Rum toplumunun görkemli yadigarı: Büyükada Yetimhanesi
Büyükada Rum Yetimhanesi Restorasyon Projesi Koordinatörü Laki Vingas ile Büyükada Yetimhanesi'nin yeniden İstanbul'a kazandırılmasını konuştuk. Vingas, "Binanın metruk hali Rum toplumunun eski halini ifade ediyor. Gelin, hep birlikte bu dönüşümü başaralım ve genç nesillere ilham olalım. Bu hali bizim için bir teselli kaynağı olmasın" dedi.
Fransız Mimar Alexander Vallaury tarafından 1898'de yapılan Prinkipo Palas Oteli, ruhsat verilmemesi üzerine 1900'lerin başında dönemin önde gelen isimlerinden Eleni Zarifi tarafından satın alınmış, ardından yetimhane olarak kullanılması şartıyla Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağışlanmıştı. Bina, 1964'te ani bir kararla, iki gün içinde apar topar boşaltıldı. Öyle ki yıllar sonra restorasyon çalışmaları için kapısı yeniden açıldığında içerisinde çocuk kıyafetleri ve ayakkabılar bulundu. Bu eşyaların bir kısmı Adalar Müzesi’nde toplandı. Bina, 2018 yılında Avrupa Birliği'ne bağlı Europa Nostra tarafından dünyanın korunması gereken yedi binasından biri olarak ilan edildi.
Günümüzde yorgun ve sessiz görüntüsünü sürdürse de aslında yeniden bir restorasyon çabası sürecinde. Binanın tarihsel süreci ve mevcut durumu hakkında bilgi almak için Rum toplumun önde gelen isimlerinden, Büyükada Rum Yetimhanesi Restorasyon Projesi Koordinatörü Laki Vingas ile buluştuk. Bir başka Vallaury eseri olan Pera Palas’ta, Prinkipo Palas’ın mevcut durumunu konuştuk.
Uzun zamandır, İstanbul’un en değerli kültürel miraslarından olan Büyükada Yetimhanesi'nin yeniden İstanbullulara kazandırılması için çalışıyorsunuz. Maliyeti yüksek, birinci derece tarihi miras olan anıt ve ahşap bir binadan söz ediyoruz. Böylesi bir tarihi ve kültürel değerin dönüşümü sırasında nasıl bir yol izliyorsunuz?
Bu mirası yeniden İstanbul'a kazandırmak adına yoğun bir çaba içindeyiz. Proje için gerekli tüm çalışmaları yapıyoruz. Burayı ortak ve kalıcı değerler üretmek anlamında çok önemsiyoruz. Yetimhanenin dönüşümü mimari, tarihi, kültürel ayakları olan çok boyutlu bir konu. Gönüllülerden oluşan bir ekibimiz var. Prof. Dr. Oğuz Ceylan başkanlığında, Doç. Dr. Apostolos Poridis, Prof. Dr. Papatya Seçkin, Doç. Dr. Turgay Coşkun ve Doç. Dr. Nuri Seçgin’den oluşan beş kişilik bir bilim kurulumuz var. Koruma Akademisi’nden Rabia Şengün ve Damla Acar da destekçilerimiz arasında.
Tarih Vakfı’nın da desteğiyle iyi bir arşiv oluşturmaya çalışıyoruz. Sözlü ve yazılı bir arşiv oluşturmayı çok önemsiyoruz. Sürecin başından itibaren kamu ve sivil toplum kuruluşlarıyla, Adalılarla ve dünya çapında alanında uzman kişilerle birlikte ilerliyoruz. Yurt içinde ve yurt dışında arşiv taramasını hızlandırdık. Hocalarımızdan biri İngiliz arşivlerini incelemek için girişimlerde bulundu. Özgür Kaymak, Atina’da yolu Yetimhane’den geçmiş isimlerle röportajlar yapıyor. Prof. Dr. Berrin Alper ve Prof. Dr. Mehmet Alper’in 1992 yılında hazırladıkları projeler ve araştırmaları kitaplaştırdık. Bu kitabı hazırlarken Y. Mimar Diğdem Erdoğan’ın çalışmalarından da çok yararlandık. Onlara müteşekkirim. Yetimhanenin dijital belgeleme ve rölöve çalışmalarını sonuçlandırdık. Bu vesileyle bu binaya tutkuyla bağlı olan ve kurtarılması için verdiği çabalarla uzun yıllar önce beni etkileyerek yetimhaneyle gönül bağı kurmamı sağlayan Emine Erdoğmuş'a saygılarımı sunuyorum.
