Ruken Tekeş: Atatürk büstünün mesajı belliydi
Ruken Tekeş, 'Heverk'i anlattı... "Dünyanın neresinde olursak olalım, kim olursak olalım anadile saygı duymak zorundayız. İnsanlar hangi anadilde konuşacağını seçerek doğmuyor. Maalesef yasaklanması akıl almaz bir şey" dedi. Tekin, filmdeki Atatürk büstünün hikayesini de anlattı.
DUVAR - Her insanın hayatında bir pişmanlığı, ‘keşke’leri vardır. Bu pişmanlıklar yaşamlara direkt sirayet eder, belki kısa bir süre sonra çıkabilir, belki de ruhun derinliklerine gömülebilir. Ya biri bu yarayı deşer çıkarır ya da kendiliğinden hiç beklenmedik bir zamanda ortaya çıkar. Hayatın içinde yaşanan bu hikayeler kişinin gitmek istediği yolculuğun yönünü de belirler. Bu yolculuk aslında sancılı, acılı olabilir ve kişinin kendisiyle yüzleşebilmesine de fırsat tanır. Ki yüzleşmenin çeşitli yöntemleri olabilir. Biri sanat üzerinden yaparken, diğeri yüzleşilmesi gereken şey veya kişiyle paylaşabilir, itiraf edebilir. Bu tip süreçler ister istemez zor ve ağır olabilir.
Duygunun anlatılması, ifade edilmesi, konuşulması, geçmişin irdelenmesi, özür dilenilmesi ağır bir yüktür insanlar için. Bu tür pişmanlıklar aynı zamanda içinde birçok sorunu da barındırabilir; yani çok katmanlıdırlar. Tek bir doğrusu da olmayabilir. İşte yüzleşme hikayeleri ile ilgili geçen sene festivallerde gösterime giren kısa film ‘Heverk’den söz etmek çok anlamlı olacaktır. Bu 14 dakikalık kısa film pişmanlıkları, yüzleşmeyi, anadili, Ezidî olma halini bütüncül şekilde yaklaşarak çok çarpıcı bir dille anlatıyor.
PİŞMANLIKLAR VE EZİDİLERİN DURUMU
Film kısaca Doğu’daki bir okulda Ezidî Zelal’in arkadaşları tarafından nasıl dışlandığını anlatıyor. ‘Heverk’ Kürtçe çember demek. Doğu’da bir köy okulundaki öğretmenin Kürt çocuklarına alfabeyi öğretirken ‘O’ harfi sonrası gerçekleşen ‘Heverk’in çok daha derin bir sorun olduğunu ortaya çıkarıyor. Hem devletin anadili Kürtçe olan çocuklara Türkçe öğretmeye çalışması hem Ezidî kız Zelal’e kendi arkadaşlarının yaptıklarını sade ve basit bir anlatımla toplum içindeki paradoksu anlatırken, günümüzde geçerliliğini hala koruyan anadil konusuna da sarsıcı bir şekilde değiniyor. İçlerinden bir çocuk Ezidî Kürt Zelal’in yaşadığı şeytanlaştırılmasını gördükten sonraki pişmanlığını ifade edememesi de ayrıca travmatik bir hal alıyor.
Tüm bunlara bakılınca, Ezidîlerin ‘Ezidî’ oldukları için toplum tarafından dışlanmaları ve ona bağlı anadil sorununu da çarpıcı şekilde vurguluyor. Ezidî denilince hemen akla geçen yıllarda İşid tarafından köleleştirilen kadınlar, sürülen, öldürülen insanlar gelecektir. Ezidîk çok uzun yıllar boyunca dışlanan, şeytanlaştırılan bir din olmuş. Tarihte birçok katliama maruz kalmış Ezidîler, günümüzde de Ortadoğu’da aynı pratikleri yaşıyorlar. Hatta filmdeki gibi Kürtler bile Ezidî Kürtleri şeytanlaştırabiliyorlar.
