hiç sahip olmamış, avantajlardan yararlanmaya gönül indirmemiş olsanız bile, bu ihtimalin varlığı sebebiyle incinebilir, haksızlığa uğrayabilirsiniz. Bileğinizin hakkı fesat gözler ve sözlerle ebeveyn himayesi vehmine kurban edilebilir. Fakat böyle bir ailede yetişmek herkese nasip olmayacak birtakım olaylara şahit olmak, herkesin tanımak isteyeceği insanlarla tanış, hatta yakın olmak imkanı da verir. Hasan Cemal’in siyasi tarihe tanıklığını anlattığı kitabının adına atfen, tarihi yaşanırken yakalarsınız.
Çocuk veya yeniyetme nazarınızdaki intibalar, bölük pörçük anılar, entelektüel birikiminiz ve duyarlığınız gelişmişse, olgunluk çağınızda tarihe düşülen kıymetli notlara dönüşebilir. Anılar ve portrelerden oluşan böyle bir kitap olan Samet Ağaoğlu’nun Babamın Arkadaşları’nı yıllar önce okumuştum. Düşünce tarihi ve siyasi tarihte önemli yeri olan Ağaoğlu Ahmet’in, Ziya Gökalp, Halide Edip, Recep Peker, Yusuf Akçura, Kara Kemal ve daha niceleriyle dostluğu, dost meclislerindeki sohbetler, adı geçenlerin kişilik analizlerinden oluşan kitap pek keyifli ve bilgilendirici bir okuma tecrübesi sunuyordu. Geçtiğimiz haftalarda benzer bir kitap yayımlandı: Bir Roman Kadar Uzun.
Behçet Necatigil’in kızı olmaktan çok daha fazla kimlikle anılmaya değer işler yapan yazar, eleştirmen ve çevirmen Ayşe Sarısayın’ın kitabı beş ayrı bölümden oluşuyor. İlk bölümlerde, aile evinde bir çocuk ve genç kız olarak şahit olduğu olaylar ve sohbetlerin anısıyla, kimisine teyze-amca dediği kalem erbaplarını, sonrakilerde aile evinden çıkarak kendi hayatına dokunan sanat ve edebiyat dünyasından isimleri ve son bölümde de adı-sanı bilinmese de ağırlığınca altın değerindeki dostlarını/akrabalarını anlatıyor.
'SAKLI' YAKINLAR
Balkan coğrafyasında cenaze törenleri, öleni saklamak fiiliyle ifade bulurmuş. Sarısayın da kitabın önemli bölümünü saklı yakınlarına ayırmış. En başta anne-babasına. Devamında da sayfalar boyunca “evler şairi” Necatigil’in dizeleri yoldaşımız oluyor. Kitaba adını veren Gülten Akın’ın “Bir roman kadar uzun bu tümce/sonra işte yaşlandım” dizeleri ve başka unutulmaz dizeler de. Hem memleketin en iyi şairlerinin eşliği, hem de artık sadece anılarıyla yaşayan sevilmiş/hayran olunmuş insanları konu etmesi sebebiyle boğazda bir düğüm, kalpte bir sızı ve iki damla gözyaşının eşlik etme ihtimali yüksek bu okuma deneyimine. Benim için öyle oldu en azından.
Evler, babası için olduğu kadar Ayşe Sarısayın için de önemli. Hem kendi yaşadıklarını, hem de anılarını paylaştığı insanların evlerini, o evlerin odalarını, bahçelerini, hatta apartman isimlerini anmadan geçmiyor. Her ev şahsiyet kazanıyor böylece. Boşalmış evlerde hayali olarak dolaşırken eski yazlara, güzlere rastlıyor. İlişkileri zorlayan fırtınaları, ruhu ısıtan ılık güneşleri, serin denizleri anlatıyor. Akşam sofralarından bir ara kaçıp sonra elinde misafirlerden birine yazılmış hicivle çıkıp gelen Behçet Necatigil’i, “benim iki kızım var, yüreğimde sızım var” tekerlemesini her fırsatta mırıldanan “serin mavi” Huriye Necatigil’i, babası Fethi Ağa’nın Giresun’daki çamaşır teknesini satarak okumaya gönderdiği Fethi Naci’yi, son nefesini yine bir Kafka çevirisine üfleyen Kamuran Şipal’i, “ağrımasa bilir miydim/yüreğimin yerini?” diye soran Sennur Sezer’i…
Adını andıklarının çoğu, Demir Özlü’nün “buz kırma gemileri gibi yolu açanlar” diye tarif ettiği 50 Kuşağı yazarları. Kitap bu dönemin yol açtığı yazar patlaması üzerine düşünmeye de vesile oluyor bu sebeple. Hala okunan, kendini yetiştirmiş, birbiriyle dost ve birbirinin acımasız eleştirmeni olan yazarlar bunlar. Tohumları Cumhuriyet’in ilk yıllarında atılan tercüme seferberliğine yeni eserler ekleyen, dergiler, kitaplar, sözlüklerle, yetiştirdikleri öğrencilerle edebiyatın kutup yıldızı olan yazarlar. Kıt kanaat geçinen, daracık odalarda çalışan, en üretken olacağı yıllarda ekmek parası için bezdirici işler yapan çilekeş fakat heveskar bir topluluk.
Ayşe Sarısayın, isyan, hayal kırıklığı, hayranlık ve şaşkınlığın anlama eylemine dönüştüğü yaşlarından itibaren hayatı köşe bucak tanımaya özen göstermiş. Hatıraları biriktirmiş. Ne de olsa “hayat denilen olağanüstü serüven hatıralardan ibaret.”