Bu yoğun çalışmalara rağmen, Yetimhane konusunda beni üzen bir şey var. O da bu kadar sembol bir binaya bir şantiye ekibinin girmemesi! Çoktan yapılabilirdi. BİMTAŞ ile birlikte yol kat ediyoruz. BİMTAŞ’taki arkadaşlar çok yoğun çalışıyorlar, bize destek olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Onlarla müşteri sıfatı ile değil, ekip ruhuyla çalışıyoruz. 2023 yılının Aralık ayında Monaco’da iş insanlarına yapı hakkında bir sunum hazırlandı. Geçtiğimiz ay, Yunan ERT TV’ye röportaj verildi. Yine aynı ay, monitoring/izleme toplantısı düzenlendi. Çalışmalarımız devam ediyor.
'İSTANBUL GİBİ TARİHİ BİR KENTE KARŞI BİR MESULİYET DUYUYORUM'
Rum toplumunun güncel sorunlarıyla yakından ilgilendiğinizi, büyük topluma açılma sürecinin aktörlerinden olduğunuzu biliyoruz. Uzun yıllara dayanan emeğinizi göz önüne alarak, Yetimhane’nin sizin için ayrı bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Haklısınız. Yurt içinde ve yurt dışında bu konuyu gündeme taşımak istiyorum. Yetimhane binası üzerinden insanları farklı düşünmeye yönlendirmek istiyorum. Avrupa’nın en büyük, dünyanın ikinci en büyük ahşap binası ve yetim çocukların korunduğu ve yetiştirildiği bir mekan olmasının yanı sıra iki dünya savaşına da tanıklık etmesi, konuya hassasiyeti arttırıyor.
Diğer yandan, yapı çok stratejik bir yerde konumlandığı için, İstanbul gibi tarihi bir kente karşı ayrıca bir mesuliyet duymamızı sağlıyor. Bu değerli miras yalnızca dev bir yapı özelliği ve yetim çocukların mekanı gibi sınırlı bir perspektiften bakılmamalı aynı zamanda Kültürel miras, mimarlık tarihi, sosyal yaşam, Rum toplumunun filantropik geleneklerinden de bakılmalıdır.
Bu kadar devasa bir binanın Ada’ya konumlandırılması, aynı dönemin ve aynı mimarın eseri olan Pera Palas’tan daha büyük bir kapasite ile yapılması bizi biraz düşünmeye sevk ediyor…
Evet, bunun yanıtını ben de merak ediyorum… Acaba neden bu kadar büyük bina yapıldı? O dönemde hem arazi sahibi hem de mimar olanlar o zamanki tabir ile "ecnebi" idi. Bina, 1898-1899 yıllarında bir Fransız şirketi tarafından otel olarak inşa edildi. Prinkipo Palas adı altında otel olarak işletilmek üzere tasarlanan yapı, dönemin iktidarından gerekli izni alamadığı için satışa çıkarıldı. Devrin patriği III. İoakim -ki Muhteşem İoakim diye anılır- tarafından, Eleni Zarifi’ye satın aldırıldı.
Bu aşamada Patriğin, Eleni Zarifi’yi binayı satın alması konusunda ki kararlılığına dikkatinizi çekerim. Patrik Hazretleri, kısa dönemde inanılmaz radikal, rasyonel kararlar almış, Rum toplumunun geleceği konusunda vizyoner bir bakışla birçok kurumun ihya edilmesine veya kurulmasına vesile olmuş bir şahsiyettir. İktidarda ise Sultan Abdülhamid var. İktidar o dönemde Rum toplumunu o kadar sisteme entegre olmuş görüyor ki, bir şekilde binanın Rumlara geçmesine destek oluyorlar. Bu el değiştirmenin Abdülhamid iktidarının Rum toplumuna bir jesti olduğunu düşünüyorum. Toplumun ihtiyaçları görüldü, bir şekilde imkan yaratıldı. Fransız şirketinden 3 bin 700 altın karşılığı satın alınan binaya, Eleni Zarifi yaklaşık bin altın daha harcayarak binanın bir yetimhanenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesini sağladı.