BİRÇOK SEÇKİN FESTİVALDE ÖDÜL ALDILAR
Film birçok festivalin resmi seçkisine katılmış ve ödüller almış. Birkaç gün önce en iyi kısa filmleri seyircinin oyladığı 16'ncı !F Istanbul Bağımsız Filmler Festivalinde ‘İkinci En İyi Kısa Film’ seçilmiştir. Dünyanın en önemli uluslararası kısa film festivali sayılan 39'uncu Clermont-Ferrand Uluslararası Kısa Film Festival’in de Uluslararası Yarışma resmi seçkisine dünyadan 8000 filmin başvurduğu ve Türkiye’den 50 den fazla başvuru arasından seçilen Türkiye’den tek film. 23'üncü Oldenburg Uluslararası Film Festivali ‘En İyi Kısa Film ve Alman Bağımsızlık Ödülü’nü Türkiye’den alan ilk film olmasının yanı sıra 33'üncü Chicago Uluslararası Çocuk Filmleri Festivalinde yüzlerce uzun ve kısa film arasından ilk filmiyle seçilerek ‘Yükselen Bir Yönetmenin Yaptığı En İyi Film’ ödülü, Diversity in Cannes Short Film Showcase resmi seçkisinde ' En İyi Film Seyirci Ödülü’ gibi önemli ödüller almış, 40'ıncı Montreal Dünya Film Festivali Odak Dünya Sineması' ve 14. Akdeniz Kısa Filmler Festivali Tanjer’de resmi seçkide gösterilmiştir.
Uluslararası festival turları devam eden film bu hafta Silikon Vadisinin en önemli festivali olan 27'nci Cinequest Film & VR Festivali uluslararası kısa film resmi seçkisinde yarışmaktır. Filmin hikayesinin gücü ile birçok insanın yaşamına dokunmuş ve böyle bir sorunun varlığını daha da görünür kılmış. Tüm bu anlattıklarımızı filmin yazarı, yönetmeni, yapımcısı ve aynı zamanda İnsan Hakları Uzmanı olan Ruken Tekeş’e sorduk.
Bu hikaye nasıl ortaya çıktı?
Babam 2009’un sonuna doğru 66 yaşında vefat etti. Uzun yıllardır rahatsızdı ve ayrılık zamanının yaklaştığını hepimiz biliyorduk. Ölümünden yaklaşık 6 ay önce ona “hayatındaki en büyük pişmanlık nedir” diye sordum. 66 yaşında yakında öleceğini bilen bir devrimcinin, hayatının en büyük pişmanlığı olarak 9 yaşındayken yaşadığı bir olayı yani bu filmin hikayesini anlatması beni çok sarstı. Bir çocuk olarak, okulda ezilen ötekileştirilen Ezidî bir kız çocuğuna yardım edemediği ve hatta onun hayatının değişmesinde kendinde de bir pay bulduğu bu durum onun hayatının en büyük pişmanlığı olmuş.
O dönemde Ezidilerin okula gittiği pek nadir, hele de bir Ezidî kız çocuğunun okula gitmesi neredeyse hiç olmayan bir durummuş. Yaşadıklarından sonra o kız çocuğu bir daha okula dönmemiş. Lise ve üniversite yıllarında babam onu bulmak, özür dilemek ve belki de bir şekilde ona yardım etmek için Silvan’ın köylerini dolaşmış, fakat onu bulamamış. Bu hikayeyi dinleyince babamın neden bir devrimci, insan hakları savunucusu olduğunu ve hayatını ezilenlere adadığını anladım. Babamın vefatından sonra bu hikaye benle kaldı, içimi çok acıttı. Ne yapacağımı bilemedim ta ki 2014’ün sonunda geçirdiğim kazaya kadar.
Filmin hikayesini nasıl yazdınız?
2014 yılında bir kaza geçirdim, iki omurgam kırıldı Felç kalmak ya da hayatımın sonuna kadar engelli kalmakta riskler arasındaydı. Beş ay çok kısıtlı hareketle yatağa hapsoldum, çok ağrılarım vardı. İlk birkaç hafta kitap okuyup film seyrettim. Sonrasında bir şeyler yapmak istedim, fakat o haldeyken yapılacaklar çok limitli tabi… Yazmaya başladım ve ilk hikaye babamım ki oldu. Bu süre içinde devamlı yazdım. Hatta yazmak ağrılarıma çok iyi geldi ve rahatlattı beni. Bu hikayeyi yazarken babamın ölene kadar iyileştiremediği şeyi yazıyor olmak hem onu ve hem de beni iyileştirdiğini düşündüm. Benim için çok duygusal, yoğun günlerdi. Hikayeyi dört günde yazdım ama film yapım sürecine kadar değişiklikler oldu. Ayrıca insan hakları üzerine çalışınca ister istemez acıların üzerine yoğunlaşıyorsunuz. İşim de buydu zaten.