Savaşlar, göçler, yetimler… Bina epey kederli anlara da şahit oluyor?
Kadersiz derler ya, öyle bir bina burası. Ne ilk sahibine yaradı ne de Eleni Zarifi’ye düşlediği mutluluğu getirdi. Kullanım amacı süreç içinde değişti. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri yerleşti. Onlar gidince işgal kuvvetleri geldi. 1917 yılında Rus göçmenlerin mekanı oldu. Bu dönemde soğuktan korunmak için binaya zarar vermeye başlıyorlar. Sonrasında İkinci Dünya Savaşı yılları başlıyor. Anadolu’dan İstanbul’a göç eden, ailesi parçalanmış, maddi açıdan zorluk çeken ya da öksüz-yetim kalmış çocuklara kucak açıyor. Bütün çocuklar yetim değil! Dönemin Apoyevmatini Gazetesi’nin arşivine baktığımızda, 50’li yıllarda, 60’lı yıllarda Rum toplumunun Yetimhane konusundaki hassasiyetlerini görebilirsiniz.
Kapılarının kapandığı 1964 yılından bugüne dek geçen elli sekiz senede Büyükada Rum Yetimhanesi zamana, doğaya, çevresel faktörlere direndi. Geçen zaman içinde epey yol kat edilmiş olmalı. Şimdilerde hangi aşamadasınız?
Elde edilen her şey çok değerli. Bugün yaptığımızı keşke on-on beş sene evvel yapmış olsaydık. Binanın projesini geçmişte Prof. Dr. Berrin Alper ve Prof. Dr. Mehmet Alper yapmış. O dönemlerde Yetimhane binasının bir ticari işletme olması gündemdeymiş. Fakat devlet yetkilileri tarafından uygun görülmemiş. Bu konunun üstünden epey zaman geçtiği için ilk yapılan projenin günümüzde geçerliliği kalmamış oldu. Süreç içinde bina epey zarar görmüş. Tüm projelendirme sürecini tekrar baştan ele almak zorunda kaldık. Bizim açımızdan çok eğitici bir süreç oldu. Çok büyük bir yol kat ettik.
Önce Dijital röleve çalışması yapıldı. Dijital röleveden sonra kayıtlı projeler onaylandı. Bütün bu süreci geliştirirken koruma kurulları devreye girdi. Raportörler geldi, orada tespit ettikleri kalıntılar vardı. O kalıntılarla ilgili ayrı bir röleve istendi. Onlar da onaylandı. Ağaçların rölevesi dahi istendi. Hazırlandı, onaylandı. Bir röleve kelimesi altı harfli bir kelime olabilir ama çok emek isteyen, teferruatlı, çok derin bir süreçtir. Metruk bir binanın rölevesi çıkarmak ise çok daha zor. Bazı yerlere girilemediği için drone ile fotoğraf çekildi. Arşivimizde binlerce fotoğraf oluştu. Benim bu konularda teknik uzmanlığım yok ancak hassasiyetlerim var. Gönüllü çalışıyorum. Süreç içinde Yetimhane binasının gelecekte nasıl kullanılacağı ile ilgili farklı fikirler ortaya çıktı. Hepsini değerlendireceğiz. Şu bir gerçek ki yetimhane binasının işlevi konusunda karar verildiği andan itibaren çok önemli bir finansman ihtiyacı doğacak. Bu nedenle gelir getirici bir işlevinin olması gerekiyor. Sponsorluk ve paydaşlar için öncelikle işlevinin belirlenmesi lazım. Halihazırda bir sponsorumuz yok ama gönüllülük esasıyla çalışan, kendini binanın kurtulmasına adamış çok sayıda insan var. Onların desteklerini çok değerli buluyorum.
1964 yılından bu yana kapalı olan yapıdan konuşuyoruz. Restorasyon çalışmaları ne zaman, nasıl başladı?
Restorasyon süreci, yaklaşık dört- beş sene önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Ekrem İmamoğlu’nun Ada’yı ziyareti ile başladı. Kendileri, dönemin Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat ile birlikte Ada’yı geldiler. Yetimhane binasını görmek istediler, ben de onlara eşlik ettim. Bu ziyaret sırasında, sayın başkana Rum toplumunun bu restorasyonun altından kalkamayacağını ileterek, destek talebinde bulundum. Konuya hassasiyet gösterdiler. Sayın Mahir Polat, dijital röleveyi yapmayı teklif etti. Bu bir kıvılcım oldu. Hareket noktası burasıdır. Süreç içinde aşamalar kaydedildi.
Alandaki ikinci, daha küçük olan binanın Anıtlar Kurulu’nun da mutabakatıyla tüm proje aşamalarını, fonksiyon belirleme süreçlerini tamamladık. 23 Aralık 2022’de inşaat ruhsatını Adalar Belediyesi'nden aldık. Sonrasında Koruma Akademisi ile yeni bir işbirliği sürecine girdik. Yapının bütün teknik içerik ve özellikleriyle profesyonel bir dosya hazırlandı. Bu dosyayı davet usulü belirlediğimiz dokuz şirkete verdik. Teklifler geldi. Tekliflerin mukayeseleri yapıldı. Bir firmada karar kıldık. Bu küçük binayla ilgili olan durumdu. Büyük binaya gelirsek… Onun da röleveleri ve restitüsyon projeleri onaylandı.
Devasa ama çok süslü bir yapı değil. Yetimhanenin mimarisi hakkında neler söylenebilir?
Tamamen ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiş, ana ve yan bölümler olmak üzere toplam üç bölümden oluşuyor. Kendi döneminin şartlarında olağanüstü bir mimariye sahip. Beş katlı ana bina ve altı katlı yan binalardan oluşan yapının çatısının büyük bir kısmının yıkıldığını, bina dışında ve ahşap destek bölümlerinde çürümeler olduğu tespit ettik. Tören Salonu dışında çok süslü bir bina değil. İşlemeleri, tezyinatı yok. O zamanlar için yeni bir teknoloji olan, günümüzde prefabrik diyebileceğimiz bir yapı sistematiğiyle iki- iki buçuk sene gibi bir sürede yapılıyor. Ahırkapı’da bu işleri yapan atölyeler varmış. Sistem orada yapılıyor, Ada’da monte ediliyor. Öyle sistemli bir çalışma ki inanılmaz hızlı yapılmış ve üstelik sağlam. Kolonların bir kısmı yekpare bile olmamasına rağmen! Mutfağı çok ilginç, ileri bir teknolojiyle hazırlanmış. İlk başta otel olarak hizmet vereceği için ithal malzemeler, Marsilya'dan gelen kiremit ve tuğlalar kullanılmış. O günün koşullarında lüks binadan söz ediyoruz.
Bugüne geldiğimizde ise temel amaçlarımızdan biri, küçük binayı fonksiyonel hale getirmek. Bu nedenle çatı katı ve bodrum katını dahi değerlendirdik. Orada arşiv odası, lojman, sergi ve toplantı alanı Çevre Konferansı için faaliyet alanları yaratmak istiyoruz.
'BİNANIN METRUK HALİ, RUM TOPLUMUNUN ESKİ HALİNİ İFADE EDİYOR'
Bu konuda Rum toplumunun geçmiş yıllardaki hassasiyetlerinden söz etmiştiniz. Peki günümüzde bu gelişmeleri nasıl karşılıyorlar?
Biraz sessizler, izliyorlar… Nüfus olarak çok azız ve çok cephemiz var. "Başka önceliklerimiz var" diyen bir kesim de var. Bu restorasyonu bizler için lüks veya imkansız görüyor. Takdirle karşılayanlar da var. Zamanla olumsuz anlayışı kırabileceğimi düşünüyorum. Ne kadar önemli bir yer olduğunu, Rum toplumunun varlığını, geçmişini temsil eden sembol binalardan bir tanesi olduğunu kavrayacaklar Nüfusumuz maalesef çok az. Artık varlığımız sembol kültür mirasımız ve zengin renkli kültürümüz üzerinden değerlendirilebiliyor. Bu kadar az nüfusa rağmen, çok emek verdiğimizi düşünüyorum. Geçmişte mülkiyeti için mücadele verildi. Bu çok değerli bir hak arayışı idi. Bundan sonraki planın da imza sahibi olmalıyız kanaatindeyim. Düşünün... Uzun yıllar mülkiyet hakkı için mücadele veriyorsunuz, ondan sonra bir şey yapmıyorsunuz veya yapamıyorsunuz. Bu çok üzücü!