Hikayeyi yazdıktan sonra neler yaptınız?
İlk önce arkadaşlarıma okuttum ve onlar da bu hikayenin film olması gerektiğini söylediler. Ben de hikayeyi senaryolaştırdım. Yıllardır zaten sinemayı insan hakları çalışmalarım için kullanıyordum ve farklı çalışmalarla destekliyordum. Uzun yıllardır ilerde bir gün dokümanter çekme hayalim vardı, ama tüm bunlar olunca neden şimdi kısa bir film olmasın diye kendime sordum. İyileşip yataktan kalkınca bu filmi çekeceğim dedim, çünkü hikaye çok kişiseldi ve bunu kimseye emanet edemeyeceğimi hissettim. Ayağa kalktıktan sonra bu filmi beraber yapacağımız ekibi bulmaya çalıştım.
Görüştüğüm herkesle senaryoyu paylaştım, ‘benim param yok’ dedim. "Deneyimim de yok, severseniz kalpten çalışmak isterseniz gelin beraber yapalım" dedim. Bu işe başlarken şu an arkadaşlarım dediğim ekibimden kimseyi daha önce tanımıyordum. Kimse ücret almadı, hikayeye inandıkları için herkes fedakarca çalıştı. Çocuklara verdiğimiz hediyeler, ulaşım, konaklama vs gibi şeyleri kendi bütçemden karşıladım. Tamamen kolektif bir çalışma oldu.
Çekim safhası nasıl gerçekleştirdiniz? Daha önce film çekmek gibi bir tecrübeniz oldu mu?
Film çekimlerinden 3 ay önce bölgeye sık sık gitmeye başladım. Çocukları seçmek için köylerinde onlarla vakit geçirdik, tanıdık tanıştık… Sonrasında seçtiğim çocuklarla da her gidişimde bir araya geliyordum. Bu ziyaretler onlarla bir bağ kurmama da çok yardımcı oldu. Benim bir sinema eğitimim veya set deneyimim yoktu bu filmden önce.
Filmde kaç kişi oynadı? Çocuklarla iletişim kolay oldu mu?
Filmde 39 çocuk ve Müfit Aytekin oynadı. Çocukların üçü ana karakterdi. Ve hayatlarında hiç kamera görmemişlerdi. Aslında bu film başından sonuna tüm evrelerinde içgüdülerle yapılmış bir film oldu. Yoksa bu kadar çok çocukla ilk filmi yapmak pek akıl karı değil.
Çocuklar hiç kamera görmedikleri için ilk 1,5 gün hiçbir şey çekemedik. Sonunda toplam 90 dakikalık çekimden 14 dakikalık film çıktı. Sadece Kürtçe konuşuyorlardı. Türkçe’yi ise çok az biliyorlar. Yüzde 10 civarında falan diyebilirim. Benimle de ayrı bir iletişimleri oldu. Filmde ana roldeki çocuklar benden başka kimseyle konuşmuyordu neredeyse. Bir arkadaşımız tercüme yapıyordu gerektikçe. Kırık Kürtçem ile iletişim halindeydik. Bu arada, çocuklar hala hikayeyi bilmiyorlar. Etkilememeleri için karmakarışık bir şekilde çektik. Çektiğimiz sahneler hakkında hiçbir fikirleri de yoktu. Bir çocuğumun olmasının onlarla olan iletişimime çok faydası olduğunu düşünüyorum.
Peki oynayan çocuklar filmi izlediler mi? Film sonrasında neler yaşadınız?
Filmi daha seyretmediler, maalesef bölgede organize etmek düşündüğüm kadar kolay olmadı. Umuyoruz çok yakında Hasankeyf’te gösterimi yapacağız. Çocuklar biz ayrılırken gitmemizi istemediler çok üzüldüler, biz de çok üzüldük. Beraber yedik, beraber oyun oynadık, beraber film çektik oldu sonunda. Hepimiz için çok özel bir deneyimdi. Çok güzel bir bağ kurduk ve halen çocuklarla iletişimdeyim.
Peki filmdeki Ezidî kız Zelal ile ilgili nasıl bir bağ nasıl kuruldu?
Tarihsel sürecine bakılınca binlerce yıllardır şiddet görmüşler ve anlaşılamamışlar. İnanç sistemleri o kadar barışçıl ve derin ki, bu yumuşaklığa ve zarifliğe rağmen, bu tarz şiddeti nasıl görüyorlar aklım almıyor. Çok üzülüyorum. Kürt olarak bir zamanlar biz de Ezidîydik. Filmde de bu noktayı da anlatmak istedim. Hepimiz Kürdüz, ama Ezidiler farklı görülebiliyor maalesef. Kürtler de Ezidî Kürdü ötekileştirebiliyorlar, özellikle geçmişte daha çok... Film de bu noktaya vurgu yapıyor. Onların hala bugün bile yaşadıkları zulüm ve şiddete rağmen inançlarından taviz vermemelerine hayranlık duyuyorum. Yaşadıkları zorunlu göçler olsun, diğer korkunç tarihsel gerçekler olsun içimi hala sızlatıyor.
Filmde bir nokta aklıma takıldı. Her şey doğalken Atatürk büstü parıl parıl parlıyordu.
Film gerçek bir okulda çekildi. Sadece okula Atatürk büstünü ekibimiz getirdi. Büstün eski olmasını istedik fakat ilgili kurumların elinde yoktu, bize parlak yeni bir büst verdi. İlk başta tercih etmemiş olsam da, aslında filmin tüm doğallığın karşında parlak büstün mesajı çok daha belirgin oldu.
Suriye’de yaşanan iç savaşta Ezidîlerin yaşadığı katliam ve zulümlerin filme etkisi oldu mu? Sizi nasıl etkiledi?
Tüm bu hikaye aynı zamanda çok sembolik. Film sadece çocukların kendi içlerinde birbirlerine yaptığı bir dışlama hikayesi değil, şu an yaşadığımız Ezidîlere yapılan vahşetin de bir bakıma sembolizmi diyebiliriz. Bölgede yaşananlar beni çok etkiledi ve hikayeyi yazarken aslında yaşananları ve ne kadar çok konuyu bir arada sembolize ettiğini de fark ettim.
Herhangi bir sansürle karşılaştınız mı?
Türkiye’deki önemli festivallere başvurduk ama filmi seçkilerine almadılar, herhalde beğenilmedi, bu yüzden de tercih edilmedi diye düşünüyorum. !F’e başvurduk ve !F sayesinde filmimiz ilk kez Türkiye’de seyirciyle buluştu. Fakat öncesinde Sinema Müdürlüğü’nden tescil almak gerektiğini ilk kez öğrendim. Dünyadaki festivallerde böyle bir zorunluluk olmamasına rağmen Türkiye’de izin alınması gerektiğini öğrendiğimde şaşırdım açıkçası. Çevremde bazı arkadaşlar zorlanabilirsiniz dediler, bu dönemde her şey o kadar farklı gelişebiliyor ki benim de algım bozuldu belki, biraz huzursuzdum başvuruyu yaparken.
Tescil dairesi daha önce filmin gösterildiği yerleri sordular, biz de bildirdik. Beklemediğim bir şekilde çok hızlı ve gayet olumlu karşıladılar, tescil belgesini aldık. Bu dönemde bize en çok “Son Şnitzel filmine tescil verilmedi, size niye verildi” diye soruyorlar. Bence filmimizde tescili etkileyebilecek hiç bir şey yok, eğer birileri için varsa da belki birçok uluslararası festivalde gösterilmesi de etkili olmuş olabilir.
Film festivaller dışında başka mecralarda gösterime girecek mi?