Bu bina kaderine, çökmeye terk edilirse şahsen utanç ve hüzün duyacağım. Tekrar kazandırılması için günümüzün bütün imkanlarını kullanmak gerekir. Ana binayı kendi imkanlarımızla yapmamız mümkün değil. Yapsak da işletmemiz mümkün değil. Böyle bir ütopyada değiliz. Yap, işlet, devret modeliyle gelir getirici, yeni bir fonksiyon kazandırmalıyız. Eğer öyle olmazsa o binanın yıllık maaliyeti çok fazla olur. Sigortası-güvenliği, bakımı… Bina bize ait ise mesuliyet de bize ait olmalı.
Bu bina ve temsil ettiği değerler Rum toplumunun İstanbul’daki zengin geçmişine işaret ediyor. Yetimhane Vakfı diye bir vakıf var. Oranın işlevi nedir? Bütün bu sürecinde neresindeler?
Bu vakıf, yetimhane faaliyetteyken, yetimlerle ilgili hizmet edenlerden kurumlardan bir tanesi. Ancak mülkiyet sahibi değil. Mülkiyet Patrikhane’ye ait. Dolayısıyla vakıf, tamamıyla oradaki yetimlere destek için faaliyet gösterdi. Geçmişinde çok hizmetler vermiş. Vakıf seçimleri yapıldı, biraz sancılı bir süreç oldu. Keşke olmasaydı! Su yolunu bulacaktır.
Yetimhane binasının restorasyon sürecinde siyaset dışı bir çaba gösteriliyor. Yanılıyor muyum?
Haklısınız, bizim en büyük çabamız Büyükada’nın sosyal dokusuna saygılı olmak. Adalılar bu binayı gerçekten çok seviyorlar. Binanın kurtarılması için çok büyük bir manevi destek veriyorlar. Adalar Vakfı, Adalar Belediyesi ve Adalar Kaymakamlığı her zaman yanımızda. Hiçbir sıkıntı yaşamadık. Anıtlar Kurulu vasıtasıyla Kültür Bakanlığı bizi çok destek oluyor. Önümüzü açtılar, hayatımızı zorlaştırmadılar. Yetimhane kapısından içeri girerken herkes siyasi ve etnik kimliğini dışarıda bırakıyor.
Rum toplumu içinde binanın özelliğini kaybetmesinden korkan, dönüşümü sırasında zarar görmesinden endişelenenler oldu. Onlara ne söylemek istersiniz?
Binanın metruk hali Rum toplumunun eski halini ifade ediyor. Gelin, hep birlikte bu dönüşümü başaralım ve genç nesillere ilham olalım. Bu hali bizim için bir teselli kaynağı olmasın. Bununla yetinmeyelim. Bize bu dönüşümün vereceği enerji ve geleceğe bir şeyler bırakmanın heyecanı ile çaba gösterelim. Her yeni girişimde, toplum geçmişteki acı olayları hatırlıyor. Normal, anlayışla karşılanması gereken bir durum. Bu yaraların artık açılmaması için birkaç nesil geçmesi gerekiyor. Biz sadece bir nostalji ile, örneğin Pera Palas’taki bir yadigar gibi hatırlanmak istemiyoruz. Üretken, dinamik, çağdaş, hakkını arayan, hayatın içinde, kendi fikrini sorgulayan, başkasını dinleyen bir toplum olmak istiyoruz. "Zaman" ve "sonuç", benim için çok önemli kriterler. Artık kaybedecek bir zamanımız yok. Şayet biz bu toplumun varlığını, kimliğini yaşatmak istiyorsak harekete geçmeliyiz. Çok az olduğumuz için de daha da çok çalışmamız gerekiyor. İnandırıcı heyecanlar yaratmamız şart, insanları yakınımıza getirmemiz gerekiyor. Dayanışma kültürümüzü geliştirerek varlığımızı duyurabilir ve devam ettirebiliriz. Bu varlığımızı sadece tarihsel sürece odaklı değil, yeni bir tarih yazarak, gelecek kuşaklara ilham verecek bir dönüşümü başlatarak yapmalıyız. İstanbul hepimizin!