Birçok uluslararası festival filmin kabulü ile ilgili başka mecralarda gösterilmemiş olmasını şart koşuyor. Filmin bir süre daha festivallerde gösteriminin olmasını istiyoruz. Ardından bu yılın sonuna doğru vimeo, youtube gibi mecralar da herkese açık gösterilmesini istiyoruz.
Bu filmden herhangi bir kazanç elde ettiniz mi?
Filmi para kazanmak amaçlı yapmadım ve bütçemiz de yok, zorlandığımız zamanlar da oldu hatta filmin ilk gösterimi Cannes’ta ve gitmek için bütçemiz yoktu. E-mail üzerinden yakın arkadaşlarıma ve Facebook’taki arkadaşlarıma durumu olduğu gibi aktardım ve kısa sürede bütçenin önemli bir kısmı toplandı. Eşimiz, dostumuz ve bizi sevenler destekledi. Sağ olsunlar! Ödüllerimizin çoğu onur ödülleri. Sadece Almanya’daki festivalden kazandığımız para ödülü vardı, onunla da ekipçe kutlama yaptık.
Geçen günlerde ‘Dünya Anadili Günü’ kutlandı. Filmle de alakalı olarak neler söylemek istersiniz?
Anadil bir insanın gelişimi için mental ve psikolojik açıdan en önemli şey. Eğer anadilinden çocuğu eksik bırakırsanız sağlıklı gelişimini çok ciddi etkiler. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursak olalım, kim olursak olalım anadile saygı duymak zorundayız. İnsanlar hangi anadilde konuşacağını seçerek doğmuyor. Maalesef yasaklanması akıl almaz bir şey. Gelecek nesilleri de etkileyecek bir durum. Ben şahsen durumu şöyle görüyorum, kendi dilini konuşamayan eğitim ve öğretim göremeyen çocuğa sürekli alt bilinçte ‘olması gerektiği insanın kendinden başkası olmasının doğru olduğu’ mesajı veriliyor.
Yani ‘sen aslında sen olmamalısın, bizim sana söylediğimiz gibi ol, çünkü tek doğru bu’. Bu da çocuk için büyük bir travma çünkü kendi varlığı- özü doğru veya kabul edilir değil ve onu kendini sevmemesine iten bir yaklaşım. Hayata bu şekilde başlamayı kimse hak etmiyor.
Benim de anadilim Kürtçe ama maalesef ki iyi bilmiyorum. Onun eksikliğini çok çekiyorum. Ki üç dil bilmeme rağmen anadilim yeterince iyi olmadığı için eksikliğini hala hissediyorum. ‘Anadilim’ şu an Türkçe. Kendi kızım da dört dil konuşuyor, ama anadillerini iyi bilmesi için gereken tüm desteği veriyoruz.
Bu projede toplam kaç kişi çalıştı, destek verdi?
Çekimde çekirdek ekip olarak sekiz kişiydik. Oyuncular ve tüm süreçte bizi destekleyenlerle ve beraber yüze yakın insan yardımcı oldu bize. Kısa bir film için bizim uzun bir jenerik akışımız var, her emeği geçen ve destek verenin ismini yazdık, bu da bizim onlara teşekkürümüz.
Filmdeki kızın ismini neden Zelal koyduğunuzu merak ettim. Acaba bir sebebi var mı?
Aslında hikayede ki küçük kızın gerçek ismi Saliha. Hikayeyi yazarken ismine tamamen içgüdülerimden hareketle bir anda Zelal demek istedim. Ben de bilmiyorum neden Zelal dediğimi? Tek bildiğim Zelal çocukken duyduğum Kürtçe bir isim. Hatta bir ara Zeki ve Zelal çok mu Z’li isim oldu diye düşündüm ama çok hoşuma gittiği için değiştirmedim. Sonradan araştırınca Zelal’in iki dilde de manası olduğunu öğrendim. Kürtçede saf, berrak öz anlamında kullanılırken, Arapçada sapkınlık, hiyanet ve kötülük olarak kullanılıyormuş. Filmde de zaten bu zıtlık mevcuttu. Harika bir şekilde oturdu.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu film ekibinin yarısından fazlası kadın. Yani kadınların çektiği bir film oldu. 8 Mart yaklaşırken onlara ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.
Teşekkürler…